31 Temmuz 2012

BENİ ANLATIYOR...





Hani bir resim, bir fotoğraf, bir sözcük, bir bakış, bir ima, bir nida sizi anlatır ya..


Hani işte bu benim en sevdiğim dersiniz ya, sonra başka bir şey çıkar o olur en sevdiğiniz..


İşte yağmur damlaları..
Yaz yağmurları mı ki?..


İşte boğucu sıcak dağıldı..
İşte artık hayatım tam da istediğim gibi..


İşte damlalar ve etrafında hareler..
İşte beni mutlu eden bu gibi görüntüler..




İşte bir zamanlar yeşildi yapraklar..
İşte sonunda sarardı eski anlar, anılar..

23 Temmuz 2012

MUZLU KREP..

Ramazanda değişiklik olsun dedim, Tencerem Kaynıyor sayfasından önce burada, Ana Sayfamda bir tarif yayınladım.. 


Bakalım sevecekmisiniz?..


Krep, Muz, Fındık, Fıstık.. hımm~~




Krep: 2 yumurta, 1 bardak süt, 1 paket vanilya, 5 kaşık un, 1 çay kaşığı kabartma tozu, 1 su bardağı dövülmüş fındık veya ceviz içi, 1 bardak bal, 2 muz ve süslemek için toz fıstık..


Yapılışı: Yumurta, süt, vanilya, un, kabartma tozu ile akışkan bir hamur yapılır. Krep tavasında arkası önü yanmayacak şekilde pişirilir.
-Krepler hazırlanınca içine bal gezdirilir. İnce dilimlenmiş muz doğranır, üstüne fındık veya ceviz serpilir ve krepler sarılır. Kreplerin üstüne tekrar bal gezdirilir ve toz fıstık serperek servis edilir..


   


Bu tarifi televizyonda Oktay Ustadan izledim, öğrendim . Denedim çok güzel oldu..Tavsiye ederim..

18 Temmuz 2012

HOŞ GELDİN SOFAMA, GÜZELLER GÜZELİ HURMA..







Yarın on bir ayın sultanı, Mübarek Ramazan ayının başlangıcı. Oruçlu olacağımız ilk gün..

Bereketin, mağfiretin, varı-yokla paylaşmanın, kalplerde; din ve ahlakın, düşüncelerde; vicdan, paylaşım ve hoşgörünün en yüksek mertebeye ulaştığı duyguları yaşamanın, anlamanın, anlatmanın zamanı.

Hani; ilk sahur ve iftara ulaşabilmek için çarşı ve pazarlarda, bütçemize göre, zevkimize-beğenimize göre çeşitli gıdaları evlerimize alabilme telaşında olduğumuz gün: Bu gün..

Hani; davul sesine veya saatin alarm sesine uykulu gözlerle, esneyerek kalkacağımız, ilk sahuru yapacağımız gün: Bu gece..

Hani; hafif bir kahvaltı yapalım derken, börekleri, hoşafları, bardak bardak çayları içip, of of çok yedim, şimdi nasıl uyuyacağım, sabah nasıl kalkacağım diyeceğimiz zaman: Yine bu gece..


Hani; her evin bacasından ayrı bir çorba kokusu duyacağımız, bir elimize aldığımız hurma ( veya zeytin), diğer elimiz de bir bardak su ile beklerken heyecanla, sabırsızlıkla, gözümüzün sofrada, kulağımızın ezan sesinde olacağı gün: Yarın..




Hani: komşumuz Ayşe teyzenin zeytin yağlı dolmasından bir tabak, Fatma ablanın evinden gelen çörek. Anneannelerimizin tariflerinden örnekler. Yumurtalı pideler sıcak sıcak, tereyağlar-reçeller bu sofrada iyi gider.. 

Karşı komşunun kalem börekleri..Bizim evin hanımından tarhana çorbası, birde güzel çoban salatası..

Neler, neler olmaz ki o sofralarda: Yarın..


Hani; bazen sadece bir tas çorbayla, bazende donatılmış soframızda ilk iftarı yapacağımız, ramazanın özel tatlısı güllaç için midemizde biraz boşluk bırakacağımız gün: Yarın..



Yarın; Mübarek Ramazan ayımızın başlangıcı..

Yarın; bizde olanları, olmayanlarla paylaşacağımız,

Dinimizi, daha da iyi anlayıp anlatacağımız,

Ahlaki öğretilerden örnekleri, kıssalardan hisseleri çıkaracağımız gündür hani..

Hani; bizden ayrı düşünenlere, farklı fikirlerle dünya görüşüne sahip olanlara, hoşgörü ile yaklaşmaya, kendi inanç ve ahlak kurallarımıza sahip çıkarken, başkalarının din ve ahlak kurallarına da (bizi rahatsız ve rencide etmedikleri sürece) saygı duymaya, olumsuzluklara olumlu örnek oluşturmaya, iyiyi birleştirmeye, doğruyu çoğaltmaya, şerden kaçmaya, hayırları hanemize ve sevdiklerimize davet etmeye daha fazla zaman ayıracağımız mübarek bir ayın başlangıcıdır, yarın..

Hani; mahyaların ışığında Ramazanı karşılayacak memleketimize, bütün illerimize, köylerimize, hanelerindeki kavrulmuş un-soğan kokusunu, bereket dolu sofraları, dua dolu yaşlanmış gönülleri, sevdiklerinden ayrı olanların, uzaklarda yaşayan ve evini özleyenlerin Mübarek Ramazanlarının hayırlı, sağlıklı, huzurlu sofralarda mutlu buluşmalara şahit olmalarını temenni etme günü: BUGÜN...

Hoş geldin; haneme sabır ve bereket getirdin 'On Bir Ayın Sultanı Mübarek Ramazan' deme günleri, işte bu günler hani..

HOŞ GELDİN SOFRAMA GÜZELLER GÜZELİ HURMA, 
SENDE HOŞ GELDİN, AYLARIN SULTANI..
  
    

17 Temmuz 2012

KİM, KİMİN KULAĞINA FISILDADI?: Sen Benim Herşeyimsin Dedi..





Parmak uçlarıma gök gürültülerinin yuvarlandığını hissediyorum.
Sen benim her şeyimsin ve getirdiğin aşktan başka hiçbir şeyin önemi yok.. 




Aynı şehirde doğmadı onlar.. Hatta aynı bölgede bile değil.

Bambaşka şehirlerde, bambaşka ortamlarda büyüdüler. Bambaşka okullarda okudular. Başka başka üniversitelerde aynı bölümü seçtiler. Yüksek lisanslarını farklı ülkelerde yaptılar, sıra doktora yapmaya gelince; aynı şehrin, aynı okulunda birbirlerini buldular..

Şimdi; ikisi de Mühendisler ve güzel bir birliktelik imal edecekler:))




Gökyüzünde parlayan yıldızlar, bana aşık olduğumu söylüyorlar..
Sen benim her şeyimsin ve getirdiğin aşktan başka hiçbir şeyin önemi yok..

Onlar bugün nişanlandılar.
Ve çook mutlular... 


Güzel bir yolun başındalar. 
Şimdi; ılık bir rüzgar esiyor yüreklerinde. 
Tüm duyuları, duyguları yaprak gibi sallanıyor..
Dalgaların sesinde, mehtabın eşliğinde diyorlar ki birbirlerine:

Sen benim her şeyimsin.
Aşkımda fırtına yok,
Getirdiğin aşktan başka hiçbir şeyin önemi yok..
Daima her gün yakınımda olmana ihtiyacım var,
Seni güvende ve sıcak tutacağım.
Aşkım öyle güçlü ki..


Ellerinizi iyi tutun..

SEVİN BİRBİRİNİZİ..
 SEVEBİLDİĞİNİZ KADAR...

El ele, gönül gönüle, omuz omuza,
Mutlu-mesut yürüyün çıktığınız bu güzel yolda..


Tuğçe'ye-İsmail'e
Birbirini çok seven, evlenmeye karar veren tüm çiftlere,
Yaz yağmurlarından binlerce mutluluk damlasında,
En iyi dileklerimle...

11 Temmuz 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -28






İçeri girdiğimizde mis gibi, kavrulmuş kestane ve portakal kabuğu kokuyordu.

Bu kokuyu net hatırlamamın nedeni; ilk kez soba üstüne portakal kabuğu konduğunu gördüğümden olabilir.. O acı, tütsülü değişik portakal kokusu ile kestanenin kendine özgü buğulu kokusunu hiç ama hiç unutmadım. Birde gecenin daha sonrasını..


Hamdi bey amca tüccardı daha önce dediğim gibi. Manifaturacı. Durumları çok iyiydi. Bu güzel evin beyi, efendisi..

Kocaman evin demir sokak kapısından içeri girdiğinizde, üç minik merdiven ve yüksek tavanlı büyük bir taşlık karşılardı bizleri. Duvarları tavana kadar su yeşili yağlı boya ile boyanmış. Dokunduğunuzda kaygan bir duvar. Sizi; zar gibi, tül gibi, şifon gibi ince bir şeye dokunuyormuşsunuz hissine boğan. Kapılar beyaz yağlı boya. Kireç gibi beyaz, birçok kez üst üste boyanmış gibi de kalın bir tabaka..   

Hamdi Bey Amca ve  Havanım Teyzenin evlerinin, alt kat planı. Hatırladığım ve çizebildiğim kadarı ile. Benim gördüğüm ilk Konak,Villa,Saray. Çok güzel çok.
Keşke babam, ben, Sadet teyze, Kamil amca, plastik bebeğim, boncuk bileziğim birde mendillerim burada yaşasak.
BU EV BİZİM OLSA.. 

Taşlık, yani karşılama odası enikonu günlük oda şeklinde. Havanım teyze, yazın eğer avluya çıkılmamış ise, hep burada ağırlıyor bizleri. Ama kışın, girişin sağında kalan, pencereleri dış avluya bakan, bir tarafı boydan boya gömme dolaplı, bir tarafı yüksek camlı geniş oturma odasında oturuluyor. Üst kata çıkan merdivenlere bakan küçük pencereyi zaman zaman açıp, ısıyı evin diğer bölümleri ile paylaşıyorlar çok soğuk olmayan havalarda. Bu pencereye en yakın mesafede ise büyük kömür sobası kurulu..


Biz odun sobası ile geçirirken kışımızı, onlar kömür sobasının ısısı ile salınırlardı bu koca evde..

Onlarda kömür atma kovası,
Bizde odun karıştırma maşası..


Dediğim gibi ev kestane kokuyordu. Mis gibi. Hamdi bey amca ile babam, annem ile Havanım teyze başladılar hararetle sohbete. Biz Nermin'le kartpostal oynayacağız.

Nermin'in bir yığın kartpostalı var. Manzara resimleri, şehir, bebek ve çocuk resimleri. Ev hayvanlarının ve kuşların resimleri. En güzelleri de simli kar ve yeni yıl kartları..

   

Hareket eden vapurda, gözün takip ettiği en kocaman köpüğü tuttum dedikten sonra, dağılıncaya kadar, en fazla sayı sayanın bir dilek tutma hakkı doğuyor ya (gerçi tek başına oynarken kaça kadar saydığın önemli değil her halükarda tuttuğun köpük dağılınca dilek tutabiliyorsun) ; kartpostallarla da buna benzer bir oyun oynuyorsun..





Kartpostal veya oyun kartları(iskambil) nı, üst üste koyarak kuleler yada kaleler yapıyorsun. Elindeki tüm kartlar ile yıkılmayan bir bina inşa edersen (ister üst üste, ister dizili yeter ki birbirine değsin) ve oyun başlarken kararlaştırdığınız sayıya kadar rakibiniz sayarken kartlarınız yıkılmaz ise kazanıyorsun. Dileklerin gerçek oluyor:))

Güzel oyun..

Başladık kartları paylaşmaya:

-Ceylanlı-karlı-rengarenk ışıklı, simli kart onun.
-Karlı-kuleli-orman şatolu, simli kart onun.
-Geyikli kızaklı-gülen beyaz sakallı dedeli (noel baba), hediye paketli, simli kart onunnn.:((
-Üstü simli tombul, şirin bebekler, hayvanlar, evler kısacası tüm güzel kartlar onun...

-Vapurlu-saat kuleli-köşesinde İzmir yazan düz kart benim.
-Ağlayan çocuklu-düz kart benim.
-Islak kedi-köpek-kafeste kuş resimleri olan düz, parlak kartlar benim.
-Yazılarını okuyabildiğim: Ru-me-li Hi-sa-rı, An-tal-ya, An-ka-ra, Top-ka-pı Sa-ra-yı, A-nıt-ka-bir O Öl-me-di yazan bir amcanın (ATATÜRK amca) ve bir binanın resmi olan düz, parlak kartlar ile kıyısı köşesi kırışmışlar benimmm:(((

Bir tane bile simli kartım yok. Karlı resmim, mutlu yüzlerim..

Yok, yok işte.

Güzeller hep Nermin'in.

Başladık kuleler yapmaya. Ben ilk kez yapıyorum. Bir-iki kartı koyuyorum yan yana, hoop yıkılıyor. 



Kale de yapsam, kule de yapsam parlak kartlar veya kırışık kartlar birbirini tutmuyor. Nermin'e bakıyorum da elindeki kartlar bitmek üzere. İki katlı kulenin dibine birde kale yapmış. Biraz değiyor kuleyle kale birbirine, Nermin'in keyfi oldukça yerinde.

Bir oynadık o birinci.
İki, üç, dört,....
Hep o birinci. 

Birinci olmaktan geçtim, ikinci katı bari inşa edebilseydim!!.

Neredee..

Başladım ağlamaya.

Nasıl olsa at istemiyorum, ağlayabilirim.

Nasıl olsa kendi yapamadığım bir şey için ağlayabilirim.

Nasıl olsa babam burada ağlayabilirim.

Nasıl olsa bağıra-bağıra değil, içli-içli, sessiz- sessiz ağlıyorum, ağlayabilirim..

Babam kartlarım simli değil diye ağladığımı anladı:

*ağlama kızım, en güzel kart sende. Niye ağlıyorsun ki. Seninkinde Atatürk var, bak Nermin'de yok..Ben sana anlatacağım bir gün Atatürk'ü..

Sustum mu?. Yoo.
Devam ettim sessizce ağlamaya. Ya dileklerim gerçek olmazsa..

*zaten ben biliyorum Atatürk amcayııı. Düşmanları denize attı..

Hamdi bey amca kızgın kızgın baktı Nermin'e:

*neden ağlattın çocuğu?
*ben ağlatmadım beybaba.
*niye ağlıyor öyleyse masum.

-masum ne ki?.

*kule yapamadı diye.
*almışsın tırtıklı kartları kendine, tabi yapamaz çocuk. Bir daha oynayacaksınız şimdi. Ver kartlarını çocuğa, sende onunkileri al.

Bu kez Nermin başladı ağlamaya. Sessiz sessiz. İçli içli...

Benim yüzüm güldüm. O ağladı.

Havanım teyze, anneme baktı. Göz kırptı, olur böyle şeyler, onlar çocuk dedi.

Annemse bana baktı.

Dışarıda hala yağmur yağıyor, gök gürlüyor, şimşekler çakıyor. Bir yerlere yıldırım düşüyor..

Annem bana baktı, gözlerinde şimşekler çaktı.

Yarın sabah bir yerlerime yıldırımlar düşecek..
Nereme mi?..
Bilmem, bunu annemin yarın sabah ki ruh hali belirleyecek...

../. 

   

09 Temmuz 2012

TEK KELİMEDE SEN BUSUN DER MİSİN? LÜTFENnn:))




Beni tek kelimede anlatacaklarmış!!!!


Haydi anlat bakalım. 


Tek kelimede ben neyim?..


-Şimdi yorumlara gireceksiniz, tek kelimede sen şusun diyeceksiniz.
-Sonra tüm yorum bırakanlar kendi kapılarının çalınmasını bekleyecekler. Onları da, onların takipçileri anlatacak TEK kelimede..
-Kulaktan kulağa fısıldayacaksın, tek kelime oyununu duyuracaksın.


Öncelikle benim kapımı çalanları tek kelime ile tanımlayayım:


*Sade ve Derin: Don Kişot
*Dayatmalarda Kayboluş: Organizatör


Kimlerin kapısını çalıyorum: Tüm kapımı çalanların:))


Çal, çalacak, çaldı, çalmıştır, çalınmıştır, ..., ...,
Hadi git yorum köşesine,
Gitmezsen bak halime, nasıl kaldım tek başıma:((




Ölüm bile olsa, BİZ HİÇ AYRILMASAK..


06 Temmuz 2012

YA YEŞİLE HAYRAN KALMAK, YA DALGA SESİ İLE UYUMAK..






Biraz reklam gibi olacak ama, PRONTO TUR'u seviyorum:)




Yıllar önce iki kızımı, bizden ayrı tatile gönderdik. Pronto ile İtalya'yı gezdiler doya doya. Venedik, Roma, Milano, Floransa...
Rehberler çok ilgilenmişler. Programda yazan her yere götürmüşler. Program harici serbest zamanlarda, ekstralara katılmadıklarında da nerelere gidebilecekleri konusunda yeterli bilgi desteğinde bulunmuşlar. Çok severek, çok mutlu döndüler..










Aradan geçti bir süre, bu kez koştuk Benelux'e :) 
Bir çok  ülkenin birçok şehrini gezdik, çok güzel yerler gördük. Çok da güzel anılar biriktirdik.. 




Sıra geldi gemi turlarına.Haydi gidelim Ege'nin adalarına:( 


Niye bizim değil ki o adalar dedik, Ocean Majesty ile mavi sularda nazlı nazlı gezindik..








Güvertede halay çekenleri izledik, gecenin neşesi ile uykuyu gün doğumuna kadar erteledik..


Dalgaların sesinde uyumak, her sabah yeni bir limanda uyanmak..


Doyamadım bu keyfe..


Gemi; birçok tur şirketinin yolcularının bir arada katılmaları sebebi ile çok kalabalıktı. Dolayısı ile sadece Pronto Tur'a ait değil, başka şirketlere bağlı rehberler de olduğundan,çeşitli aksaklıklar oldu. Şikayetlerimizi tur bitiminde Pronto'ya ilettiğimizde, bir çok kez arayıp gönlümüzü aldılar. 
Aksaklık onların rehberlerinden değildi. Daha doğrusu tüm rehberleri Avrupa'da görevli olduğundan, bu kısa tura görevlendirdikleri kişiler, Pronto'nun çalışma prensiplerini bizlere yansıtamadılar.. 


Turun geneli nasıl mıydı? çoook güzeldi çok:))


Dalga sesi ile uyumak, dalga sesi ile uyanmak unutulmaz, unutulmaz. 


Kalbe dolan ilk bakış da unutulmaz, mehtap da ilk sallanış da..:)) 


Hele hele benim gibi uçaktan, gemiden, hızlı giden, sallanan her şeyden korkan biri için bile güzelse, herkes için de güzeldir. 





Bakarmısınız şu fotografın köşeciğinde çıkan yüze. Ne kadar mutlu değil mi?.

Sana; Budapeşte, Viyana, Prag. 


Bana da şu nehir turlarını bırak.  


      
LETON GOP-ANKARA'ya da ilgilerinden dolayı teşekkürler...

05 Temmuz 2012

KEDERLERİMİ SEVDİRDİNİZ BANA...





Ey affetmeyi seven Rabbim, sil gözyaşlarımı,

Sen teselli et beni.

Serinlik sun şu bağrıma.

Vardır bunda da bir hayır..

Hayırlı KEDERLERİMİ sen sevdir bana.

Tıpkı geceye saçılan yıldızlar gibi,

Ömrüme ışık olsun, sıkıntı anlarımda ettiğim dualar.

HÜZÜNLERDE OLGUNLAŞTIR BENİ..

Cahilim çok cahilim.

Sen yolum ol, sen sonum ol.

Hz.Mevlana.




Kederlerimi sevdim..
Hüzünle olgunlaştım.

Yazmak yolum oldu,
Ödülünüz mutluluğum.

Sevginiz; en sevdiğim sonum..

Teşekkür ederim oylarınıza..
Teşekkür ederim tevecühlerinize.

Teşekkür ederim.
Teşekkür ederim 'Dayatmalarda Kayboluş' a

KAYBOLDUM MUTLULUK YAĞMURLARINDA...

04 Temmuz 2012

BERAAT BEREKETİ İLE DOLSUN AVUÇLARINIZ..





Bugün; içinde bulunduğumuz Mübarek üç ayların sonuncusu Ramazan-ı Şerifin bize bir adım daha yaklaştığını müjdeleyen günlerden birinde, Yaradan Yüce Allah’tan (c.c) af, arınma ve beraat dileme gecesi olan, Beraat Kandilini idrak ediyoruz.

Bu güzel, bu insanlığın affına vesile olabilecek, bu semaya dönen ellerin beraatın bereketi ile dolabileceği, Kandilimiz Kutlu olsun, gecemiz hayırla dolsun.

Dualarınız ve dualarımızla nice Kandillerde buluşuruz inşallah...


02 Temmuz 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. - 27





Ocak 2012
**********

Aradan geçen birkaç hafta hatıraların kafamda şekillenmesi ile geçti.

Yavaş yavaş hatırlıyorum her şeyi. Aslında bu ifade yanlış oldu. Hep hatırlıyordum çocukluk günlerimi ama herşey parça pünçük. Bir oradan bir buradan. Bir üç yaşımdan, bir on üç-on dört yaşımdan. 

Kafamdaki rap rap diyerek gelen ayak seslerine kulak kesildim:
* Yaz, yaz, yaz. Hatıralarının sendeki izlerini yaz. Hatırladıklarını yaz. Doğru yaz. Hepsini yaz. Seni üzenleri yaz. Mutlu edenleri yaz. Korkularını yaz. Mutluluklarını yaz. Özlemlerini yaz. Hayallerindeki seni yaz. Olduğun seni ve olamadığın seni. Ne yazarsan yaz.

Unutmamak için. Unutulmamak için..

Hatıraların Ayak İzleri böyle doğdu. Yazmaya karar verdiğimde hatırladığım kadarıyla en geriye gitti zihnim. Ve treni, tren yolculuğunu o zaman hatırladım. Yazdıkça yazasım geldi, anlattıkça anlatasım. 

Yazdıkça hatırladım, paylaştıkça rahatladım. Bazen yazdıklarıma, hatırladıklarıma en çok yine kendim ağladım.

Hatıraların ayak izleri dedim. Çoğul.. Daha tuşlara ilk dokunduğum anda bunun bir-iki anı anlatma ile sınırlı kalmayacağını anlamıştım. İzler o kadar sık ve derindi ki; bir, iki üç, on, yirmi, yirmi beş.. devamı geldikçe anladım, her bölümde biraz daha büyüdüm.

***

Yağmur şiddetini arttırdıkça, annemin akan çatıya kızgınlığı da artmaktaydı. Evdeki tüm leğenleri, kovaları, sinileri üst kattaki ön odaya ve yatak odasına paylaştırdık. Sini-kova koyamadığımız yerlere naylonlar serdik.
Üst Kat

Koş in mutfağa leğen getir, koş çık yukarı kova götür. Ben bile yoruldum yağmur. Sen yorulmadın mı?. 

Üst katı yağmurdan koruma tedbirlerini aldıktan sonra, hep birlikte inerdik aşağıya. Ablam evli. Hep birlikte derken kastettiğim annemle babam, birde ben. Canım babam..
Alt Kat
Ben en çok alt katta ki odamızı seviyorum. Bunun birçok nedeni var. Şimdi akşam ama ben gündüzden başlayayım saymaya:

-Sokak kapısı yakın. Alt kat penceresinin önünde oturup yağmuru ve Hamdi bey amcaların evini rahat izleyebiliyorum. Üst kattaki pencereden yeteri kadar göremiyorum ve odanın balkonuna çıkmam da yasak.

-Zaten çıkmaz sokağın en dibindeki küçük evde oturuyoruz, pencereden sadece kapımızın önü görünüyor diye üzülüyorum. Burada oturursam hiç olmaz ise sokakta bağırıp çağıran çocuk sesleri olursa hemen duyuyorum ve çıkıyorum kapıya.

-Alt kattaki küçük odada ayna var. İstediğim zaman sandalyeye çıkıyorum ve kendimi seyrediyorum. Ayrıca duvardaki kurmalı antika saati çok seviyorum.

-Kapı çalındığında koşarak gidip açmak daha kolay.

-Akşamları yukarıdan aşağıya tuvalete yanlız inmeye korkuyorum. Sıçan çıkacak, altımı ısıracak diye. Halbuki alt odada oturursak babamın, annemin, radyonun sesini duymaya çalışmaktan sıçanların sesini duymuyorum.

-Akşam yemeğinden sonra şavkımızı gören Hamdi bey amca hemen ıhlamur veya çay içmeye çağırıyor bizi. Tabi bende Nermin ile kartpostal oynuyorum..

***

Karnım acıkmasa, uykum gelmese, ne iş yerinde nede evde beni yazmaktan alıkoyan görevlerim olmasa.

Yazdıkça yazmak, yazarken tekrar tekrar yaşamak. Yirmi beş sayfa yazmışım, kim bilir ne çok şeyi de anlatmadan atlamışım. Yada hatırlayamamışım..

Mesela; hep Gülseren ablalardan, Havanım teyzelerden, Müzeyyen Hanım teyzelerden bahsetmişim. Nadiren de başkalarından. Halbuki çok olaylar, çok tanıdıklar, çok komşular, çok hüzünler, çok sevmeler, çok sevilmeyi düşlemeler de var anılarımda..

Mesela; köpük tutmacayı sonra anlatırım demişim ama anlatmamışım hala.

Mesela;cimciklenmelerimi, çamaşır sopası ile tanışmamı, çirkinsin yakıştırmalarını anlatmışım da, sevgiyle okşanmalarımı, kucaklanmalarımı, çok akıllı bu çitlenbik diyenleri fazla hatırlamamışım, fazla anlatmamışım..

Yokkii, daha doğrusu; takdirsel söylemler annem ile ablama ait değildi. Bu yüzden eksi izler derinde, artı izler balon gibi uçmuş gitmiş gökyüzüne..

Mesela; Faylat ne zaman ve nasıl girecek hayatıma şuan bilmiyorum. Çünkü hala ilk, bir-iki yıl etrafında dönüp duruyor anılarım.

Üç yaşında başlayan bu hikaye, dört beş yaşını ancak bulabildi yirmi beş bölümde..

Yirmi altı, yirmi yedi anılara bir gidip bir gelmeli..

***
Kapı çalınıyor. Nermin geldi herhalde. 


*cicianne, bize gelecekmişsiniz. Babam çağırıyor.
*tamam, tamam kızım geliriz. Zaten evde ne oturacak yer kaldı, ne yatacak yer var...
./..