28 Haziran 2012

DEĞİŞMEDEN DEĞİŞTİM...






Güzel günler beni değiştirdi..


Atladım bisikletime, gidiyordum kendimden geriye, bir yaylada durdum, azıcık soluğumu tuttum.. 


Önümde sonbahar, ağaçlarda hem yeşil, hemde sarı var.
Grup gökyüzünü sarmış, hatıralar uykuya dalmış.


Güzel Günler değiştirdi beni,
Değişen görüntümdü, değişmeyen içim gibi..


27 Haziran 2012

SCHMIDT HAKKINDA.. YANLIZLIĞIN MUHTEŞEM PERFORMANSI




Schmıdt, büyük bir şirketin prensipli, dakik, düzenli hayatını önce işine, sonra ailesine adamış bir çalışanıdır. 


Bir gün her çalışanın başına gelen şey onun başına gelir, artık o bir emeklidir.


Önceleri emekliliğe adapte olamaz, erken kalkar, işe gider, belki tecrübeme ihtiyaç vardır der. Ama artık odası başkasınındır, işi başkasınındır. Ve ona ihtiyaç yoktur.


Parka gitmek, bulmaca çözmek, ev tamiratları ile vakit geçirmek. Bunlar ona göre değildir. Üstelik bir gün karısı da ölmüştür ve cabası kızı kendisine hiçte uygun olmayan bir adamla evlenmek istemektedir.


Bunca yıl iyi bir baba olamamıştır. Şimdi, ülkenin diğer bir ucunda yaşayan kızına gidecek ve onu bu kararından vaz geçirecektir.


Amerikalıları bireyselleşmiş yaşantılarından dolayı biraz üstü kapalı eleştiren, yanlız hayatların ne kadar çoğaldığını gözler önüne seren, aile ilişkilerinin ne kadar birbirlerinden kopuk yaşamlar içerdiğine işaret eden film, hem mizah hem dram unsurlarını içermektedir.


İş bir yere kadardır. Aile her şeydir.. Yanlızlık acıdır...


Yönetmenliğini Alexander PAYNE'nin yaptığı 2002 yılı yapımı bu Amerikan filmi JACK NICHOLSON'un muhteşem ötesi performansı ile sevenleri ile buluşmuştur. 


Kimine göre durağan, baygın bir filmdir. Kimine göre ise  yanlızlığı en iyi anlatan film.


Ben sevdim.:))

22 Haziran 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -26


Bölüm 2




Aralık 2011, sabaha karşı..
************************


Göklerin bando çaldığı bir geceyi ardımızda bıraktık. Tan yeri ağarmak üzere. Sabah ezanı okundu okunacak.

Kaşlarını çatmış, yeryüzüne kara kara bakan bulutlar, dağılmış çoktan. Tatlı bir kızıllık hakim hem yeryüzüne, hem gökyüzüne.. 

Öyle üşütmeyen bir esinti var ki balkonumda, toprağın kokusunu taşıyor burnuma. 

Toprağın kokusunu, hayatın kokusunu, hatıraların kokusunu..

Bütün gece balkondan dışarıyı seyrettim. Güneşin doğuşunu karşılamak istedim birde saba makamında okunan ezan sesi ile titremek..

Yalnızdım bu saatte. Bir ben vardım dışarıda, birde kumrular ve serçeler. Cadde ıslaktı, kaldırımda ki eğriliklere yağmur sularından birikintiler olmuştu. Birikmiş yağmur suları ve etrafında hareler.

Yalnızdım bu saatte. Mevlana'nın bir sözü geldi birden aklıma: 
'Yanımda kimse olmadığından değil yalnızlığım,
yanlız olduğumu söyleyeceğim kimse olmadığından,
yanlızım ben.'

Ellerimi semaya açarak, ahenk dolu bir sesi dinledim. Hala yanlızım, ortalık epey aydınlandı, bu kez de bir şarkı dilime dolandı:

'Gün ağarırken, boynum bükülür
Dalarım uzaklara, gönlüm sıkılır.
Sorma ne haldeyim, sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman.'

                                          ***

Aynı gece 4-5 saat önce..
********************

Önce pıt, pıt, pıt diye yağan bir yağmur sesi, sonra gökler yarıldı sanki..

Akşam misafirim vardı. Çaylar içildi, sohbet neşe içinde geçti. Bir ara telefonum çaldı, arayan Faylat'tı.

Faylat..

Osman amca ve Kezban teyzenin küçük kızı Faylat. En küçük çocuğu Halil'di. En büyük çocuğu ise Sultan. Sultan abladan sonra sırasıyla; Remzi, Nezahat, Faruk, Faylat ve Halil.

Yaz yağmurlarının sedefli inciler gibi çiselediği bir günden, 1979 yılının haziran ayında uzaklaştırıldığım şehrimden, o çok sevdiğim sokağımdan, çocukluğumdan bir sesti Faylat..

Fazla uzun konuşmadım Faylat'la da, annesi Kezban teyze ile de. Hem misafirlerim vardı, hemde şaşırmıştım aramasına. Numaramı saklamış olmasına..

Sohbetler bitti, geç saatte misafirlerim gitti. Ortalığı toparladım. Bardakları, tabakları bulaşık makinasına attım. Yağmur hızlanmıştı. Üstelik akşam Faylat aramıştı.

Şaşırmıştım; hem aramasına, hem telefon numaramı saklamış olmasına.

Şöyle ki: 

1979 yılını, 1980'e bağlayan yılbaşı tatilinde İzmir'e gittim bir kez daha. Sevmediğim bir yılbaşı tatiliydi. Hatıralarımdan büyük bir bölümünü silip attığım bir 31 aralık günüydü tekrar gidişim Arap Fırını Caddesine, sokağımıza. Sadece Sema'lara uğradım. Üzgün olmadığımı göstermek ister gibi.. Fazla oyalanamadım, annem ve ablam görür de, niye geri geldin diyerek kızarlar sandım. Halbuki o sokaktan, o evden, evimizden ayrılalı aylar olmuştu. 7 koca ay. Ama o ikisinin içime saldığı korku hala hüküm sürmekteydi. Sema'ya ve annesine yaptığım ziyareti kısa kestim ve canım, canım, canım arkadaşım İnci'me gittim. Faylatı görmedim bile..

İkinci gidişim, 1984 yılının sonlarında, hatta tam tarihi bile hatırlıyorum: 19 kasım 1984 Pazartesi..Annem ve ablam buralardan ayrılmışlar. Sema'ya uğradım yine, yaklaşık iki yaşındaki kızımla birlikte. 
Sema; büyük aşkı Ayhan ile evlenmiş, hatta kısa bir süre önce doğum yapmış. Ee bebekli ev kısa ziyaret edilir. Araya yıllar girmiş, ortak anılar Sema nezdinde silinmişti anlaşılan. Sonra Kezban teyzelerin evine gittim. Kapı açıktı her zaman ki gibi, terlikler, ayakkabılar yine karma karışıktı. Faylat yoktu evde. İşteymiş. Benim memuriyetteki ilk izin ayım idare tarafından Kasım olarak belirlenmişti, ben kış aylarında izin kullanırken insanlar çalışıyorlardı. Kezban teyze huzursuzdu. Benim onlarda olduğum duyulsun istemiyor gibiydi. Sanki suçluydum yada mahallenin 'kadı kıran baş keseni ablamla annemdi de benim onlarda olduğum duyulursa cezalandırılacaklar. Adımı, yeni soyadımı, yaşadığım şehri ve iş yerimi bir kağıda yazdım oradan ayrıldım. O zamanlar evlerde telefon yok, iş yeri adresi en sabit bulunma şekli..

Aradan çok uzun yıllar geçti. 1996 Nisanında bir kez daha gittim çocukluk sokağıma. Bu kez Faylat evdeydi. Ama her şey gibi oda değişmişti. Yıllar önce annesi ne kadar mesafeli davrandıysa, şimdi de Faylat soğuktu. Kış gibi soğuk, hiç eğlenceli anılarımız olmamış gibi soğuk..
Gelişigüzel bir sohbet, yine telefonlarımı almalar, karşılığında kendi numarasını bile vermediği soğuk zamanlar ve ziyaret bitti..

Akşam çok yağmur yağdı. Benim misafirim vardı. Birden telefon çaldı, arayan Faylat'tı...

                                         ***

Tekrar sabaha karşı..
************

Artık gün ağardı. Bilmem neden bu gece uykum kaçtı. Güneşin doğuşunu izlemek istedim, birde saba makamında okunan ezan sesi ile titremek.

Güneşin doğuşunu izledim. Tüm azametiyle gökyüzünde yükselişini seyrettim. Ezanın sesini dinledim. Yarabbim şükürler olsun sana dedim.

Yine Mevlana geldi aklıma:
'Bedenler; ağızları kapalı testilere benzerler.. Her testide ne var? sen ona bak'

Benden geriye gittim bu gece. Birde baktım onlarca iz, onlarca hece.

Şimdi biraz uyumalıyım, uyanınca izleri sıraya koymalıyım. 

Göklerin bandosu sustu, şimdi kulaklarımda önce keman sesi gibi usul usul, sonra tempolu bir ses..

Tararay taray tarayrayray, ....rap, rap, rap...

Hatıraların ayak sesleri..

  

21 Haziran 2012

KALBİMDE KELEBEKLER UÇTU NATALİ...



Önce şöyleydiler:




Açtım bu çıktı:




Sonra şu:




Daha sonra aman yarabbim bu:




Sonra; hediyelerime baktım baktım, kalbimde kelebekler uçtu...




Sonra mutluluktan Everest'e çıktım.




Daha sonra kırlarda bayırlarda gelinciklerin arasında koştum.




Bir baktım koca çınarın tepesindeyim,




Biraz sonra da buğday tarlasının bir ferdiyim.



Dört güzel mevsimi birden hissettirdin bana, sevgili Natali.. 




Ve,
Gün akşam oldu;
Teşekkür ederim sana Natali..


Gün akşam oldu; 
Ben gidiyorum artık Natali..


Hediyelerimi alıp, mutlu-mesut gidiyorum:)))


Baykuş Gözüyle...
Sessizce gidiyorum Natali...


Gün akşam oldu, kalbime onlarca kelebek doldu Natali..

Önce heyecandan,
Sonra mutluluktan,
Titriyor ellerim.
Ne olur kızma,
Genç değilim ki sevdiğim..


(Bu güzel etkinliği gerçekleştiren sevgili Rüzgara Doğru'ya esip gidiyorum)

20 Haziran 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -25






Kış bastırdı eni konu. Gökyüzü çok sesli bir bando, ayrıca çok da gri. Bu sözleri annemden duydum. Böyle diyor gök gürlediğinde.

Yağmurlar yağıyor bardaktan boşanırcasına. Bizim evin çatısı akıyor. Öndeki divanlı oda leğen dolu:))
Şıp şıp şıpp, her yer ıslak, her yer damla damla, her tas, her leğen doldu; koş mutfağa bul yenisini..
Sandık ıslanmasın, divana su damlamasın..
Koş, koş, çabuk koş. Çabuk getir leğeni.


Olsun; hayat çok güzel, sokağımız çok güzel, evimiz çok güzel. Annem bile çok güzel!!.

Misafirlerimiz gideli çok oldu. Gitsinler, yine gelecekler. Ben camda bekleyeceğim onları.

Artık şapkalı amca, örtülü teyze dememe gerek yok, isimlerini öğrendim çünkü: Kamil amca, Saadet teyze:)



Aslında bize çok misafir geliyor, bazıları gece yatıya da kalıyor ama ben nedense en çok Kamil amca ve Saadet teyzeyi sevdim. Onlarda beni sevdiler.

Şimdi hatırladım; ben onlar giderken çok ağladım. Gökyüzü de onlar giderken ağladı. Kış yağmurları o zaman başladı.

Babam:
*ağlama dedi. İsimlerini söyledi ve yine gelecekler dedi. Uslu durursan seni onların memleketine götürürüm gelecek yaza..

Gülüverdim:))

Yağmur çok güzel, pencerede beklemek güzel. Pıt, pıt, pıt diye, şıp, şıp, şıp diye yağan yağmur sesi ne güzel.

Yağmurun çıkardığı bu sesleri seviyorum da, gök gürültüsünü hiç sevmiyorum. Şimşek çakmadan hemen önceki o kabus sesi.

Korkuyorum o sesten. Gök gürültüsünden çook korkuyorum.


Kim korkmaz ki..


Kış günleri çok kısa. Akşamlar çabuk oluyor, geceler çabuk geçiyor. Gök gürültüsü beni, en çok gece korkutuyor. 

Kış soğuk. Dışarı çıkmak neredeyse imkansız yağmurlu günlerde. Saçak altlarında saklanıp yağmuru seyretmek de imkansız.

Yaz öylemi ya?. Günler upuzun. Akşamlar uzun. Geceler uykuda bitiveriyor. Yaz yağmurlarında ıslanmak üşütmüyor. Saçakların altında yer bulmak, yağmura el uzatmak, damlaları yakalamaya çalışmak eğlenceli.

Gözümün, etrafı rahatça görebildiği kadar gün ışığında, göklerin gümbürtüsü bile o kadar korkunç gelmiyor bana.

İşte ben bu nedenlerden;

'Kış Yağmurları' nı değil, 'Yaz Yağmurları' nı seviyorum.

Ve her damlanın düştüğü yerde, etrafını saran 'Hare'leri..

Ya sen?..   

                                    ./..

18 Haziran 2012

BENİM İÇİN BUGÜN HALA BABALAR GÜNÜ...






Benim üç babam oldu. Şimdi hiç biri yok.

İlk tanıdığım canım babamı ilk sırada kaybettim.

İkinci sırada tanıdığım canım babamı ve üçüncü sırada tanıdığım kayınbabamı, aynı yıl içinde aralarında altı ay farkı ile kaybettim.

Doyamadım babalarıma. Doyamadım onlarla olmaya..

Elim kolum kalkmadı dün. Eşimin babalar gününü bile bir hafta öncesinden kutladım ki, gününde yoksunluğumu unutayım azıcık. O günün 'Babalar Günü' olduğunu unutayım.

Şimdi benim için hala babalar günü ve ben  tüm babaların 'Babalar Günü'nü kutlarım. Evlatlarınızla, onları koruyarak, kollayarak yaşayın. 
Evlatlarınızı taşıyın, onları taşımaktan, himaye etmekten aldığınız zevki yüzünüze yansıtın.


Babalar gününüz kutlu olsun. Nice mutlu günler yaşayın sağlıkla, sıhhatle...


13 Haziran 2012

İÇİMDE BİR SES..



Teşekkürler Komikzade'ye ve çizene..
Sen, gözlerimde bir renk,
Kulaklarımda bir ses, 
Ve içimde bir nefes olarak kalacaksın..(ne alaka:))


İçimde (ki) sesi dinler miymişim?. Dinlerim (de), dinlemem (de).


İçimde binlerce ses var. Mesela:
-Oku der bana içimden bir ses, ya vakit bulamam, ya bulduğum vakitte istediğimi okuyamam.


-Yaz der bir ses, ya aklıma bir şey gelmez yazamam, ya yazdıklarım sadece yaşayamadıklarım..


-Pişir der bir ses, ya pişiririm en çok kendim yer sonra kilo aldım diye üzülürüm:((, yada yaptıklarımı yiyenler beğensin diye kendimi onların ağızlarının içine bakarken bulurum...


- ya ...., ya.... der bu içimdeki ses.


İçimdeki ses en çok şunları der; ben itiaat eder dinlerim:


*bu iyi insan, sev onu,
*bu gariban, yardım et,
*bu aç, doyur,
*bunun desteklenmeye ihtiyacı var, destekle,
*bunu tanıdığın mevki sahibi insanlara empoze et, yazık sahipsiz kalmasın,
*şunu yap,
*şunu yapma,
*şunu dinle,
*şunu dinleme


SONUÇ: CANIN ÇIKSIN der, o bunlar, şunlar, onlar.. Çoğu numaracı, çıkarcı insanlar.
(vefakar, kadir kıymet bilenler üç-beş taneler ve onlar kendilerini bilirler)


İç sesimi dinlerim, sonra hep k...ğı(af edersiniz) ben yerim.


Elimi uzattığım, hayat akışlarına yeni bir şekil kattığım, onlarca insan oldu çevremde. İşleri bitti, hepsi çekip gitti. Sayesinde şu işim halledildi olsun demelerinden geçtim, Allahcc razı demeyi bile çok görenler oldu. Nasıl olsa olacaktı yada  elinde imkan var yapacak tabii!!! en çok duyduğum dış sesler oldu. 


Niye dinledim ki şimdi ben bu iç sesimi ııııı:((


Artık iç sesimi dinlemiyorum. Sade ve derin ve sağır ve biraz da ağır yaşayıp gidiyorum...


Şimdi içimdeki ses, bir yağmurun,




Birde dalgalarımın sesi...


                            Deep'e Sevgilerimle..


Ben artık sadece bu sesleri dinliyorum. Gemime bindim, sessizliğime doğru usul usul gidiyorum...
   

12 Haziran 2012

ÇATAL KARAM..






Kara dutum, çatal karam, çingenem..
Nar tanem, nur tanem, bir tanem..
Ağaç isem dalımsın, salkım saçak..


Sabahları o kocaman güzel bahçenin arka tarafındaki havuz başında yürürken, durur dinlenirim bir müddet kara dutların, çatal karaların yanında..


Biraz bana, biraz daldaki kuşa.. Biraz da havuzdaki balıklara. Lezzetli, şifalı, çatal kara.. 




Balıklar yer mi? demeyin sakın. Yemez elbet. Ya da yermi ki? bilmiyorum. Bir kıpırtı görünce ağaçların yanında, hemen havuzun başına toplaşırlar böyle. Hem bana hem de dutlara 'günaydın' demeye..








Her sabah onların yanında mola veririm, yoğun iş temposuna başlamadan önce. Bir avuç kara dut yedikten sonra, bir günaydın da benden gitsin, kırmızı-beyaz-gri balıklara. 


Günaydın faslı bitti, şimdi sıra, yaz yağmurları ile vuslatımda...






Karadutum, çatal karam, çingenem,
Daha nem olacaktın bir tanem?.. 




                              Teşekkürler Bedri Rahmi EYÜBOĞLU.
                                     Yazdığın bu güzel şiir için..


Karadut
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.

Dili mercan, 
dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız 
sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet icinde yanmış kavrulmuşum

N'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.

Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.

Bedri Rahmi Eyüboğlu

07 Haziran 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -24



Size ne kadar geldi yokluğum, örtülü teyzenin yanında, koynunda ne kadar uyudum?.

Bir haftamı, on beş gün mü?.. Daha mı az, daha mı çok?.

Ne kadar kaldılar bizde, karşılaştığımız anda mı sarılıp ağlaşmıştık, ayrılırken mi?.

Kavakların gölgesinde kalan bir tren istasyonunu, ağlayan beyaz baş örtülü kadını, kompartmanı, peynir kokusunu, bozulan treni, dağlardaki çiçekleri, rayları, Basmane'yi, Mukaddes ablayı, ninni sesini, alaca karanlığı, rüzgarın fısıltısını, kumruların kıkırdamasını, bu evdeki ilk günümü, tuvaleti bulamadığımı, karşımda gülen ablam ve annemi birde çirkin maymun dedikleri günü hatırlayabiliyorum da (hemde daha küçüktüm o zaman);

niye örtülü amca ve ve kasketli teyzeyi!!! öffff bak yine yanlış dedim, keşke adlarını bilseydim...,
örtülü teyze ile, kasketli amca ile ilk karşılaşmamı, ayrılmamı, neler hissettiğimi, yanlarında ne kadar vakit geçirdiğimi (de ......de, ....da, ....da) hatırlayamıyorum:(. 

Keşke, keşke, keşke hatırlasaydım.. 

Hatırlamıyorum ama.   


Beynimde; yeşilli, sarılı, kırmızılı, beyazlı onlarca görüntü. 
Bir kısım var ki, orası simsiyah. 
Tüm hatırlayamadıklarım orada sanki.

Sanki bir ip koptu, parçalandı, boşluk oldu,


sonra ip bağlandı, düğümlendi, birbirine kavuştu.. Tıpkı ben gibi.

Şimdi minicik avuçlarımda yeşil bir fidan var. Onu kalbime ekeceğim. Büyümesini bekleyeceğim.

Yeşil fidan; beklemek demek, özlemek demek. 
Toprak; sevgi, birazda ana kokusu gibi.

O fidanı kalbime ekmek ise, kavuşmak gibi..
Sarılmak gibi, sarmalanmak gibi... 

./..