Görmek için.. -46
İsimlerini hatırladıklarımı yazdım, hatırlayamadıklarımı XErkek veya XKız ile isimlendirdim.
OTURANLAR:
İLK SIRA (12 Kişi): 1-XE - 2-Tülay Ertek (ah Tülay ah.) - 3-Emine - 4-XK - 5-XK - 6-XK - 7-Nurcan - 8-Derya - 9-Meltem - 10-Sarı Emine - 11-Taner (ikizi var) - 12-XE
İKİNCİ SIRA (13 Kişi): 1-XK - 2-İpek - 3-Deniz - 4-XK - 5-Bülent (Sınıf Başkanı) - 6-XE - 7-XK - 8-XE- 9-Hatice- 10-XK- 11-XE- 12-XE- 13-XE
ÜÇÜNCÜ SIRA (12 Kişi): 1-XE - 2-XE- 3-XE - 4-Gönül (Akbank Konak Şb.Müdürünün kızı) - 5-Caner (Taner'in ikizi)- 6-XE - 7-Mine (ikizi var) - 8-BEN (saçı bantlı, iyi gören gözünün bakış açısısını ayarlayabilmek için başı ve gönlü biraz eğik; ben) - 9-Faruk - 10-XE - 11-XK- 12-XE
AYAKTAKİLER: (17 Kişi)
1-Emine (Mine'nin ikizi) - 2-XE - 3-XE- 4-XE- 5-Hasan - 6-Tufan - 7-Elvin Duman (Konak Duman Pastahanesinin sahibinin kızı) - 8-Fazilet - 9-Yavuz - 10-Öğretmenimiz Cahide Sonku- 11-Yaman - 12-Okul Müdiresi (beyaz saçlı ve Yaman ile XE nin arkasında) - 13-XE - 14-Nurcan - 15-Emine - 16-XK - 17-Günay
Bir daha hiç ikaz ettirmedim Öğretmenime, kendimi..
Bana yaramaz kız demedi.
Diyemedi..
Tahtayı net göremesem de, öğretmenimi istediğim gibi işitemesem de asla yerimden kalkmadım.
Çizgiler bitti. Fişler, Cin Ali'ler, toplamalar, çıkartmalar gösteriyor öğretmenim. Yerimde oturursam iyi göremiyorum.
Oturdum. Diğer çocuklar çizgileri çizerken ben çoktan bitirip, camdan gördüğüm kadar bulutları seyreder olmuştum.
Onlar Fişleri yazmak ve okumak için uğraşırken ben işimi bitirip hayallere dalmıştım bile..
Toplamayı, çıkartmayı, çarpmayı, bölmeyi öğretirken 'sevgili öğretmenim' hiç kalkmadım yerimden.
Bildiğim kadarını bilmeye devam ettim, duyduğum kadarını öğrendim.
Yaramaz! imajımı değiştirebilmek için kapandım kendi içime.
Kısacası pısss'tım.
İlk kurdelayı almak için diğer bir iki arkadaşımın okumasını bekledim.
Olsun..
Yaramaz değilim ya..
İlk ve tek alan olacağıma, ilk kurdelalarını takan 5 kişiden biri oldum:(
Olsun..
Artık yaramaz değilim ya!.
Sınıfta okuyanlar çoğalınca, Sınıf Başkanı dahil birçok Eğitsel Kolların seçimi yapılacaktı. Seçim günü, ümitle baktım öğretmenimin gözlerine.
O gözlerde ben yoktum..
En azından Sınıf Başkanı, Başkan Yardımcısı veya herhangi bir görevlendirmede adım geçmeyecekti. Anladım..
Okuma-yazmada Tülay, aritmatikte Bülent ile Yavuz, temizlikte ve okulun ihtiyaç duyabileceği araç-gereç temininde velisinin ilgisini sağlayabilen ise Meltem, İpek, Gönül, Derya, Deniz gibi çocuklar bana göre daha popülerdiler.
Beni kim ne yapsın.
Boyum uzun, saçım gür ve kıvırcık, gözüm şehla, azıcık da az mı işitiyorum ne?..
Evladı maneviyim ben.
Beni kim ne yapsın?.. Öğretmenim niye sevsin?.
Bülent Sınıf Başkanı oldu. Tülay, Başkan Yardımcısı ve Kitaplık Kolu Başkanı. Meltem Temizlik Kolu Başkanı ve Taner-Caner ikilisi Araç-Gereç Başkanı..
Öğretmenim okuyor.
Liste devam ediyor.
Ben yokum.
Beni kim ne yapsın?.
Çirkin Ördek Yavrusu..
Yaramaz bir kız..
Hiç yaramazlık yapmıyordum halbuki. Kimsenin defterini yırtmıyordum. Kimsenin saçını çekmiyordum. Kimseye vurmuyordum. Kimsenin herhangi bir şeyini saklamıyordum..
Tek istediğim 'Aferin' almaktı. Öğretmenimin beni 'Sevmesi'idi. Saçımı okşaması, ne güzel yazmışsın demesiydi.
Tek istediğim 'Tahtayı Görmek'ti.
Herkesten önce yazmak, herkesten önce başarmak..
Bülent aritmatikte, Tülay hemen hemen herşey de ya beni geçtiler, ya da başa baş yarıştılar..
Tek istediğim tahtayı görmekti ama adım sınıfı ayaklandıran yaramaz kıza çıktı.
Pıstım.
Kabuğuma çekildim.
Öğretmenimin diğerlerini en azından birçoğunu benden fazla sevmesini seyrettim..
Taaa ikinci sınıfa geçinceye kadar..
Taa öğretmenim 'Evladı Manevi' olduğumu fark edene kadar..
Yaz günlerinin sıcağı ile koyun koyuna, öğle uykularına yatmak zor geliyordu.. Ama babam daha önceleri de anlattığım gibi öğlene kadar pullarını satıyor, öğleden sonra evde oluyor, öğle yemeği, hesap kitap bitince de geçiyoruz şekerleme saatine.
Akşam üzeri güneşin feri kaçmasa bile biraz ferahlayınca çocuk sesleri sokakları dolduruyordu. Babam haydi sende çık sokağa derdi. Bazen de haydi şöyle deniz kenarına inelim der sahilde gezdirir, dondurma yedirir, hatta annem ve ablam duymadan sinemaya götürürdü.
Annem ise, bir sokak, iki mahalle nasıl denk gelirse beni konu komşu, eş-dost-ahbaplara gönderirdi:
*.... teyze müsaitseniz, bir işiniz yok ise annem size oturmaya gelecekmiş dedirtmeye.
Annem gezmeyi severdi, gittiği yerlerden 'Nakış' veya 'Hatim İndirme' sipariş alırdı. Hediyesi mukabilinde. Yakın komşularımız bir tarafa, birkaç sokak ötede veya başka semtlerde oturanlar en çok gitmeyi sevdiklerindendi.
Bazen de farklı semtlere, akraba ve tanıdıklara daha uzun ziyaretler yapılırdı. Eğer uzak semtlere ziyaretlere gidilecek ise o gün kahvaltı ve ev toplama işleri hızlıca halledilip öğle saatlerinde çıkılırdı yola. Tabii bu durumda şekerleme uykusu o gün kalkardı rafa..
Kimlere, kimlere gidilmezdi ki?. Şimdi geriye dönüp baktığımda keşke her gittiğimiz aileyi, evi, orada yaşayan tüm bireyleri isim isim, semt semt hatırlasaydım diyorum..
Neden bu kadar geçmişimi seviyorum, hatıralarıma bağlandıkça bağlanıyorum?. Bilmiyorum. Lakin hatırlamayı seviyorum..
Dolu dolu bir yaz tatiliydi. İzmir'in sıcak bunaltıcı anlarını başka il veya civar ilçelerin serinliği ile bertaraf ettik. Birçok akrabamızı ziyaret ettik. Birçok hasrete son verdik.
Mesela Saadet anama, Kamil babama gittik. Kardeşlerimi artık kardeş olarak ziyaret ettim. İlk gittiğim zamanı tekrar hatırladım da; o zamanlar bana herkes 'ah guzum' derken ve bulunduğum ortam ile organik bağımı gizleyip acıma ile şefkat gösterirken şimdi yanımda rahat konuşmanın verdiği ferahlama ile ismimi söylediler. Hoş geldin dediler..
Koyunları kuzuları sevdim. At'a eşeğe bindim. Toz yuttum. Çamur oldum. Tezek topladım.
Bol bol ana kokladım..
Yüreği derya deniz.. -48
Yaz bitti.
Her şey güzeldi.
Daha doğrusu memlekete gitme bölümü çok güzeldi.
Anama doydum, köylü kızı oldum.
Tulumba çekmeyi, eşeğe binmeyi, mercimek yolmayı, tezek toplamayı, bastırık açmayı, koşan koşmayı, at arabası sürmeyi... ya öğrendim, ya sadece gördüm ya da bundan sonraki yaz tatillerinde öğrenebilmek, yapabilmek umudunu gönlüme ektim..
Özüm de vardı, kile çamura bulanmak, tozu toprağı yutmak, yeşili sarıyı kucaklamak..
Ben bir köylü kızıydım.
Şehir hayatı giyimimi, konuşmamı, oynadığım oyunları, yediğimi, içtiğimi değiştirmiş olsa da; ben bir köylü kızıydım. Ve sürekli yaşamadığım bu hayat çok cazip geliyordu küçük yüreğime..
Yaz bitti, kâh İzmir'de, kâh köyümde.. Okullar açılmasına yakın döndüğüm evimde sonbahar hazırlıkları başlamıştı bile..
Annem; Kamil babamın beni bırakmaya gelirken getirdiği: köy bulgurunu, esmer buğday ununu, peynir ve tereyağını, küpteki koyun yoğurdunu, mercimek, fasulye, nohut, toz kimyon, kavurma, toz şeker, alıç, pekmez, tahin, çemen, yufka ekmek gibi birçok şeyi tel dolabımıza (buzdolabımızı '1970-71' yazında almış mıydık yoksa 1972 yılında mı buzdolabı aldık tam hatırlayamadım) ve üst kata çıktığımız merdivenlerin kıvrım bölümündeki yüklük veya kiler olarak kullandığımız taş sekiye yerleştirdi.
Ah güzel Saadet anam, Kamil babam. Belki kendileri bile bu kadar bol yiyemez iken çuval çuval erzak getirdiler bizim eve. Çocuğumuz yesin. Yengem iyi davransın, Behire iyi davransın diye. Naim babamdan (büyük dayım) endişeleri yoktu ama annemden ve ablamdan bana davranışları konusunda kuşkuları vardı biliyorum..
Erzaklar bolken annem birçok kış hazırlığında bunları kullandı. Reçeller yaptı mesela. Tarhanalar, erişteler..
*Okullar açılmadan, Vecdi'ler tatilden dönmeden ahretliğimi ziyaret edeyim dedim..
Kapıda; Şadiye hanım teyze ve elini sıkı sıkı tuttuğu kömür gözlü güzel torunu Derya..
Şu fotoğrafa iyi bakın. Asil bir duruş, şık bir saç. İşte Şadiye hanım teyzem de böyle idi. Bu saç modelinin aynısı gümüş rengi almış kısa kır saçlarına çok yakışıyordu. Onu ne zaman hatırlasam gördüğüm en şık orta yaşlı hanım derdim.
Ablamın düğünündeki bu beyaz saçlı hanıma her baktığımda, Şadiye hanım teyzem galiba diyorum. Çok emin değilim. Gözlerimin önündeki görüntü az biraz daha farklı. Bazen her insan fotoğrafında bire bir benzemiyor kendine..
Şadiye hanım teyzemin saçları dışında beni etkileyen iki şey daha var hatıralarımda. Biri dışarı çıkarken sürmeyi asla ihmal etmediği ve dudaklarına çok yakışan kıpkırmızı ruju ile şık tayyörleriydi. Özellikle lacivert tayyörü. İçine giydiği beyaz bluz ve boynundaki kırmızı, lacivert puanlı ipekten eşarp fuları.
Eylül başının tatlı sıcağı çökmeden torununu da alıp bize gelmişti yine Şadiye hanım teyzem. Fahri ve Derya'ya ayrı bir düşkündü. Belki de küçük oğlu Orhan bir türlü evlenip yuva kurmadığından, Vecdi ve onun çocukları yavaş yavaş yaşlılığa doğru yol almaya başladığı bu yıllarda bir meşgale, bir ilk ve son torunlar daha bir sevilir tanımlamasının ispatı gibiydi. Nesrin ve Nermin'in en büyük abisi Reha ve Melih(ismini hep yanlış hatırlıyorum gibi geliyor ama!) nasıl ilk torunları olduğu için çok seviyorsa, Derya ve Fahri'yi de son torunları olarak görüp ayrı bir seviyordu. Tabii bu durumdan Nermin-Nesrin kardeşler şikayetçiydi. Büyükannem bizi yeterince sevmiyor, onun göz bebekleri abilerimiz ve amcamın çocukları diye..
Şadiye hanım teyzemin yerinde ben olaydım; bende Derya ve Fahriyi çok severdim. Çok asil yetiştirilen, çok uslu, çok naif, çok da güzel çocuklardı. Fahri'nin burnunun üstündeki çilleri, kaymak gibi beyaz teni, usluluğu ve aldığı sanatsal eğitimler herkesin ona hayran kalmasına neden oluyordu.
Derya!, o başlı başına taş bebek. Öyle tatlıydı ki. Öyle uslu, öyle iyi kalpli, öyle sessiz..
Babaannesi ile sık sık gelirlerdi. Benim en hayran olduğum arkadaşımdı. Yaşıttık Derya ile. O da benim gibi 2'ye geçmişti. Ne Havanım teyzenin Nermin'i ne de Gülseren ablanın Nermin'i gibi benden büyüktü, ne Nesrin gibi mızmız, ne diğer komşuların çocukları (Ayla, Fatih, Ayhan..vs) gibi yaramaz. O çok uslu bir çocuktu. Bakışları bilmiş bilmiş(zeki çocuk bakışı) göz çukurlarında etrafa bakarken, yuvarlak camlı gözlüklerine hep imrenmiştim. Benim de olsa diye. Çünkü Derya onlarla daha güzel gördüğünü söylerdi..
Benim 3-3,5 yaşında İzmir'e geldiğim günden beri bir tek plastik bebeğim vardı. Sıkı sıkı sarıldığım, kendimi ona ana yaptığım, kâh arkadaşım, kâh sırdaşım: taş bebeğim. Derya'nın evinde nice güzel bebekleri ve oyuncakları olmasına karşın, getirmezdi bize. Benim bebeğim ile oynardık, benim bebeğimi ayağımızda sallardık. Bazen elinde ki mendilden tavuk yapardık bir tavuğu sallardık, bir naylon bebeği.. Hiç kavga etmezdik. Benim uyumluluğumdan mı?. Yoo!. Derya'mın asaletinden. Annem ile onun büyükannesi sohbet ederken hiç çıt çıkarmazdık. Usul usul, uslu uslu oynardık. Öğlen olmuşsa yemeğimizi yer öğle uykusuna yatardık. Akşam üzeri annem ona alışkın olduğu üzere sadeyağ-reçel ekmek sürerdi, bana da salça ekmek. Onun ekmeğinden canım çekerdi. Ama annem bana yağ reçel ekmek yapmazdı. Kim bilir yağ ve reçel daha kıymetliydi herhalde. Reçel, misafir çocuklarına, evlatlıklara naneli salça ekmek..
Benim gözüm kalırdı, acaba yağ-reçel ekmeğin tadı nasıldı?..
Derya:
*kapının önünde oturup yiyelim mi? dedi.
*olur, ama annem kızmasın, sen izin al.
Derya izin aldı, kapının önüne çıktık. Ona küçük minder koydum, ben eşiğe oturdum. Uslu uslu ekmeğimizi yemeye başladık.
*benimkinden ister misin?.
*isterim ama :(
*al bir kere ısır.
*sen de benimkinden ısır:)
O benimkinden ısırdı, ben onunkinden. Onun ağzının kenarı salça oldu, benim ağzıma reçel tadı doldu.
*ziftin pekini yiyesice, kandırdın mı çocuğu?. O misafir!.
Zaten bir ısırıktı topu topu, onu da yutamadım. Yutacağıma ağzımdaki lokmayı, korkudan çıkarıp çöpe attım.
Biz hiç reçel yemez miydik, kahvaltıda?. Yerdik. Yağ?. Bak onu yemezdik. Ekmeğe sürmezdik. Sadece yemeğe konurdu sadeyağ. Margarini ise hiç bilmezdik. Zeytinyağının içine kekik döker, limon sıkar, ekmek banardık. Peynir zeytin ise çok kıymetliydi.
En az 3 lokmana katık edeceksin zeytini derdi annem. Reçelin suyuna az ban, tanelerini bitirme, yağa değdir çek ekmeğini. Peyniri zaten kış aylarında sobanın içine maşa sokar kızartırsam yiyebiliyordum. Böyle sobaların olmadığı zamanda peynire el sürmezdim. Yumurta?. O nasıl bişey ki?.
Yağ-reçel ekmeğin tadını merak ederdim. Çocukluk işte.
Komşu kadınlar, camdan cama seslenirdi akşam üzeri:
*Komşuuu!. Huu. Çayım taze, çocuklara da yağ-reçel ekmek yaptım. İn kapıya da akşam sefası yapalım..
*Evladım koşma, terleyeceksin, sonra soğuk su içiyorsun, hasta oluyorsun. Gel bak yanıma, yağ ekmek yaptım sana..
Bence o ekmeğin tadı değildi merak ettiğim. Ne mahalledeki çocuklar, ne de Derya yerken. Asıl merak ettiğim, annelerin bunu çocuklarına nasıl oluyor da söylenmeden hazırlayıp yedirdikleri. Benim annem niye öyle değil ki?.
*üzülme dedi, Derya'm. Bir lokma sakladım sana.
Ama benim çoktan iştahım kaçmıştı arkadaşım..
Not: Bu gün hâla çok güzelmişsin. Sevgili Google'dan aradım buldum seni. Fotoğraflarına baktım, sana hayran kaldım. Sonra tablolarını gördüm. Şahane tablolar yapan bir sanatçı olmuşsun. Eee çocukluğundan belliydi, hani derler ya 'Olacak çocuk, çekirdeğinden bellidir'. İçim bir tuaf oldu.. geçmişten bir iz, nereden hatırlayacak ki? beni diye düşündüm. Şu satırlarda yazdığım kişiler unutmuştur bile beni. Ama ben unutmadım hiç birinizi..
Birgün Yine bir gün maillerimin arasında ben seni bildim, babaannesinin elinden tutup onun ahretliğine ziyarete gitmeyi çok seven çocuğu hatırladın mı? bil bakalım ben kimim mesajını görünce çok mutlu oldum. Birkaç isim saydım biri de sendin Derya'm. Çocukluk günlerimden, acı-tatlı hatıralarımdan tatlı bir esinti bıraktın gönlüme. Blog dünyasında değilsin, galiba tesadüfen rastladın yazılarıma. Rastladığın için teşekkür ederim. Beni bulduğun için teşekkür ederim. Daha sonra tekrar yazıp halimi hatırımı sorduğun için teşekkür ederim..
Gurur duydum seninle..
Sevgili Derya'm...
Tahtayı net göremesem de, öğretmenimi istediğim gibi işitemesem de asla yerimden kalkmadım.
Çizgiler bitti. Fişler, Cin Ali'ler, toplamalar, çıkartmalar gösteriyor öğretmenim. Yerimde oturursam iyi göremiyorum.
Oturdum. Diğer çocuklar çizgileri çizerken ben çoktan bitirip, camdan gördüğüm kadar bulutları seyreder olmuştum.
Onlar Fişleri yazmak ve okumak için uğraşırken ben işimi bitirip hayallere dalmıştım bile..
Toplamayı, çıkartmayı, çarpmayı, bölmeyi öğretirken 'sevgili öğretmenim' hiç kalkmadım yerimden.
Bildiğim kadarını bilmeye devam ettim, duyduğum kadarını öğrendim.
Yaramaz! imajımı değiştirebilmek için kapandım kendi içime.
Kısacası pısss'tım.
İlk kurdelayı almak için diğer bir iki arkadaşımın okumasını bekledim.
Olsun..
Yaramaz değilim ya..
İlk ve tek alan olacağıma, ilk kurdelalarını takan 5 kişiden biri oldum:(
Olsun..
Artık yaramaz değilim ya!.
Sınıfta okuyanlar çoğalınca, Sınıf Başkanı dahil birçok Eğitsel Kolların seçimi yapılacaktı. Seçim günü, ümitle baktım öğretmenimin gözlerine.
O gözlerde ben yoktum..
En azından Sınıf Başkanı, Başkan Yardımcısı veya herhangi bir görevlendirmede adım geçmeyecekti. Anladım..
Okuma-yazmada Tülay, aritmatikte Bülent ile Yavuz, temizlikte ve okulun ihtiyaç duyabileceği araç-gereç temininde velisinin ilgisini sağlayabilen ise Meltem, İpek, Gönül, Derya, Deniz gibi çocuklar bana göre daha popülerdiler.
Beni kim ne yapsın.
Boyum uzun, saçım gür ve kıvırcık, gözüm şehla, azıcık da az mı işitiyorum ne?..
Evladı maneviyim ben.
Beni kim ne yapsın?.. Öğretmenim niye sevsin?.
Bülent Sınıf Başkanı oldu. Tülay, Başkan Yardımcısı ve Kitaplık Kolu Başkanı. Meltem Temizlik Kolu Başkanı ve Taner-Caner ikilisi Araç-Gereç Başkanı..
Öğretmenim okuyor.
Liste devam ediyor.
Ben yokum.
Beni kim ne yapsın?.
Çirkin Ördek Yavrusu..
Yaramaz bir kız..
Hiç yaramazlık yapmıyordum halbuki. Kimsenin defterini yırtmıyordum. Kimsenin saçını çekmiyordum. Kimseye vurmuyordum. Kimsenin herhangi bir şeyini saklamıyordum..
Tek istediğim 'Aferin' almaktı. Öğretmenimin beni 'Sevmesi'idi. Saçımı okşaması, ne güzel yazmışsın demesiydi.
Tek istediğim 'Tahtayı Görmek'ti.
Herkesten önce yazmak, herkesten önce başarmak..
Bülent aritmatikte, Tülay hemen hemen herşey de ya beni geçtiler, ya da başa baş yarıştılar..
Tek istediğim tahtayı görmekti ama adım sınıfı ayaklandıran yaramaz kıza çıktı.
Pıstım.
Kabuğuma çekildim.
Öğretmenimin diğerlerini en azından birçoğunu benden fazla sevmesini seyrettim..
Taaa ikinci sınıfa geçinceye kadar..
Taa öğretmenim 'Evladı Manevi' olduğumu fark edene kadar..
Birçok insan vardı, şimdi yoklar.. -47
Bir öğrenim yılı bitti.
Birçok heves içimde kaldı. Karnem güzeldi. Babam çok sevindi. Akıllı kızım benim diye diye, dolu dolu bir yaz yaşattı bana..
Yaz günlerinin sıcağı ile koyun koyuna, öğle uykularına yatmak zor geliyordu.. Ama babam daha önceleri de anlattığım gibi öğlene kadar pullarını satıyor, öğleden sonra evde oluyor, öğle yemeği, hesap kitap bitince de geçiyoruz şekerleme saatine.
Akşam üzeri güneşin feri kaçmasa bile biraz ferahlayınca çocuk sesleri sokakları dolduruyordu. Babam haydi sende çık sokağa derdi. Bazen de haydi şöyle deniz kenarına inelim der sahilde gezdirir, dondurma yedirir, hatta annem ve ablam duymadan sinemaya götürürdü.
Annem ise, bir sokak, iki mahalle nasıl denk gelirse beni konu komşu, eş-dost-ahbaplara gönderirdi:
*.... teyze müsaitseniz, bir işiniz yok ise annem size oturmaya gelecekmiş dedirtmeye.
Annem gezmeyi severdi, gittiği yerlerden 'Nakış' veya 'Hatim İndirme' sipariş alırdı. Hediyesi mukabilinde. Yakın komşularımız bir tarafa, birkaç sokak ötede veya başka semtlerde oturanlar en çok gitmeyi sevdiklerindendi.
Arap Fırını Caddesi |
Çeşmealtı sokağının Kestelli Çarşısına çıkışı. |
Bazen de farklı semtlere, akraba ve tanıdıklara daha uzun ziyaretler yapılırdı. Eğer uzak semtlere ziyaretlere gidilecek ise o gün kahvaltı ve ev toplama işleri hızlıca halledilip öğle saatlerinde çıkılırdı yola. Tabii bu durumda şekerleme uykusu o gün kalkardı rafa..
Kimlere, kimlere gidilmezdi ki?. Şimdi geriye dönüp baktığımda keşke her gittiğimiz aileyi, evi, orada yaşayan tüm bireyleri isim isim, semt semt hatırlasaydım diyorum..
Neden bu kadar geçmişimi seviyorum, hatıralarıma bağlandıkça bağlanıyorum?. Bilmiyorum. Lakin hatırlamayı seviyorum..
Bahar Erdeniz. Rahmetli Dr.Aysun ona çok çok benzerdi.. |
Fahrettin Alpay Meydanında troleybüsten indiğimizde gittiğimiz ( bu ahbap veya akrabamızın, iki kızı vardı Nükhet ve Dr.Aysun eğer isimlerini yanlış hatırlayıp karıştırmıyorsam. Türk Sinemasının yıldızlarından Bahar Erdeniz'i seyrederken onu görmüş gibi olurdum hep. Yeni evliydi, 8-10 aylık bir kızı vardı ve ikinci evlenme yıl dönümü kutlaması için eşiyle İzmir Fuar'ında göl kenarında yemek yerken nefes borusuna kaçan minnacık bir peynir parçası yüzünden göçtü gitti bu fani dünyadan) ahbaplar, Buca'da saatçi Fevzi bey ve karısı Fikriye hanımların evi, Karabağlar'da Mukaddess ablaların evi, Hasan abi ve Hatice ablaların evi, yine Karabağlar'da mezarlığı geçer geçmez annemin akrabası (bu hanımın eşi ayakkabı imalatçısı idi ve bir oğlu görme özürlü..Ayakkabı imalatında deriyi yapıştırmak için kullanılan madde adamcağızın akciğer kanseri denen bir hastalığa yakalanmasına neden oldu. Yeni bir hastalıkmış ve tedavisi yokmuş. Genç yaşta vefat etti. Kadıncağız âma oğlu ve diğer yetişme çağındaki çocukları ile kala kaldı..Âma olan oğlu körler okulunda tanıştığı bir kız ile evlendi. İki özürlü genç, onların yeni doğan çocukları ve birçok sorumluluk .... teyzenin omuzları üstünde. İşte şükretmek için bir neden daha) bir hanım, Balçova'da çukulatacılar, Göztepe'ye varmadan Güzelyalı'da .... isminde yalıda oturan (denize sıfır bu malikaneye 'Yalı' denirmiş. Çünkü denizin kenarında minicik bir güneşlenme plajları birde küçük bir kayıkları var) bir aile, Varyant'ta bir yaşlı teyze ve erkek torunu, Kadifekale'de .... hanımların evi, Hatay Üçyol'da yeğeni Aysun abla ve Nihat abilerin evi(Çillidağ'lar ailesi), Bayraklı'da Hediye teyzemler, Kahramanlar'da Fikriye teyze ve Karşıyaka Alaybey'de Zekiye teyze (ablam boşanınca ikisi ile de uzun süre görüşmedik), yine Karşıyaka'da annemin ahretliği Şadiye hanım teyze, Gülseren abla... liste böyle uzar gider..
Güzelyalı-Göztepe sahil yolu yalıları |
Varyant |
Varyant'tan bir başka görünüş. |
Bunlar İzmir'de yaşayan hatırlamaya çalıştıklarım. Bir de Manisa'da, İstanbul'da ve babamın memleketinde ki akrabaları ile çok geniş bir çevreye dair isimleri hatırlamam elbette mümkün değil.
Dolu dolu bir yaz tatiliydi. İzmir'in sıcak bunaltıcı anlarını başka il veya civar ilçelerin serinliği ile bertaraf ettik. Birçok akrabamızı ziyaret ettik. Birçok hasrete son verdik.
Mesela Saadet anama, Kamil babama gittik. Kardeşlerimi artık kardeş olarak ziyaret ettim. İlk gittiğim zamanı tekrar hatırladım da; o zamanlar bana herkes 'ah guzum' derken ve bulunduğum ortam ile organik bağımı gizleyip acıma ile şefkat gösterirken şimdi yanımda rahat konuşmanın verdiği ferahlama ile ismimi söylediler. Hoş geldin dediler..
Koyunları kuzuları sevdim. At'a eşeğe bindim. Toz yuttum. Çamur oldum. Tezek topladım.
Bol bol ana kokladım..
Yüreği derya deniz.. -48
Derya'mın gönül deryasından.. http://www.deryavar.com/anasayfa.html |
Yaz bitti.
Her şey güzeldi.
Daha doğrusu memlekete gitme bölümü çok güzeldi.
Anama doydum, köylü kızı oldum.
Tulumba çekmeyi, eşeğe binmeyi, mercimek yolmayı, tezek toplamayı, bastırık açmayı, koşan koşmayı, at arabası sürmeyi... ya öğrendim, ya sadece gördüm ya da bundan sonraki yaz tatillerinde öğrenebilmek, yapabilmek umudunu gönlüme ektim..
Özüm de vardı, kile çamura bulanmak, tozu toprağı yutmak, yeşili sarıyı kucaklamak..
Ben bir köylü kızıydım.
Şehir hayatı giyimimi, konuşmamı, oynadığım oyunları, yediğimi, içtiğimi değiştirmiş olsa da; ben bir köylü kızıydım. Ve sürekli yaşamadığım bu hayat çok cazip geliyordu küçük yüreğime..
Yaz bitti, kâh İzmir'de, kâh köyümde.. Okullar açılmasına yakın döndüğüm evimde sonbahar hazırlıkları başlamıştı bile..
Annem; Kamil babamın beni bırakmaya gelirken getirdiği: köy bulgurunu, esmer buğday ununu, peynir ve tereyağını, küpteki koyun yoğurdunu, mercimek, fasulye, nohut, toz kimyon, kavurma, toz şeker, alıç, pekmez, tahin, çemen, yufka ekmek gibi birçok şeyi tel dolabımıza (buzdolabımızı '1970-71' yazında almış mıydık yoksa 1972 yılında mı buzdolabı aldık tam hatırlayamadım) ve üst kata çıktığımız merdivenlerin kıvrım bölümündeki yüklük veya kiler olarak kullandığımız taş sekiye yerleştirdi.
Ah güzel Saadet anam, Kamil babam. Belki kendileri bile bu kadar bol yiyemez iken çuval çuval erzak getirdiler bizim eve. Çocuğumuz yesin. Yengem iyi davransın, Behire iyi davransın diye. Naim babamdan (büyük dayım) endişeleri yoktu ama annemden ve ablamdan bana davranışları konusunda kuşkuları vardı biliyorum..
Erzaklar bolken annem birçok kış hazırlığında bunları kullandı. Reçeller yaptı mesela. Tarhanalar, erişteler..
***
*Okullar açılmadan, Vecdi'ler tatilden dönmeden ahretliğimi ziyaret edeyim dedim..
Kapıda; Şadiye hanım teyze ve elini sıkı sıkı tuttuğu kömür gözlü güzel torunu Derya..
Şu fotoğrafa iyi bakın. Asil bir duruş, şık bir saç. İşte Şadiye hanım teyzem de böyle idi. Bu saç modelinin aynısı gümüş rengi almış kısa kır saçlarına çok yakışıyordu. Onu ne zaman hatırlasam gördüğüm en şık orta yaşlı hanım derdim.
Ablamın düğünündeki bu beyaz saçlı hanıma her baktığımda, Şadiye hanım teyzem galiba diyorum. Çok emin değilim. Gözlerimin önündeki görüntü az biraz daha farklı. Bazen her insan fotoğrafında bire bir benzemiyor kendine..
Şadiye hanım teyzemin saçları dışında beni etkileyen iki şey daha var hatıralarımda. Biri dışarı çıkarken sürmeyi asla ihmal etmediği ve dudaklarına çok yakışan kıpkırmızı ruju ile şık tayyörleriydi. Özellikle lacivert tayyörü. İçine giydiği beyaz bluz ve boynundaki kırmızı, lacivert puanlı ipekten eşarp fuları.
Eylül başının tatlı sıcağı çökmeden torununu da alıp bize gelmişti yine Şadiye hanım teyzem. Fahri ve Derya'ya ayrı bir düşkündü. Belki de küçük oğlu Orhan bir türlü evlenip yuva kurmadığından, Vecdi ve onun çocukları yavaş yavaş yaşlılığa doğru yol almaya başladığı bu yıllarda bir meşgale, bir ilk ve son torunlar daha bir sevilir tanımlamasının ispatı gibiydi. Nesrin ve Nermin'in en büyük abisi Reha ve Melih(ismini hep yanlış hatırlıyorum gibi geliyor ama!) nasıl ilk torunları olduğu için çok seviyorsa, Derya ve Fahri'yi de son torunları olarak görüp ayrı bir seviyordu. Tabii bu durumdan Nermin-Nesrin kardeşler şikayetçiydi. Büyükannem bizi yeterince sevmiyor, onun göz bebekleri abilerimiz ve amcamın çocukları diye..
Şadiye hanım teyzemin yerinde ben olaydım; bende Derya ve Fahriyi çok severdim. Çok asil yetiştirilen, çok uslu, çok naif, çok da güzel çocuklardı. Fahri'nin burnunun üstündeki çilleri, kaymak gibi beyaz teni, usluluğu ve aldığı sanatsal eğitimler herkesin ona hayran kalmasına neden oluyordu.
Derya!, o başlı başına taş bebek. Öyle tatlıydı ki. Öyle uslu, öyle iyi kalpli, öyle sessiz..
Babaannesi ile sık sık gelirlerdi. Benim en hayran olduğum arkadaşımdı. Yaşıttık Derya ile. O da benim gibi 2'ye geçmişti. Ne Havanım teyzenin Nermin'i ne de Gülseren ablanın Nermin'i gibi benden büyüktü, ne Nesrin gibi mızmız, ne diğer komşuların çocukları (Ayla, Fatih, Ayhan..vs) gibi yaramaz. O çok uslu bir çocuktu. Bakışları bilmiş bilmiş(zeki çocuk bakışı) göz çukurlarında etrafa bakarken, yuvarlak camlı gözlüklerine hep imrenmiştim. Benim de olsa diye. Çünkü Derya onlarla daha güzel gördüğünü söylerdi..
Benim 3-3,5 yaşında İzmir'e geldiğim günden beri bir tek plastik bebeğim vardı. Sıkı sıkı sarıldığım, kendimi ona ana yaptığım, kâh arkadaşım, kâh sırdaşım: taş bebeğim. Derya'nın evinde nice güzel bebekleri ve oyuncakları olmasına karşın, getirmezdi bize. Benim bebeğim ile oynardık, benim bebeğimi ayağımızda sallardık. Bazen elinde ki mendilden tavuk yapardık bir tavuğu sallardık, bir naylon bebeği.. Hiç kavga etmezdik. Benim uyumluluğumdan mı?. Yoo!. Derya'mın asaletinden. Annem ile onun büyükannesi sohbet ederken hiç çıt çıkarmazdık. Usul usul, uslu uslu oynardık. Öğlen olmuşsa yemeğimizi yer öğle uykusuna yatardık. Akşam üzeri annem ona alışkın olduğu üzere sadeyağ-reçel ekmek sürerdi, bana da salça ekmek. Onun ekmeğinden canım çekerdi. Ama annem bana yağ reçel ekmek yapmazdı. Kim bilir yağ ve reçel daha kıymetliydi herhalde. Reçel, misafir çocuklarına, evlatlıklara naneli salça ekmek..
Benim gözüm kalırdı, acaba yağ-reçel ekmeğin tadı nasıldı?..
Derya:
*kapının önünde oturup yiyelim mi? dedi.
*olur, ama annem kızmasın, sen izin al.
Derya izin aldı, kapının önüne çıktık. Ona küçük minder koydum, ben eşiğe oturdum. Uslu uslu ekmeğimizi yemeye başladık.
*benimkinden ister misin?.
*isterim ama :(
*al bir kere ısır.
*sen de benimkinden ısır:)
O benimkinden ısırdı, ben onunkinden. Onun ağzının kenarı salça oldu, benim ağzıma reçel tadı doldu.
*ziftin pekini yiyesice, kandırdın mı çocuğu?. O misafir!.
Zaten bir ısırıktı topu topu, onu da yutamadım. Yutacağıma ağzımdaki lokmayı, korkudan çıkarıp çöpe attım.
Biz hiç reçel yemez miydik, kahvaltıda?. Yerdik. Yağ?. Bak onu yemezdik. Ekmeğe sürmezdik. Sadece yemeğe konurdu sadeyağ. Margarini ise hiç bilmezdik. Zeytinyağının içine kekik döker, limon sıkar, ekmek banardık. Peynir zeytin ise çok kıymetliydi.
En az 3 lokmana katık edeceksin zeytini derdi annem. Reçelin suyuna az ban, tanelerini bitirme, yağa değdir çek ekmeğini. Peyniri zaten kış aylarında sobanın içine maşa sokar kızartırsam yiyebiliyordum. Böyle sobaların olmadığı zamanda peynire el sürmezdim. Yumurta?. O nasıl bişey ki?.
Yağ-reçel ekmeğin tadını merak ederdim. Çocukluk işte.
Komşu kadınlar, camdan cama seslenirdi akşam üzeri:
*Komşuuu!. Huu. Çayım taze, çocuklara da yağ-reçel ekmek yaptım. İn kapıya da akşam sefası yapalım..
*Evladım koşma, terleyeceksin, sonra soğuk su içiyorsun, hasta oluyorsun. Gel bak yanıma, yağ ekmek yaptım sana..
Bence o ekmeğin tadı değildi merak ettiğim. Ne mahalledeki çocuklar, ne de Derya yerken. Asıl merak ettiğim, annelerin bunu çocuklarına nasıl oluyor da söylenmeden hazırlayıp yedirdikleri. Benim annem niye öyle değil ki?.
*üzülme dedi, Derya'm. Bir lokma sakladım sana.
Ama benim çoktan iştahım kaçmıştı arkadaşım..
Not: Bu gün hâla çok güzelmişsin. Sevgili Google'dan aradım buldum seni. Fotoğraflarına baktım, sana hayran kaldım. Sonra tablolarını gördüm. Şahane tablolar yapan bir sanatçı olmuşsun. Eee çocukluğundan belliydi, hani derler ya 'Olacak çocuk, çekirdeğinden bellidir'. İçim bir tuaf oldu.. geçmişten bir iz, nereden hatırlayacak ki? beni diye düşündüm. Şu satırlarda yazdığım kişiler unutmuştur bile beni. Ama ben unutmadım hiç birinizi..
Birgün Yine bir gün maillerimin arasında ben seni bildim, babaannesinin elinden tutup onun ahretliğine ziyarete gitmeyi çok seven çocuğu hatırladın mı? bil bakalım ben kimim mesajını görünce çok mutlu oldum. Birkaç isim saydım biri de sendin Derya'm. Çocukluk günlerimden, acı-tatlı hatıralarımdan tatlı bir esinti bıraktın gönlüme. Blog dünyasında değilsin, galiba tesadüfen rastladın yazılarıma. Rastladığın için teşekkür ederim. Beni bulduğun için teşekkür ederim. Daha sonra tekrar yazıp halimi hatırımı sorduğun için teşekkür ederim..
Gurur duydum seninle..
Sevgili Derya'm...
Arkası Yarın'lı Günler.. -49
Elektrik yüklerinin, yalnızca birbirlerini değil, çevrelerini de etkilediğini fark eden Faraday, keşfinin, radyo dalgalarının bulunması sürecinin ilk adımı olduğunu biliyor muydu ki?.
James Clerk Maxwell, Faraday'ın bu çalışmalarını bir adım ileri götürerek, elektrik ve manyetik etkilerin, uzaydaki nesnelerde de oluştuğunu saptayarak uzayda ışık hızıyla yol aldıkları sonucunu çıkardığında, elektromekanik dalgaların matematiksel kuramını geliştirdiğini biliyor muydu ki?.
H.Rudolf Hertz, radyo dalgalarını keşfedip, günümüzde bile radyo dalga ölçü biriminin Hertz diye anılacağını, David Hughes'in mikrofonu keşfetmesine sebep olacağını biliyor muydu ki?.
Tüm bu bilim adamlarının çalışmalarını derleyip toparlayan, birleştirip geliştiren, evlerimize 'Radyo' olarak girmesini sağlayan Guglielmo Marconi, yıllar yılı çocukların merak dünyalarına demir atacağını biliyor muydu ki?..
Evet, yıllar yıllar boyunca, biz çocukların en büyük merak ve eğlence aracı olmuştu 'Radyo'. 1927 yılında ülkemizde yayına girdikten sonra, haberleşme, haber alma, eğlence vs. her türlü sosyal faaliyetlerde baş aktördü.
Bizimde radyomuz en mühim, en kıymetli eşyamız olarak kaldı hafızamda, tüm evlerde olduğu gibi..
*****
İlk okul birinci sınıfı bitirmiş olabilirim. Hatta kütüphaneyi ziyaret etmiş, içinde ki film makinasını yakından görmüş, İkiçeşmelik'de ki sinema da başta 'Karaoğlan' olmak üzere bir çok filmi izlemiş de olabilirim. Ama hiç biri aklımın erdiği ilk andan itibaren hayatımda radyo kadar önemli bir yer tutmadı; taa televizyon ile tanışıncaya kadar..
Belki de radyoyu daha önce anlatmalıydım. Her sabah uyanır uyanmaz, önce fişi takılan, sonra düğmesi nazikçe kıvratılarak açılan radyomuzu.
*Günaydın, değerli dinleyiciler. Bugün ..-..-.. (tarih söylenirdi) Cumartesi. Haftanın son iş gününde (o zamanlar Cumartesi günleri öğlene kadar çalışılırdı) Demirbank hayırlı işler diler, Demirbank; anonunsundan tam bir saat önce sabah saat 06.00'da hiçte uykulu olmayan bir ses:
*Burası Türkiye Radyo Yayın Postasının ...Kv (kilovat saat watt birimi olarak gücün saat cinsinden zaman ile çarpımıdır.) güçle ....kHz (kilohertz Bir saniyede bin titreşimi olan elektromanyetik dalga boyu ölçüsü birimi.)üzerinden yayın yapan uzun dalga Ankara Radyosu hepinize hayırlı sabahlar, diyen bir spiker ile yayına başlanır, gece saat 24.00'da ertesi sabah tekrar buluşmak üzere kapatılırdı.
Hamdi bey amcamın sevdiği türküyü de: -Hanııım meyve topladın mı çocuklara, kalk radyonun sesini az daha aç, sevdiğim türkü çalıyorr. 'Hastane Önünde İncir Ağacı, anam ağacı...' beni masal diyarlarının kahramanlarından biri yapan 'Çocuk Saati' piyeslerini de radyomuzdan dinledim.
Paldır küldür girilen odalar, kapatılan kapılar, atılan tokatlar, yanağa konan öpücükler. Tüm sesler, tüm efektler o kadar sahiciydiler ki, radyonun içinde yaşayan, parmak çocuklar, minyatür evler, arabalar, çeşit çeşit yaşamlar var sanırdım. Tüm çocuklar öyle sanırdı aslında. Mahallenin tüm çocuklarından daha fazla zamanımı geçirdiğim, tüm oyunlarımda partnerim olan Faylat ile sabahları dinlerdik çocuk masallarını. Sen o olacaksın, ben bu olacağım çekişmesi piyes başlar başlamaz bitiverirdi.
Her sabah saat 10.00'da 'Arkası Yarın' tiyatrosunu kaçıracağım diye uykularım kaçardı. Şimdiki gibi aşk meşk değildi konular. Aile yaşamları, çocukların aile içindeki varlıkları, iş hayatları, ahlak öğretileri daha çok arkası yarınlarda ana fikir olarak kulaklarımızda yer ederdi. Bir de 'Radyo Tiyatrosu' vardı ki şimdilerde hangi gün yayınlanırdı bir türlü hatırlayamadım. Perşembe veya pazar gecesi. Tam saat 21.00 da başlardı. Evdeki herkes nefes almadan dinler, kıpırdamaktan bile imtina edilirdi.
Devlet Tiyatrosu sanatçıları, Arkası Yarınlar ve Radyo Tiyatrolarına sesleri ile hayat katarlardı. Hepimizin nasıl radyonun içine sığmışlar diye merak ettiği o hayatları canlandıran isimler sayıldığında pür dikkat kim kimdir oyunu oynar, kendimizi onların yerine koyardık.
Yıldırım Önal, Bedia Muavihhit, Teyfik Gelenbe, Soner Ağın, Bozkurt Kuruç, Erol Günaydın, Rüştü Asyalı, Suna Pekuysal, Tomris Çetinel, Tomris Oğuzalp, Gazenfer Özcan, Haldun Dormen, Haluk Kurtoğlu, Vasfi Rıza Zobu, Şükran Güngör, Müşfik Kenter, Yıldız Kenter, Savaş Dinçel, Savaş Başar, Kamuran Usluer, Nisa Serezli, Mümtaz Sevinç, Ecder Akışık ve daha niceleri.. Kimini sesinden tanırdık, kimini hep yakışan rolünden. İyileri çok çok sever, kötülerden; ya radyodan çıkıp bizi de öldürürse, döverse, kötülük yaparsa diye diye çok korkardık..
Bana edebiyatı bu piyesler sevdirdi. Tiyatroya bu Arkası Yarın'lar, Radyo skeçleri merak sardırdı.
Babamın Ajans (Asorşeytıt Pres ajansından alınan demek çok hoşuma giderdi, yazılışının öyle olmadığını çok sonraları öğrensem de) saati, Yurttan Sesler korosunun türküleri, Beraber ve Solo Şarkılarda çıkacak .. sıradaki şarkı benim olsun oyunları, haydaa Atilla Mayda, bir ileri bir geri Hüseyin İleri tekerlemeleri, Zeki Müren'in 'Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun şoför kardeşlerim' diyen sesi hala kulaklarımda..
Ah! Fecri Ebcioğlu çıktı yine. İşte başladı 'Türkçe Sözlü Hafif Müzik' saati. Sezen Cumhur Önal dinletecek çikolata renkli kadife sesli yakışıklıyı ve ya güzeli..
Vuslatcim, zihin gucune hayranim. Birinci sinifdaki arkadaslarinin isimlerini nasil hatirliyorsun? Hatiralarin ne kadar net. Bende senin gibi hatirlamayi cok isterdim. Devamini heyecanla bekliyorum. Sevgiler
YanıtlaSilDün başlayıp bugün bitirdim Hatıraların Ayaka İzleri'ni. Devamını heyecan ve hüzünle bekliyorum. O buruk, küçük kız nasıl büyüdü? Mutlu olabildi mi? Hayal ettiği şeylere kavuşabildi mi? Sizinle iletişimi kesmek istemiyorum, mail kutunuzu sürekli meşgul edeceğim haberiniz olsun :) Sevgilerimle...
YanıtlaSilVuslatım seni Okumaktan ve okurken duygulanmaktan hiç vazgeçmedim
YanıtlaSilşirin bir çocukmuşsun =)
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilAnlatımıza bayıldım. yaşadıklarınızı bizlere de yaşattınız. Çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilKusurdan sayılmaz ama küçük bir düzeltme yapayım!..
Sayfanın 5. resmi (Çeşmealtı sokağının Kestelli Çarşısına çıkışı." değil. 945 sokaktan Tilkilik' e (Hatuniye Camiisine) çıkıştır. Çıkışta sağda Dönertaş ve semte adını vermiştir. Tam karşıdaki sokak da Oteller Sokağı.