HATIRALARIN AYAK İZ'leri.... ( 01-15 )


HATIRALARIN AYAK İZİ..  -1

Bölüm 1

NİNNİ..

Çok küçüktü. Küçücük. Bir çok insanın; sen bu günleri hatırlayamazsın dediği zaman dilimini, ne zaman sorulsa; hayal-meyal, parça pürçük hatırlıyordu oysa.

Annesinin kucağından kim koparıp almıştı. Çok ağlamış mıydı?. O gün ne giymişti. Kardeşleri gitme demiş miydi?. Hava çok mu soğuktu?. Üşümüş müydü elleri, bedeni, yüreği?. Yaban diyarlara götürülmek buz gibi etmiş miydi onu.. Bunları hatırlamıyor işte.

Kara bir trenin, kıvrıla kıvrıla, kırda bayırda, dağda taşta, dumanını savurarak, düdüğünü öttürerek yol aldığını hatırlıyor.

O trenin bir odasına (kompartıman denirmiş) bir yığın yabancıyla beraber doluştuklarını, koridorda tanımadığı yüzlerin ikide bir camı açıp dışarıyı seyrettiklerini ve adamların cigara içtiklerini de hatırlıyor.

Kompartımanın kokusunu (bir başka hatırada anlatılacak o kokuyu), bir adamın  şalvar giydiğini, boyasız ayakkabılarının arkasına bastığını, trenin bir asma köprüde bozulduğunu, dağları, taşları, kayaları, yaban çiçeklerini, doğanın sessizliğini, yalnızlığını, yeşil , yemyeşil görüntüsünü de hatırlıyor. 
  

Bir başka hatırladığı ise tan yerinin kızıllığı yayılmakta iken gökyüzüne vardıkları istasyon: BASMANE.

B harfi kazındı aklının bir köşesine.. İlerde okumayı, yazmayı en çabuk B harfi ile başlayan kelimelerde öğrendi. Baba, Bebek, Bodrum, Balon, Bayram, BASMANE.

Basmane'den Karabağlar'a nasıl gitmişlerdi mesela?, mezarlığın yanındaki yoldan yürümüşler miydi?, dereyi geçmişler miydi?. Mukkaddes ablanın evi, o ince uzun salondan mı ibaretti, yoksa başka odası var mıydı?. Bak işte bunları da hatırlayamıyor.

Hatırladıklarının içinde en net olan ise; ertesi gün evlatlık olarak yaşayacağı eve girerken, dışarıdaki gri bulutların kasvetli havası, sokakta savrulan bir kaç sarı yaprak ve uzaktan uzağa duyduğu ninninin ezgisi..

Dandini dandini danalı bebek
Beşiği yeşile boyalı bebek
Uyusun uyusun büyüsün
Parmakları kınalı bebek

Dandini dandini danalı bebek
Parmakları kınalı bebek
Babası yavrum uyuyor
Başucunda bir melek



Bu ninnide günümüzden...
Ninni-Menekşe ve Halil


../.






HATIRALARIN AYAK İZİ..

SOKAK -2


İşte o sokak.
Hangi pencereden ninni sesi geliyor. Hangi basamakta yapraklar uçuşuyor.
Ve gri bulutlar bu kasvetli sokaktan ne kadar görülüyor.





Hiç değişmemiş o çıkmaz sokağın da içinde bulunduğu, Mekke Yokuşu merdivenleri (aynı zamanda Kestelli'ye ve İkiçeşmelik caddesine de çıkar)...  

Merdivenleri arkana alıp son basamağında iken sağ tarafına baktığında, sarı (ikinci resimde görünen) duvarının dibinde küçük bir çıkmaz sokak var. 842 çıkmaz sokak. Sarı duvarlı ev Doktor Gönül ablaların evi. Ona bitişik ev çıkmaz sokak içinde kaldığından görünmüyor ama orada da şimdi adını unuttuğum yaşlı karı-kocanın evi vardı.. Sonra hayatım boyunca asla unutmadığım 17 numaralı küçük ev, sokağın tam karşısını kaplayan üç katlı bina ise 'Brandacı Gökyayla Ailesinin' malikanesi. Bizim yani 17 numaranın tam karşısında Hamdi Bey Amcaların iki katlı konağı, onun yanında da Deli Ziya'nın viran iki katlısı konumlanıyordu. Ve bir kapısı çıkmaz sokağa (yani sarı duvarın tam karşısı) bir kapısı ise Mekke Merdivenlerinin devam sokağına bakan köşedeki şimdilerde Osman amcaların oturduğu gri boyalı evi çook çok iyi hatırlıyorum..

Tüm hatırladıklarım sıralı mı, yoksa birkaç yaz bir kaç güz geçmiş miydi anlatacaklarımın arasında bilmiyorum. Çocukluk hatıralarımın hepsi bu sokağın duvarları arasında sıkışıp kalmıştı işte.

Koridor uzun. Sessiz!. Taş, soğuk. Mukaddes abla ne zaman gitti. Yine üşüyorum. Üşüyorum işte. Üşüdüğümü şimdi bile hatırlıyorum.. Ne zamandır evin içindeki bu soğuk merdivenlerde oturuyorum. Kimse yok yanımda, yalnızlık mı üşüttü beni yoksa?.. Kim bilir?. 

Anasını istiyor..
Hatırlayamadığı bir sıcaklığı özlüyor.
O daha anne kuzusu. Anne sıcaklığına, anne kokusuna hasret bir hayat başlıyor...




                                                        
Zeki Müren/ Annem

 ../.







HATIRALARIN AYAK İZİ.. 

PENCEREMDEKİ RÜZGAR..-3

Taş Merdivenlere oturmuş bu çocuk ben değilim, ben sarı evin kösesinde oturur öylece beklerdim..








Kapının önünde, taş merdivenin kıyısında oturan o çocuk ben değilim. Ben genellikle çıkmaz sokağın başındaki sarı duvarın dibinde otururdum. Arada en az 20-30 basamak ve 5-6 bina var. O meşhur evin karşısında oturmaktan çekinirdim. Daha doğrusu çıkmaz sokağın başından ayrılmaktan korkardım. Oradan ayrılmak, tekrar trenle bir yerlere götürülmek gibiydi benim için. En azından uzun bir zaman öyle düşünmüş olmalıyım...

Sabahtan akşama kadar beklerdim, neyi bekliyorsam?. Bakınırdım etrafa garip garip.

Evet neyi beklerdim, nereye bakardım?.

Her eve ait hüzünlü bir hikaye arardım. İlk yıllar geçip gittiğinde, aklımın hala bir çok şeye ermediği durumlarda bile; bahçe duvarlarından kaçamak yaparak sokağa sarkmış ağaç dallarından, yapraklarından bir ses, bir görüntü sunmalarını beklerdim boynu bükük.. Köyümün kavaklarından bir ses, kerpiç evlerinden bir görüntü..

O sokaktan bir ev daha.

Kaç yaşında unuttum buraya geldiğim günü, köyümü, köyümün tozunu toprağını..


Kemeraltı'nın, İkiçeşmelik Caddesine uzanan kalabalığının tam ortasına, buradan da çıkılıyor.


Buralara çok sonraları tekrar gelebildim. Bu sokağın tam karşısında, aktör Hüseyin BARADAN'ın kardeşi olduğunu söyleyen Ali Ulvi Baradan'ın fotoğrafçı dükkanı vardı. Vitrininde kara kalem ile çizilmiş çok güzel bir kadın resmi. Her önünden geçtiğimde durup seyrettiğim, o resimde kendimi hayal ettiğim, Yasemin Baradan imzalı kara kalem çalışması. Her sabah Kemeraltı fırınına giderken çıkardı karşıma.

Aslında aradaki ne kadar çok zamanı atladım bu sokakları anlatırken. Pencereden giren rüzgarın havalandırdığı perde gibi, bazen en küçüklük zamanımın, bazen de ondan bir adım sonrasının hatıralarına gidip geldiğim anlar. Bazen bir melodi beni alıp götürüyor yıllar öncesine, bazen koca bir şarkıda ki tek bir kelime...
Penceremin perdesini
Havalandıran rüzgar
Denizleri köpük köpük
Dalgalandıran rüzgar

Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar

Yabancısın buralara
Nerelerden geliyorsun
Otur dinlen başucuma
Belli ki çok yorulmuşsun



Rüzgar-İlhan Şeşen

Bana esmeyi anlat
Bana sevmeyi anlat
Bana esmeyi anlat
Esip geçmeyi anlat

Anlat ki çözülsün dilim
Ben rüzgarım demeliyim
Rüzgarlığı anlat bana
Senin gibi esmeliyim..







../.







HATIRALARIN AYAK İZİ..

DIŞARIDA TUVALET YOK -4

Nereden başlasam, bu hikayeyi nasıl anlatsam. 
Gördüğüm sanki, bir rüyaydı, geldi, geçti.
Yaşandı bu masal, benimdi bir zaman.
Ağlamıyorum artık o günden beri...


Ne sıcak elleri vardı. Büyük ve az saçlı başı, birazda sarkık bir gıdısı olan bu adam aslında kocamaaan bir deve benziyordu. Hiç korkmadım ondan. Çünkü elleri ve gözleri çok çok sıcaktı. 

Babammış.
-Ben artık senin babanım dedi.

O zamana kadar babam yok muydu?. Evin içindeki o taş merdivenin basamağında niye oturuyorum.
Demin kendi kendime ne zamandır burada oturuyorum diye sormuştum, başka şeylerde sormuştum ama neler?. Hayallah bak babam elini uzatınca demin kendime ne sorduğumu unuttum. Hatta sanki bir şeyleri özlemiştim diye hatırlıyorum, ama neyi?. Hatırlamıyorum.

Üst kata çıktık. Orada adam (yoo öyle demeyim artık babama), yani babam kadar yaşlı ve şişman bir kadın ile benden büyük bir kız duruyor. Bak bu annen, bu da ablan.

Bir babam, bir annem, bir ablam var benim. 

Annem ve ablam kızgın gibi biraz. Yaramazlık mı yaptım ki. Üstüm başım tertemiz ama.

Güzel bir elbise var üstümde. Ne renk hatırlamıyorum. Niye bayrammış gibi giyindim. Yoksa babamla bir yere mi gittik geldik. Hatırlamıyorum.
Annem kızgın. Ablam kızgın, gelişime şaşırmış. Annemin adı ne ki. Peki ablamın?..

Çok sıkıştım. Tuvalete gideceğim. 
Aşağı indim, kapıyı açtım, dışarı çıktım. 
Aaaa tuvalet nereye gitti. 
Kapıdan çıkınca yan taraftaki tahta kapı nereye gitmiş. Çok sıkıştım. Burada tuvalet yok. 

Ablaaa dışarıda tuvalet yokkkk.

Gülüyorlar. Çok gülüyorlar. Ablamla annem çok gülüyor bana. Ama burada tuvalet yok. Nerede bu tuvalet. Nerede, neredeeee!.

Şırrrrrr...

Ağlıyorum, önce sessiz, sessiz. Sonra hıçkıra, hıçkıra...

Annem bağırıyor babama:
-Ne diye getirdin bu sidikli maymunu.

Ben sidikli bir maymun muşum. Öyle deme anne. Dışarıda tuvalet yok ki!.


../.





HATIRALARIN AYAK İZİ.. 

ÇIKMAZ SOKAK.. -5

Çıkmaz sokak, böyle birkaç evden oluşan sokaklara denir. Karşı duvar sokak sonu. Her çıkmaz sokak ya bir sokak sonudur, yada bir sokağı bölen __I__ şeklindedir. Bizim sokağımızın başında çeşme yoktu. Sokağın bir köşesi Mekke Merdivenlerinin ilk basamağı, diğer köşesi ise Arap Fırını caddesine çıkan kısa bir yokuş başıyla kesişirdi.


Sokağın ilk başı 842 sokak (burayı kesen 842 çıkmaz sokak) ve sokağın devamı Mekke Yokuşu diye adlandırılan merdivenler. Altta merdivenlerin bir bölümünün resmi var..

Çıkmaz sokakta yol bulamadım Gözlerim yandı ağlayamadım
Sevgiden yana şansım olmadı
Kötüden başka dostum olmadı
Sen de yoksun, bilmiyorsun
Halim kalmadı.

Çıkmaz sokak çaresizliğin ifadesidir. Gidecek , deneyecek, sonucu değiştirecek bir yol kalmamıştır.
Yolun sonu gibidir. Düşünülen çarelerin, bulunamayan devaların sonu gibi...

İnsanlar çıkmaz sokakları küçümser genellikle. Çoğu insan çıkmaz sokaklardaki evleri satın almaz, oraya taşınmaz. Küçük, dar ve bir ucu kapalı "Çıkmaz sokak"ta oturmak, sadece birkaç ev ile komşuluk yapmak, sokağın diğer ucundakilere karışıp kaynaşmanın zaman alması, insanların tercihlerini çıkmaz sokaklardan uzaklaştırır. 

Sevmezler böyle sokakları..



Halbuki ben sokağımızı çok severdim. Bizim sokağımızda herkez birbirini çok severdi. Komşularla otururken zaman daha keyifli geçerdi. Büyükler; yolun sonundaki Gülseren ablaların evinin basamaklarına oturur, kah el işi yaparak kah çiğdem(İzmir'de çekirdeğe çiğdem denir) çitleyerek sohbet ederler, günlük yaşantılarını paylaşırlardı. Gülseren ablanın büyük kızı Nermin ile Havanım teyzenin kızı Nermin birlikte oynardı (her ikiside anneme CİCİANNE derlerdi). Gülseren ablanın küçük kızı (benden 3-4 yaş büyük) Nesrin'lede ben oynardım. Şadiye Hanım teyzenin diğer torunu (yani Nermin ve Nesrinin Vecdi amcasının kızı) Derya ise oyunlarımıza katılmaz, iki yanda toplanmış simsiyah saçları ve yuvarlak çerçeveli gözlüklerinin yüzüne kattığı sevimlilikle, bilmiş bilmiş seyrederdi bizleri. Şadiye hanım teyze Karşıyaka'da oturan yanlış hatırlamıyorsam diplomat olan oğlu Vecdi bey ve Balkan göçmeni (Romanya olabilir) gelini güzeller güzeli Tuna hanımın evinde kalır, Tuna hanımın evine ve çocuklarına bakar, nadiren de torunu Derya ile gelirdi mahalledeki evine. Fahri'yi pek getirmezdi.  Derya oyun oynayan çocukları seyrederken yağ-reçel ekmek yerdi, biz acıkmışsak salçalı ekmeğe talim ederdik..
Ablam ise merdivenlerdeki evlerden birinde oturan Nurten, kardeşi Aynur ve onların amca kızları Seher'i çağırır onlarla vakit geçirirdi. 
Komşular arasında sevgi vardı. Bağlılık vardı. Kardeşten öte. Akrabadan öte.
Bu küçük çıkmaz sokaktaki beş evde ise beş ayrı aile, beş ayrı hikaye vardı.


Köşedeki sarı duvarlı evin kapısı  ve diğer köşesindeki demirli pencerelere sahip evin hem bizim sokakta hem merdivenlerin ucundaki asfalt üstünde kapısı olduğundan, çıkmaz sokağa dahil sayılmazdı o yıllarda..

Gri eve bitişik Deli Ziyanın evi vardı. Çıkmaz sokağın birinci evi. Beş evin içinde bir tek o aile değildi. Neden delirmişti, ona ne olmuştu. O eve nasıl gelmişti. Aile yadigarı bir evde oturuyorsa o evde daha önce kimler yaşamıştı. Muamma!. Kararmış, harabeleşmiş, sıvaları dökülmüş ve çocuklar için korkunç bir ev. Deli Ziya'nın Perili evi...


bunun gibi.


İkinci ev Hamdi bey amca ile Havanım teyzelerin evi. Ev demek az olur. Bir konak, küçük bir saray benim gözümde. Evin girişi; küçük bir evmiş görüntüsünde ama içine girince karşınızda hizmetçi odası bile olan koca bir konak olduğunu anlayıveriyorsunuz.. Bodrum kat dahil 3 kat, sokak kapısının önü beyaz mermer merdivenli. Arka bahçesi (avlusu) yüksek duvarlarla çevrili içinde incir ve yeni dünya (frenk elması denir İzmir'de) ağaçları olan, ağaçların tam ortasında beyaz mermer çeşmeli bir havuzu, asma çardağının altında ise arka avlu ile evin ana bölümlerini ayıran orta avlu vardı. Birde mutfak ile çamaşırhanesini ve hamamlığı ana binadan ayıran iç avlusu ile en sevdiğim ev. Hayallerimde benim, gerçekte Nermin'in sarayı.
Hamdi bey amcanın evinin girişi aynı bunun gibiydi. Ama içine girince ev arkaya doğru büyüyordu.

Hamdi beyin evinin arka avlusundan görünüşü  bu ev gibiydi.

Ve arka avlusu aşağı yukarı böyle...
Hamdi bey amcanın büyük oğlu Sedat evli, bu evde oturmuyor. Onun Karabağlar'da Güneş Bulaşık Deterjanı fabrikası var, çalışkan bir genç adam ve orta düzey bir fabrikatör.
Ortanca oğlu Sadettin, uçarı ama sevimli bir delikanlı (biraz büyüdüğümde İlhan İrem'e benzetmiştim onu) ve en küçük çocuğu Nermin. Bu güzel evin, bu güzel bahçenin sakinleri...


Çıkmaz sokak sonu karşı ev ( brandacıların evi) bunun gibiydi..
Çıkmaz sokak sonu üçüncü ev (yani karşı ev) 3 katlı en üst katta Brandacıların büyük gelini Gülseren hanım(biz ona Gülseren abla derdik) ve kocası (ismini hatırlayamıyorum nedense Şadi'ydi gibime geliyor ama emin değilim.) kızları Nermin ve Nesrin otururlardı. Orta katta Gülseren ablanın kocasının ilk hanımından olan oğulları Melih (isim yanlış olabilir), Reha, Şadiye hanım teyze ile bekar oğlu Orhan oturuyordu. Alt kat bazen depo olarak kullanılıyor, bazende kiraya veriliyordu. Kemeraltı'nda branda ve çadır malzemeleri üzerine dükkanları vardı 'Gökyayla Çadır ve Branda'.


Bu ne bizim eve benziyor, ne bizim pencereye, nede benim yağmurlarıma.

Dördüncü evde yani 17 numarada yaşayanlar; babam, annem, ablam ve ben. Birde plastik bebeğim ile renkli bileziğim...


Beşinci evde isimlerini Ziynettin teyze ve kocası diye hatırladığım zayıf, hastalıklı yaşlı bir karıkoca oturuyordu. Sonra sarı duvarlı ev başlıyor ve bizim sokaktan mekke merdivenlerinin başına çıkılıyordu.
İşte böyle beş ev beş hikaye. Kendimi diğer evlerin bir parçası olarak hayal ettiğim günlerdeki insanlar. Yaşamlar. Yaşanan mekanlar...
Geçmişin muhasebesini yaparken, anılarımın tasnifinde sokağımızı sevgiyle hatırlarım. Üzülmek de keyifliydi bu sokakta, mutlu olmak da. Yağmurlu havada karşıdaki güzel eve bakmakda, cama yazmakda...


../.







HATIRALARIN AYAK İZİ.. 

EN GÜZEL GELİN.. -6

Duygu eniştem, Annem, yanındakini hatırlamıyorum ama galiba Şadiye hanım teyze. Ablam, kayınvalidesi Müzeyyen hanım teyze, onun ablası Fikriye hanım teyze ( şarkıcı SevimTuna'nın manevi annesi Fikriye veya Zekiye teyzelerden biriydi.) ve en büyük Zekiye teyze. Oturan gelin çocuk kim bilmiyorum, ortadaki çocuk Sevgi ablanın kızı ve hatıraların sahibi küçük maymun.
Ayaktakiler: Yılmaz bey eşi Sevgi abla, yanındaki Sevinç abla, orta yaşlı hanım ve eşi kim hatırlamıyorum. Ablamın tam arkasındaki Fadıl bey amca, Sevgili Babam (Naim B..), beyaz gömlekli bey ve yanındaki annemin ablası ve eniştesi galiba, takım elbiseli beyi hiç hatırlamıyorum. Yanındaki üç genç kız eniştemin yeğenleri (onlarında isimlerini unuttum)


Evde bir telaş, bir telaş. Gülseren abla bizde, Havanım teyze bizde. Daha bir iki kişi bizde. 
Bir yandan camlar siliniyor, halılar siliniyor, divan örtüleri çırpılıyor. Diğer yandan ise börekler açılıyor, tatlılar yapılıyor, sarmalar sarılıyor.
Çocuklar ayak altında dolanmasın diye reçelli ekmek dilimleri ellerinde kapının önünde oynamaya çıkarılmışlar. Ben kapımızın dibinden ayrılmıyorum. Anlamaya çalışıyorum ne olacak, nedir nedendir bu koşturmaca..

Misafir gelecekmiş. Ablamı istemeye. Annem anlatırken duydum: bugün isteyecekler kızı Gülseren. Babası da bende daha fazla hayır diyemedik diyor. Bu gece isteme ve söz yüzüğünü takma olacak artık.

Mutfaktan çok güzel kokular geliyor. Pencereler ve kapı açık. Eve koku sinmesin diye. Akşam yemeğini erken yedirdiler bize. Nerminler, Nesrin ve ben Gülseren ablalara çıkarıldık akşam saatlerinde. Çocuklar olarak hepimizin ayak altında olmamamız gerekiyormuş. Ben gece de onlarda kalacakmışım. Niye misafirlerin yanında olamıyorum. Böreklerden, sarmalardan, hele hele kalbura basmadan niye yiyemiyorum?.
Onlarda kaldığım o gecenin devamını hiç hatırlamıyorum. 
Bu geceden sonra bizim eve sık sık, sarışın bir kadın (çok neşeli, güler yüzlü ve annemden biraz daha şişman) ile uzun boylu, kıvırcık saçlı bir adam gidip geliyor. Müzeyyen hanım teyze ve kocası Fadıl amca. Müzeyyen hanım teyze çok tatlı. Benim yanağımı okşuyor, saçımı okşuyor, ara sıra eğilip öpüyor. Annemden daha çok seviyor sanki beni. Gel bakalım Çitlenbik al sana şeker diyor. Fadıl amca sert biraz. Yok yok sert değil. Oda başımı okşuyor.

Çitlembik diğer adı Menengiç 

Müzeyyen hanım teyzenin büyük kızı evli. Sevgi hanım ve eşi Yılmaz bey, Sevgi hanımın ikiz erkek kardeşi Duygu ağabey ve en  küçük kız kardeşleri Sevinç abla sık sık ablamı da alıp çarşıya gidiyorlar. Büyükler ile beraber bir gün Lozan Meydanı'na yakın Demirspor Lokaline gittik. Ablam yoktu yanımızda. Lokalin sıra sıra palmiye ve manolya ağaçları ile kaplı bahçesi çok güzeldi. Havuzun etrafına masalar, sandalyeler yerleştirilmiş, renk renk akşam sefalarının, yasemin, gül, ful ve erguvanların mis gibi kokuları geceye ayrı bir güzellik, şıklık katıyordu.. 



Ablamın elbisesi  şu maviye benziyordu. Ama onunki krem renginde ve yaka işleri beyaz inciler, yeşil yapraklar ve rengarenk boru boncuklarla işlenmişti.
Nişan gecesi gelip çattığında, etrafta çok renkli ve güzel giyinmiş ağabeyler, ablalar, şirin çocuklar neşe ile dolaşıyor, herkes nişanlanacak gençler hangisi diye birbirine soruyordu. Ablam, topuz yapılmış saçları, lame ayakkabıları ve yakası işli krem rengi elbisesi ile prensese benziyordu. O beni sevmezdi ama ben onu çok seviyordum o zamanlar. Ablam ve Duygu ağabey o gece nişanlandı. Artık bir ablam, bir Duygu eniştem, bir annem, bir de babam var. Plastik bebeğim ve renkli bileziğim de duruyor.

Telaşlı, koşuşturma içinde çarşı pazar dolaşmalı, mağazaların birinden çıkıp birine girmeli günler çok çabuk geçti. Yine Demirspor Lokaline gidiyoruz. Bizimkiler biraz buruk.  Annem sık sık ağlıyor. Ablam yinemi nişanlanacak acaba. Bana beyaz saten bir elbise giydirdiler. Üstünde dantel asma yaprakları ve üzüm salkımı kabartması olan, yer yer pul işlenmiş beyaz bir elbise. Başıma tülde taksam gelin çocuk olacağım.

Çok güzelim.

Herkes işte gelinin küçük kardeşi bu diyerek seviyor beni.

Çok güzelim. Çok güzelim. Çok güzelim.
(Maymun değilim, çok güzelim
Ben bu akşam çok güzelim. maymun değilim çok güzelim).

Bahçede bir-iki tane daha gelinlik giymiş çocuk var. Onların duvakları olduğundan benden daha güzeller. Azıcık kıskandım.Üzüldüm benim duvağım yok diye. Az sonra; ablam ve Duygu eniştem, mumlar tutan gençlerin kollarının altından geçerek, konfetilerin arasında, güzel bir müzik eşliğinde bahçeye girdiler. Ablam gelin olmuş. Bu onun düğün gecesi ve annem ondan ayrılacağım diye ağlayıp duruyor. Ablama çok kızdım. Annemi ağlatıyor diye. Üzüldü annem. Peki üzüldü diye her şeye kızar benim kolumu çimdiklerse, ya bana bağırırsa. Yok yok bu akşam kızmaz bana. Çünkü şimdi aklı ablamda. Hem babam var. Canım babam. Bana kimsenin kızmasına müsaade etmeyen babam. Beni çok seven babam. Bende onu çok seviyorum.
Ablam evleniyor, limonatalar içiliyor, kuru pastalar yeniyor. Herkes çok mutlu. O anda ömrümde gördüğüm (kaç yıllık ömrümü hatırlıyorsam...) en güzel gelin ablam diye düşünüyorum. Yanılmışım. Yanılmışım. Yanılmışım.
Şimdi düşünüyorum da; o günden, bugüne kadar gördüğüm en güzel gelin başka biri. En güzel gelin ve benim için en özel gelin bir başkası...                                      
   
                  


                        
                           HATIRALARIN AYAK İZİ..

                                         MASAL.. -7

Bu benim ve çok güzelim.

Gülseren ablalar; Karşıyaka'da kaloriferli bir apartmana taşınıyor. Apartmanı biliyorum da kalorifer ne demek  bilmiyorum. Gittiğimizde göreceğiz. Nermin ve Nesrin heyecanlı. Eşyalar balyalar halinde sarılmış, koşuşturan bir yığın insan. Kamyon, çıkmaz sokağın başında park etmiş, herkes eşya taşıyor. Bende küçücük kollarımla bir şeyler taşımaya çalışıyorum. Yardım etmeye. Göze girmeye..


Hamalların biri iniyor, biri çıkıyor. Denkler yapılmış, sandıklar çakılmış. Halılar, kilimler katlanmış. Tas, tabak sarılıp sarmalanarak tencerelerin, plastik kovaların içine sıkıştırılmış.  Taşınma bitti bitecek. Nermin ve Nesrin iki üç gün bizde kalacaklar. Gülseren abla taşındıkları evde yerleştirme işlerini bitirince gelip alacak. Ablam gelin olup gittikten sonra ilk defa bugün ev çok kalabalık olacak. Taşınma bitti, kamyon hareket etti. Gülseren ablada kamyondan önce yeni evine varabilmek için vedalaşıyor komşularla. Sık sık gelirim diyor.
Annemle kucaklaştılar işte. Behire'nin gidişine alışamadan şimdi sen gidiyorsun kızım diyerek sarsıla sarsıla ağlıyor. Gülseren ablada ağlıyor. Gülseren abla bütün komşularımızdan daha özel annem için, büyük kızı yerine koymuş onu. Yan konağa gelin geldiğinde; kayınbiraderleri, kayınvalidesi ve kocasının iki oğluyla aynı evde yaşama zorunluluğuna ve zorluğuna, annemin desteği ile dayanabilmiş bu güzel kalpli kadın.. Öksüz ve yetim olan Gülseren abla öksüzlüğünü, yetimliğini unutmuş annemin yanında.
Hızlı adımlarla ilerledi. Vapura yetişmeliydi. Kamyondan önce gitmeliydi. Ne iyi komşumuzdun sen Gülseren abla. Başımı okşayan, kızlarını öptüğü gibi beni de öpen, sık sık pişirdiği puf böreğinden banada veren..


Veda sahnesi beni üzdü. Küçücük yüreğim sıkıştı, sıkıştı. Gözlerimden yaş geldi. Yüzü olmayan bir kadın; saçı da yok, yüzü de yok, bir kadın ağlıyor gözümün önünde. Üstünde değişik bir kıyafet var. Kafasında da beyaz bir örtü. Kim bu, neden hatırladım bu görüntüyü bilmiyorum. Ellerimi uzatıyorum ama tutacak bir el, bir beden yok önümde..:(


Akşam yemeğimizi yedik. Neler yoktu ki Nermin'le Nesrin'in şerefine. Turp otu salatası, pirinç pilavı, köfte ve patates kızartması, hoşaf, sütlaç. Cicianneee, ne güzel yemekler yapmışsın bize diyorlar. Evet anne, ne güzel yemekler yapmışsın bize. Havanım teyze ve kızı Nermin'de geldi yemekten sonra. Babam da, Hamdi bey amcanın yanına geçti. Bahçede nargile içecekler. Annem, Havanım teyzeye kahve pişirdi. Kahve içiyorlar. Kızlar bıcırdaşıyor, ben çok sevinçliyim. Arkadaşlarım bizde. Üçü de benden biraz büyükler ama olsun arkadaşlarım onlar. Benim arkadaşlarım.
El el üstünde, kimin eli var, oynadık; iki Nermin de sıkıldı. Ne pişireceksen içine at, oynadık Nesrin sıkıldı. Ben hiç oyundan sıkılmadım.
Annem dedi ki; yaramazlık yapmazsanız size masal anlatırım. İlk defa masal dinleyeceğim, yaşasın, yaşasın!!!.
 Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, saman kalbur içinde. Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi... Efendime diyeyim, ormanda bir kulübe, kurtla kuzunun masalını birde benden dinle. Anne koyun, her gün tembih edermiş dört kuzusuna, minnak kuzucuklarına: ben gidince kapıyı arkamdan kilitleyin. Pencereleri ve perdeleri sıkı sıkı kapatın. Sakın dışarı çıkmayın. Kapıyı kimseye açmayın. Ben dönünce eve, veririm işaretimizi size. O zaman açarsınız evimizin kilidini. Her gün tembihten sonra, gidermiş ormana, en taze otlarla karnını doyurup biciklerine (memelerine) süt doldurmaya. Hain kurt duymuş bunları o gün pencerenin altından, canı çekmiş taze kuzu etinden, butundan. Birkaç gün takip etmiş anne koyunu, öğrenmiş şifrenin ne olduğunu:
 '' tarana tarana, lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.'' 


Hain kurt; giymiş bir koyun postunu, una bulamış kafasını, kolunu. İştahı yerinde, kuzucuklar gözlerinin önünde. Kapıyı çalmış üç kere başlamış sesini incelterek tekerlemeyi demeye:  
 '' tarana tarana, lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.''   kuzular önce inanmamışlar annelerinin geldiğine, sesinin de bu kadar değiştiğine.
- Açamayız kapıyı annemiz değilsin sen.
- Annenizim... demiş kurt.
-Niye erken geldin öyleyse?.
-Otlar bitmiş bu gün.
-Niye sesin değişik öyleyse?.
-Deredeki soğuk sudan çok içmiştim terli terli.
-Elini göster anahtar deliğinden.
-Bak ellerim bembeyaz.
Kuzular karasız, en küçüğü çok akıllı demiş ki:
-Değil bu bizim anamız.
Büyük kardeşleri kızmış:
-Bu bizim anamız, elleri beyaz, şifreyi biliyor. Bizi seviyor.
Küçük kardeş:
-Ne yaparsanız yapın ben gidiyorum öbür odaya, siz kalın burada.
Ufaklık gitmiş öbür odaya, saklanmış ocağın bacasına.


Büyükler açmışlar kapıyı, kurt yutmuş bir lokmada üç küçük yavruyu. Karnı doymuş, lokmaları parçalamadan yutmuş. Bir susamış, pir susamış. Gitmiş su içmeye, nasılsa bu evde işi bitti işte.


Anne koyun gelmiş, kapıyı açık görünce başlamış hızlıca birkaç kez tekerlemeyi söylemeye:
 '' tarana tarana, lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.'' 
 '' tarana tarana, lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.'' 
 '' tarana tarana, lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.'' 
Ufaklık çıkmış ocaktan. Anlatmış annesine her şeyi, hain kurda kanan kardeşlerini. Anne koyun bir ağlamış, bir ağlamış, gözlerinden oluk gibi kan akıtmış. Küçük kuzu demiş ki:
-Kurtaralım anne kardeşlerimi, hain kurt su içiyordur şimdi.
Masal bu ya; anne koyun almış bıçağı, varmış dere kenarına. Uyuyan kurdun karnını kesmiş, kuzucukları korkmuş analarını dipdiri beklerlermiş. kavuşmuş yavrular analarına, anası kuzucuklarına..
Tarana tarana, bende hain bir kurdun karnında mıyım acaba?.  Lilin gufayi, evimize köyümüze, cici cici ya na tafya ya na tafya..  


Beni de bul, beni de bul, beni de bul anneeeeeee.
Beni de al yanına, beni de kurtar bu yurttan, bu korktuğum kurttan...

                                                  


HATIRALARIN AYAK İZİ.. 

HASTANE ÖNÜ İNCİR AĞACI-8



Aç. Aç... Aç.... Hanııım kapıyı aç.
Üç kere aç, sonra hanım kapıyı aç. Hamdi bey amca, her akşam evinin demir kapısının önünde bağırırdı.
Hanııım kapıyı aç.

Sinirli adamdı Hamdi bey amca. Bakışları ile emreder, bir lafının üstüne ikinci bir kelime eklemez, ekletmezdi.
Havanım teyze de, kocası eve gelmeden hemen önce tedbirini alır, gezmekteyse döner, kıyafetlerini değiştirir, akşam yemeğini hazır ederdi.
Evin küçük oğlu Sadettin babası işten çıktıktan sonra dükkanlarını kapatır, gece okuluna giderdi. Eğer eve çok geç gelmişse, bodrum kapısından gizlice içeri girer, evi mutfak ve iç avluya bağlayan yan koridordaki küçük odada yatardı. Annesi her zaman idare ederdi asi Sadettin'i. Okuldan çıkar çıkmaz eve geldi Hamdi bey, siz yattığınız için kapıyı ben açtım ona Hamdi bey, vs. vs. her gün aynı yada benzer hikayeler ile uyutulurdu koca.
Sinirli Hamdi bey, sert Hamdi bey.
Aslında Havanım teyze öğrenmişti kocasının huyunu. Yanındayken her şeye peki, her şeye evet der, evini tertemiz tutar, yemeğini aşını, çamaşırını bulaşığını ihmal etmez, komşularına iyi ve bonkör (istemese de) davranırdı. Asla Hamdi bey amcanın lafını kesmez, dediğinin üstüne konuşmazdı bile.
Hamdi bey amca sinirli olabilirdi ama çok misafirperverdi. Zengindi ama kibirli değildi. Babama ayrı bir saygı gösterirdi.
Komşuluklar çok meşhurdu o zamanlar. Gitmeler, gelmeler, yaz günü avlularda, kapı önlerinde oturmalar, kış günlerinde soba başında kestane, mısır patlatmalar.
İç avlu

Eğer komşu kadınlar kapı önünde oturmayacaksa, Hamdi bey amca Nermin'i gönderir çağırtırdı bizi. İç avludaki tahta sedir ve sandalyeler ile mozaiklerin üstüne serilmiş bir kilim, bir-iki minder ve asmanın arasından sallanan şavkın (armut ampule şavk denirdi İzmir'de) altında radyo dinlemek veya Nermin'le karanlığa yakın loşluktaki dış avluda (iç avludan geçip arkadaki çok yüksek duvarlarla çevrili diğer sokağın ev ve avlularından ayrılmış, sessiz, ağaçlar ve duvar yüzünden sadece biraz gökyüzünün göründüğü ıssız en iç bahçeye dış avlu derlerdi.) asma, bardacık (incir), limon, turunç, dut, yenidünya, beyaz kiraz, vişne ve erik ağaçlarının altında, havuzun etrafında koşuşturmak, benim en sevdiğim gece gezmesiydi.

dış avlu



Yüksek dış avlu duvarlarından asla diğer evler, diğer avlular görünmezdi.

Ablamın evlenip gitmesine ve Nesrin'lerin taşınmasına en çok ben seviniyordum. Nedeni, sık sık vapura binip Karşıyaka'ya gidebilecektik. Bize yeni gezmeler çıkmıştı, ayrıca mahallede de arkadaşım Nermin ve onların güzel bahçelerindeki lezzetli meyveleri bana kalmıştı.
Hamdi bey amca, babamla asmanın altında kahvesini içerken, bir yandan da seslenirdi:
-Hanııım meyve topladın mı çocuklara, kalk radyonun sesini az daha aç, sevdiğim türkü çalıyorr.

Kahve fincanını tepsiye koyarken tabaktaki bardacıklardan birini alıp:




-Hay gözünü sevdiğimin meyvesinin tadını da severim, türküsünü de... derdi.
''Hastane önünde incir ağacı anam ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı anam ilacı
Doktor bulamadı bana ilacı annem ilacı
Baştabip geliyor zehirden acı anam vay acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu anam dert oldu
Ellerin vatanı da bana yurt oldu anam yurt oldu''
Aaa.. bardacık incir olmuş.
İlahi Hamdi bey amca onun adı incir değil, Bardacık, bardacık.

Mezarımı Kazın Bayıra Düze annem vay Düze
Yönünü Çevirin Sıladan Yüze annem vay Yüze
Benden Selâm Söylen Sevdiğimize

Başına Koysun Karalar Bağlasın Annem Bağlasın
Gurbet Elde Kaldım Diye Ağlasın Annem Ağlasın




Ben hala çok küçüğüm. Ama, ama, ama bu türkü beni ağlattı. Hiç bir şey anlamadım, ama bu türkü beni ağlattı.
Bana nini gibi geldi. Beni ağlattı.
Ne hatırlıyorum, bilmiyorum. Ama ağlıyorum. Bu türkü beni ağlattı.
Bardacık incir olmuş, beni ağlattı...

Garip kaldım yüreğime dert oldu anam dert oldu
Ellerin vatanı da bana yurt oldu anam yurt oldu...






HATIRALARIN AYAK İZİ.. 

BİR DEMET YASEMEN.. -9


İç avluda çardağın altında oturuyoruz. Ablam evleneli ne kadar zaman oldu. Bir haftamı, bir ay yada birçok ay mı geçti üstünden. Bilmem, hatırlamıyorum. Havanım teyze ve annem örgü örüp konuşuyorlar. Annem, 'Behire ve Duygu'nun yanında küçük görümcesi de gelecek yemeğe' diyor. Az zaman kaldı 'El Öpmesi'ne..

Bu iç avluyu çok seviyorum. Güneş asmayı yırtıp bizim üstümüze vuramıyor. Sabahın serinliği var ortalıkta. Gölgeler, üstümüzde yorgan misali, koruyor bizi güneş ışığından. İç avlunun loş bir görüntüsü var. Ben bu loş görüntüyü çok seviyorum. Bana bir şey hatırlatıyor, ama ne..


Yerde kilimin üzerinde oturuyorum. Gözüm salkım salkım sallanan koruklarda. Aralarından biraz olgun bir salkım bulsam hemen isteyeceğim Nermin'den. Nermin tebeşir yada kömür parçası bulmaya gitti kömürlüğe. Bana seksek oynamayı öğretecek. Akşam üzeri çok çocuk çıkar dışarı, başka mahallelerden gelenler bile olur. Merdivenlerin en üstündeki evlerde oturanlar da bizim çıkmaz sokağın başına gelirlerdi. Sokak birkaç gruba bölünür. Seksek oynayan kız çocukları, top oynayan erkek çocukları. Kimi grupta ki çocuklar ise yılan (gazoz kapağı ile) veya meşe (misket-bilye-meşe hepsi de aynı şey İzmir'in çocukları için) oynarlardı..
Annemler, öbür gün gelecek misafirlerimize pişirilecek yemekler üzerine konuşuyorlar. Kulağım onlarda, gözüm asmada. Aklım iç avludaki bardacıklarda. Burnumda ise buram buram, duvara sarılmış beyaz yasemenler ile sarı hanımelilerin kokusu var.



Nermin geldi. Çizgileri çiziyor. Bir parça da mermer var elinde. Sek sek taşı. Havanım teyze bana sesleniyor, 'gel şu yere dökülen yasemenleri topla masanın üstündeki cam tabağa koyda mis gibi koklayalım'. Hemen topladım yere dökülen çiçekleri. Çürüyen ve buruşan yasemenleri attım bahçe çöpüne. Beyazlar daha çoktu. Tabağın ortasına onları koydum. Sarıları tabağın kenarına bir sıra halinde dizdim. Üç beş sarı çiçek arttı elimde. Onları da beyazların üstüne tam ortaya serpiştirdim.
Aslında  çok küçüktüm, böyle bir kombinasyonu nasıl yapmıştım?. Bir yerde gördüğümü de hatırlamıyorum. Ama ben, çok şık bir çiçek tabağı hazırlamıştım.

Bunun gibi ama bu çiçeklerden değil.


Evet çok şık bir tabak yapmıştım. Çok güzel oldu. Çok güzel oldu. Etraf zaten çok güzel kokuyordu, şimdi masamız hem güzel oldu, hem güzel koktu.
Afferiiiin dedi uzun uzun Havanım teyze. Aferiiin. Ne güzel yaptın tabağı öyle. Bak çiçeklerin çürüklerini bile ayıklamışsın. Afferin kız Çitlenbik. Müzeyyen teyzeden sonra herkes bana Çitlenbik diye seslenir oldu.
Bir aferin, bir baş okşaması, çok mutluyum çok. 
Biri beni sevince, başımı okşayıp iş buyurunca ve iş bitiminde beğenisini, takdirini dile getirince çok mutlu oluyorum.


Ben Nermin'e göre daha küçüktüm. Pek çok şeyi yeni yeni öğreniyorum. Gelinin küçük kardeşi olmayı, düğünleri, masalları, sek sek oyunlarını ve daha birçok şeyi öğreniyorum ya da öğreneceğim. 
Nermin en basit sek sek çizgisini çizmiş. Üst üste yuvarlaklar.
Birleri çabuk öğrendim. İkilerde zorlandım. Bir türlü taşımı birden, ikiyi atlatarak üçüncü yuvarlağa atamadım. Taşı attığımda ise kendim atlayamadım. Bir deneme, iki deneme, üçüncü denemede şaplı beton yeri öpme.
Bir deneme, iki deneme üçüncüde yine yeri öpme. Kaç kere denersem deneyeyim taşı üçüncü yuvarlağa atabiliyorum, ama kendim oraya atlayamıyorum. Yere düşüyorum. Ellerim kızardı canım çok yandı. Başladım için için ağlamaya.
Nermin acıdı bana. Havanım teyze; oda acıdı bana.
Alnım şişti. Ellerim kızardı, canım çook yandı. 
Bir tek annem acımadı. Alnımı okşamadı.
Kanayan ellerimi öpmedi. Sevgi namına bir şey göstermedi. 
Bugün, bir tek Havanım teyze bana 'Aferiiin' dedi.
Şu annem beni hiç mi sevmedi..

                                    





                            HATIRALARIN AYAK İZİ..

                    PEYNİR KOKULU KOMPARTIMAN.. -10




Seksek oynarken düşmüştüm ya, ellerim hala acıyor. Dizlerim acıyor. Hepsinden önemlisi yüreğim acıyor.
Annem beni sevmiyor. Havanım teyze bile okşayıp seviyor da bir annem sevmiyor. Başımı okşamıyor. Belki de seviyordur kim bilir ama hiç göstermiyor..

Her neyse, bu akşam damat sofrası hazırlanacak bizim evde. Ablamlar el öpmeye gelecekler.
El öpülecek diye bu kadar çok yemek yapılır mı?. Bende öperim ne var ki..
Mahallenin bütün çocukları dışarda. Annem benide yolladı. Ayağımın altında dolaşma, fazla da uzaklaşma dedi. Aslında ben içerde kalmak istiyorum bu gün. Mutfaktan her ziyafet gününde olduğu gibi güzel kokular geliyor.

Bunlar bizim komşularımız değil. Ama bizimkilerde böyle neşelilerdi..
Komşular yardım ediyor anneme. Kızartmalar yapılıyor, böreklik hamurlar yoğuruluyor. Kompostolar pişti bile. Ayla'nın annesi akşam buz verecek bize, kompostonun içine atmak için.

Babam erken geldi bugün. Canım benim. Sevgili babam, sabahın köründe evden çıkar, bir gün önce aldığı damga pullarını (sanayide, toptancı sebze halinde, özel bankalarda) satar, sonra Maliye'ye gider mühürlenmiş pul kutularından kaç kutuya ihtiyacı var ise alır, bir gün önceki kutuların mühür uçlarından kestiği kurşunları da sattıktan sonra akşam üzeri eve gelirdi. Gençliğinde fırıncıymış. Sonra yaptığı işlerde hep iflas etmiş, dolandırılmış, kandırılmış. Bu evi aldıktan sonra pul satıcılığına başlamış. Olabildiğince güzel geçindirirdi kazancıyla. Çok değilse de, her şeyimiz vardı şükür.


Eve gelir gelmez gecikmiş öğle yemeğini yer, sonra elinde kalan pulları sayar, kazandığı parayı, ertesi günün sermayesini, ayrı ayrı hesaplar, sonra yeni kutuların iplerini, mühürlerini söker, kurşunları keser bir torbaya doldurur, iş zamanlarını böylece evde noktalardı babam. Canım babam.

Tanıdığım ilk babam, annem sevmezdi ama babam severdi beni. Canım babam, sevgili babam.
Bugün erken geldi satıştan. Hesabını yaptı, işini bitirdi. Ayak altında dolaşmamak için yukarı yatak odasına şekerleme yapmaya çıktı.

Çok acıktım. Kapıdan bakıp, koklayıp tekrar camın önünde serili kilimimin üstüne dönüyorum. Neler pişti neler. Ama acıktım desem annem kızar. Babama bile bir tabak çorbadan başka birşey vermedi bu gün, banamı verecek.

Akşam üzeri, Sevinç abla, Sevgi abla, ablam ve Müzeyyen teyze birlikte geldiler. Akşam eniştem, onun eniştesi Yılmaz bey ve Fadıl bey amca birlikte gelecekler.

Beyler geldi. Sofralar kuruldu. Masanın etrafına sandalyeler dizildi. Annem yemekleri koyacakmış oturmuyor, bana ise oturacak yer yok. Oda küçük. Masa küçük, herkese oturacak yer var, bana oturacak yer yok.

Normal şartlarda bir-iki çocuk daha olsa alınmam, gücenmem, üzülmem herhalde. Yada yemekler bu kadar güzel olmasa. Şimdi bana nelerden verecekler, nelerden vermeyecekler. Yemeklerin biri gidiyor biri geliyor. Ben ise tepside tek başıma yiyorum. Çorba,bakla,bir-iki yaprak sarma var tabağımda, birazda patates kızartmam. Köftem yok, tavuklu pilavım yok. Çoban salatam yok. Böreğim yok. Pastırmam yok. Patlıcan-biber kızartmam yok. Çorbam var. Baklam var. Yaprak sarmam var. Patates kızartmam var. Uslu durursam ve artarsa sütlaç verecek annem bana. Çok usluyum..

Babam, Fadıl bey amca ile sohbet ediyor fırsat buldukça da bana göz kırpıyor. Aferin kızım, dökmeden ye kızım diyor. Benim tavuklu pilavım ve diğer şeylerim yok der gibi bakıyorum. Oda bana gülümsüyor ve göz kırpıyor. Canım babam.

Yemek uzadı da uzadı. Sofra başı sohbet bitmek bilmedi. Taki yemeklerin, böreklerin, tatlıların bittiği ana kadar. Sütlaç da bitmiş galiba. Ben genede bekliyorum. Belki annem saklamıştır bir kase bana. Herkesin karnı doydu. Benimde karnım doydu, gözüm aç kaldı.

Odanın penceresi açık. Sıcak bir akşam. Bütün kadınlar sofra topluyor, bulaşıklar yıkanıyor. Babamlar kahve içiyor. Ben plastik bebeğimle oynuyorum. Onu ayağımda sallıyorum. Uyumayınca açmısın kızım diyorum. Börek istermisin, sütlaç yada komposto. Susmuyor. Ağlıyor, ağlıyor, galiba aç bebeğim. Sütlaç istiyor.

Gece bitti. Misafirler gidiyor. Kapıda uğurluyoruz onları. Damat bohçasını verdik. Arkalarından el salladık. Annemin gözleri doldu gene. Ablam gider gitmez içeri girdi.


Çok uykum geldi. Kucağına aldı beni babam. Kimse bize bakmıyor, bakacak kimse yok ki etrafta. Misafirler gitti, ablam gitti. Annem içeri girdi. Uyku vakti geldi.

Cebinden bir dilim börek çıkardı babam. Peynirli bir dilim börek. Soğumuş bir dilim börek. Ne zamandır cepte sıkışmış kalmış bir dilim börek. Bana göre birazda kokmuş bir dilim börek.

Peynir kokusu. Sıcak cepte uzun süre kalmış peynirin kokusu. Bana kötü gelen bir koku.

Hatırladım bu kokuyu. Kompartımandaki koku. Sıcakda ağırlaşmış peynir kokusu.

Bir kadın hatırlıyorum. Ağlıyor. El sallıyor. Etrafta uzun ağaçlar var. Kavak ağaçları. Ben kompartımandayım. Kompartımanın camında. Cam açık. Tren kalkmak üzere. Bir kadın ağlıyor. Çook ağlıyor. Tren kalkıyor. Düdüğünü çalıyor. Çuf çuf çuf. Bir kadın ağlayarak bana el sallıyor.

Ve kompartıman peynir kokuyor..




(Hala peynir kokusunu sevmem. Bu yüzden de pişirmeden peyniri yemem.)





HATIRALARIN AYAK İZİ..

KAVAK AĞAÇLARI.. -11




Bir kadın hatırlıyorum. Ağlıyor. El sallıyor. Etrafta uzun ağaçlar var. Kavak ağaçları, meşe ağaçları. Ben kompartımandayım. Kompartımanın camında. Cam açık. Tren kalkmak üzere. Bir kadın ağlıyor. Çook ağlıyor. Tren kalkıyor. Düdüğünü çalıyor. Çuf çuf çuf. Bir kadın ağlayarak bana el sallıyor. Yere oturuyor. Hala ağlıyor. 



Ve peynir kokusu bana bir şeyler hatırlatıyor. O kadın kim. Neden hatırlıyorum. Çok küçüğüm, kafamda boşluklar var.


Mesela trenin arka camını hatırlıyorum. Geride kalan rayları, meşe ve kavak ağaçlarını.
Ve güneşi.
Ağaçlar küçüldükçe küçüldü.
Gün de kaldı arkamızda, güneşde.     
Gözü yaşlı kadın kaldı rayların gerisinde, hüzün çöktü benim üzerime.

Babamla içeri girdik. Çok uykum vardı ama kaçtı. O böreği yemedim. Ellerimi, ağzımı yıkadım, koca delikli korkunç tuvalete girdim. Basma pijamamı giydim. Gözümden uyku akmıyor, yaş akıyor.

Şimdi hatırladıklarıma bakalım: bir kadın etrafı ağaçlı bir tren yolu, peynirin ağır kokusu, Basmane, gün batımı veya doğumu, Mukaddes ablanın evi, gri bir gökyüzü, merdivenli sokağın yanındaki 5-6 evlik küçük çıkmaz sokak.
Bir bebek ağlaması ve ninni.

Dandini dandini danalı bebek
Beşiği yeşile boyalı bebek
Uyusun uyusun büyüsün
Parmakları kınalı bebek

Ninni, beni saran bir ninni. Belkide o gün değil çok sonra duyduğum bir ninni. Savrulan yapraklar, dışarda tuvalet yok. Ben sidikli maymunmuşum.
Şırrr. Şırr. Öf ya öf ya, gene yatağı ıslattım. Eyvah. Annem gene beni çok dövecek. Yazın çamaşır sopasıyla, kışın soba maşasıyla.

Şimdi yaz mı?, kış mı?. Yaz, içerde soba yok. iyi işte. Demir maşa daha çok acıtıyor.

Yatağı ıslatınca sopa,
annemin beni dövdüğünü babama söylersem, yememem gereken bir şeyi yersem ya da komşuların yanında yaramazlık yaparsam; ÇİMDİK.
Öf ya öf ya yine yatağı ıslattım. Tuvalet mutfağın girişinde, merdiven altı kömürlüğe bitişik. Deliği kocaman. Akşamları deliğin kapağının altından lağım farelerinin sesi geliyor. Çok korkuyorum. Bazen babam gece tuvalete kalkınca bana sesleniyor birlikte gidiyoruz o beni kapıda bekliyor. O zaman hiç korkmuyorum. Bazende yatağı ıslatmayayım diye bütün gün az su içiyorum. Az su, az komposto, az cacık. 

Annemde kaldırmıyor beni tuvalete. Keşke karnım acıksa uyuyamasam, keşke birşeyler hatırlasam uyuyamasam. 
Keşke ağlayan kadın burda olsa, beni tuvalete götürse.

Hatırlıyorum etrafta ağaçlar var. O kadın bana sarıldı. Kuzum dedi, öptü beni. Sımsıkı sarıldı bana. Sonra bindim trene.

Kimdi. Kimdi o kadın. Bana kuzum dedi. Annem bile demedi o kadın dedi. Annem nerdeydi o zaman. Ağaçlar geride kaldı. 
Kavak ağaçları, birde tüylü meşe.

Tüylü Meşe
Kavak ağaçları.
Peynir kokusu bana o kadını hatırlattı. Tren istasyonunda ağaçlar vardı, tüylü meşe, iğde birde kavak ağaçları. 
O kadının yüzünde gözyaşı, benim küçük yüreğimde sancı...

Gece bitti. Karanlık geçti. Yatağım ıslak. Babam işe gidecek, annem beni dövecek.






            HATIRALARIN AYAK İZİ..

 KOKU..-12
(Biraz Gizli Çiçek, Biraz Körfez Kokusu)             

                      

Sen bir incisin İzmir'im
Renklerden bir bulut körfezin
la la la..
Konak'tan Karşıyaka'ya
Kalkar vapurlar gün boyunca
Sen bir incisin İzmir'im
Renklerden bir bulutsun körfezim...

Ablamların el öpme yemeğinin üstünden ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bugün güzel geçecek bunu biliyorum, bunu hissediyorum. Erkenden kalktık. Birçok komşu birleşip Gülseren ablalara gideceğiz. Nermin'le Nesrin'i özledim. Gülseren ablayı özledim. Belki Vecdi Beylerde kalan Şadiye hanım teyze de gelir, onu da Derya'yı da özledim.
Komşular ikindiden sonra evlerine dönecekler, biz akşam yemeğine kalacağız. Çünkü Babamda gelecek evin erkekleri ile birlikte.
Annem güzelce giydirdi beni. Çoğu zaman kızıyor, hırsını alamıyor, çimdikliyor fakat gezmeye giderken de özen gösteriyor tertemiz giydiriyor, saçımı tarıyor, başkalarının yanında hiç bağırmıyor bana. Aslında kızmasına da gerek yok. Şimşek gibi bakışları bana anlatması gereken şeyleri fazlasıyla anlatıyor zaten. Küçüğüm, daha çok küçüğüm ama annemin bakışlarının, ses tonunun ne demek istediğini hemen anlıyorum; otur, yerinden kalkma, etrafı karıştırma, ses çıkarma, verilenleri dökmeden ye, lafa karışma...Bütün anneler böyle. Yaramazlık yapan, söz dinlemeyen çocuğa kızılır bu çok doğal. Terbiye için şart. Şartmış!..


Kemeraltı'na çıkan sokaklarda yürüyoruz konu-komşu, çoluk-çocuk. Peraja ve Aktaş kolonyalarının satıldığı o mis kokulu binanın önünden geçiyoruz.



Gizli çiçek, tütün, beyaz zambak, altındamlası, yasemen, limon... Birçok koku birbirine karışmış, birinin kokusu diğerini bastırmış.

Komşulardan biri: hadi çabuk yürüyün hanımlar vapuru kaçırmayalım diye ikaz edince, Kemeraltı'nın kalabalığına karışıverdik bir anda. Birbirimizi göz hapsinde tutarak tabiki..


Vapur yanaşmak üzere, bizimse çok az kaldı iskeleye varmamıza. Kemeraltı'nın çıkışındayız. O yanaşana kadar karşıdan karşıya geçeriz. Bir kişi erken gidip hepimize bilet almış. İskelenin binme bölümünün kapıları açıldığında tam kadro iskeledeyiz, yetiştik.. Vapura bindik, ikinci mevkide yerlerimizi aldık.


Alaybey nazlı nazlı demir aldı. Halatlar çözüldü. Herkes yerleşme telaşında. İyi yerleri de kapma. Cam kenarı benim, cam kenarı benim. Cam kenarlarının hiçbiri benim değil, çocukları için kapan annelerin. Benim değil.
Sağlık olsun. Bende başka zaman otururum cam kenarına. Annem bana cam kenarını ayırır, yada dışarda otururuz kimbilir.
Biz hareket ettik, BERGAMA yanaşmak üzere.



Pasaport'a uğradı bizim Alaybey. Pasaport; birçok vapur ve teknenin yan yana bağlandığı bir liman ve yolcu iskelesi. Pasaport'tan hareket edince biletçi dolaşmaya başladı. Çünkü başka uğrayacağı iskele olmayacak. Herkesin biletine bakıyor, gidiş dönüş biletlerinin ortalarını elindeki aletle delip geri veriyor, tek gidiş biletlerini ise yırtıp atıyor.


Okuma yazma bilen çocuklardan duyuyorum vapur adlarını. Alaybey bindiğimiz vapurun adı. Biz kalkarken gelen Bergama. Bergama'nın ismine; Sur, Efes ve Selçuk vapurları ile birlikte 'Körfez Dördüzleri' denirmiş. Ayrıca Bayraklı, Dokuz Eylül ve Karşıyaka vapurları da varmış.
Hepsinin adını aklıma yazdım. Her vapura bindiğimde adını soracağım anneme, babama veya herhangi birine. Böylece vapur isimleri nasıl yazılır öğreneceğim, bir dahada kimseye sormadan okuyacağım.


Yolu yarıladık. Denizi yani yolu yarıladık. Konak-Karşıyaka arasında tam ortasındayız Körfezin. Deniz çok muhteşem görünüyor. Taa kıyıda martılar, daha orta kısımda karabataklar. Köpükler bembeyaz ve köpükten dilek tutmaca oynuyor çocuklar. Bende biraz daha büyüyünce oynarım.
Köpük tutmaca ha; bende içimden tutayım dileklerimi, kendi kendime.
Aaa oldumu ya, oldumu şimdi. Daha hiç dilek tutamadan geldik Karşıyaka'ya. Boşver bidaha ki sefere oynarım bende..
Vapur yanaşırken çok sallanıyor. Iııı korktum. Halatları attı biletçi, iskelede görevli biri yakaladı. Kocaman halat bağlama demirlerine geçirdi. Herkes ayakta, sırayla iniliyormuş.


Karşıyaka'dayız.
Buraya daha önce geldikmi?, vapura daha önce bindimmi? bilmiyorum. Hatırlamıyorum.
Ama Karşıyaka'yı sevdim hemen. Vapuru sevdim. Martıları sevdim. Mavi-beyaz gökyüzünü sevdim. Dalgaları da sevdim, bembeyaz köpükleri de.
Bu gün güzel geçecek, biliyorum. Hissediyorum.
Ben sevmeyi de biliyorum,
Sevilmek de istiyorum...





HATIRALARIN AYAK İZİ..

KARŞIYAKA'dayım -13

Karşıyaka çarşı girişi.

Hurra, cümbür cemaat çıktık Karşıyaka vapur iskelesinden, Sahil caddesinin ortasına.
Tam karşımızdaki sokak bizim Konak'daki Kemeraltı Caddesine benziyor. Kalabalık bakımından. Annem yanındaki komşulara:
-Bundan sonra bir ayağımız Karşıyaka'da diyor. Behire burada, Gülseren burada, ahretliğim Zekiye burada, Şadiye burada..
Karşıyaka'yı sevdim dedim de neyini sevdim ki?. Neresini gördümde sevdim?. Ben galiba Karşıyaka'ya gelmek üzere yapılan bu vapur yolculuğunu sevdim, Karşıyaka'nın vapurdan görünen o güzel sahil yolunu sevdim.

Karşıyaka sahil yolu.


Caddeye çıktık. İskeleyi arkamıza aldığımızda sol tarafımızda kalan apartmanlar; beyaz mermer girişlerinin kenarlarındaki demirlere sarılmış begonvilleri, yasemen ve sarmaşık gülleri ile çok şık görünüyorlardı. Biz sağ tarafa yöneldik.
Sağımı-solumu öğrendim. Nasılmı?: sağ omzumda iyilik melekleri olurmuş, yaramazlık yapmazsam defterlerine bu çocuk iyi diye yazarlarmış. Sol omzumdakiler kötülük melekleri. Bunlarda yaptığım yaramazlıkları yazıyorlarmış. Bu çocuk kötü, bunu cezalandıralım, cehennemde yansın.
Sol tarafımı sevmiyorum. Sol omzumu, sol gözümü, sol elimi..

İskelenin sağ tarafı.

Evet sağ taraftan, deniz kenarından yürüyoruz. Herkes çocuğunun elini tuttu. Denize düşmesinler, caddeye çıkmasınlar diye. Havanım teyze bile Nerminin elini tutuyor. Benim elimi tutan yok. Ama çok usluyum. Denize düşmüyorum, caddeye çıkmıyorum, yaramazlık yapmıyorum. Annemin yanıbaşında uslu uslu yürüyorum. Melekler bugün bana iyi çocuk diyecekler.
En uçta caddenin kıvrımında denize doğru uzanmış boş bir alan var. O alanın karşısında tam köşede ise kocaman bir apartman. Annem apartmanı göstererek:
- Şu büyük apartmanda oturuyor Vecdi'ler. Onun köşesinde solda ki sokağa döneceğiz. Birkaç bina sonrada Gülseren'in evi.
Vecdi bey, eşi Tuna hanım, çocukları Derya ile Fahri, Vecdi beyin annesi Şadiye hanım teyze bu apartmandaki evlerinde yaşıyorlar. Nermin ve Nesrin bu apartmanın yanındaki ağacın dibinden sola kıvrılan sokakta oturuyorlardı.

Derya'ların apartmanın oradan karşıya geçtik Sokağı kıvrıldık. Birkaç bina sonra solda gri bir apartman önünde lastik oynayan birkaç kız ile bali bali oynayan yaşça biraz daha büyük iki kız vardı. Nesrin üçüncü kattaki evlerinin balkonunda misafirleri bekliyordu. Bizi görünce çığlık çığlığa bağırdı :
-Cicianne, cicianneee. İçeri doğru dönüp:
-Annee, ciciannemler geldi. Misafirler geldiii.
Yukarı çıktık. Gülseren abla, amanda aman kimler gelmiş, hoşgeldiniz, hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz diyerek her zamanki gibi güler yüzle karşıladı bizleri. Herkese tek tek sarıldı, öptü. Çocukların başını, yanağını okşadı.
O güne dair hatıralarıma çakılan belli başlı birkaç ayrıntı dışında gün nasıl geçti, akşam nasıl oldu çok fazla şey hatırlamıyorum. Hatırladıklarım:
-Galiba vapura ilk defa bindim.
-Cam kenarına oturamasamda vapur yolculuğu çok güzel.
-Karşıyaka'yı hemen sevdim. Deniz kenarında üstünde bir yığın palmiye ağaçları ve güzel çiçeklerden girişlere sahip apartmanların olduğu geniş bir caddesi var.
-Derya'ların binasını gördüm (Derya'lar çok zengin herhalde. En güzel apartmanda onlar oturuyorlar.).
-Kek diye bişey yedim(çok güzeldi).
-Peynirli puf böreği de yedim(peynir hiç kompartıman gibi kokmuyordu).
-Kaloriferli apartman ne demekmiş gördüm sonunda(hala kalorifer neymiş anlamadım ama).
-Komşular çitlenbik eve iyice alıştı,uyum sağladı değilmi F...... hanım dediler anneme(eve alışmak ne demek ki?. Uyum sağlamak!).
-Alıştı, alıştı dedi annem. Gerçi mızmız, herşeyi yemiyor, peynir pişmemişse ağzına koymuyor. Boğazına göre olursa löp löp yutuyor. Konu komşunun evinde tuvalete giriyor evde girmiyor. Çok konuşuyor, herşeyi soruyor,...

Anladım. Ben yaramazmışım(melekler bana ceza verecek, ateşe atıp yakacaklarmış yaramaz çocukları. O zaman bende yanacağım, bende yanacağım. Ben çok yaramazmışım, mızmızmışım bende yanacağım. Korkuyorum, çok korkuyorum.).
Olsun, bu gün güzel geçiyor. Kek yedim, börek yedim, sık sık tuvalete girdim.
Akşam olacak. Babam gelecek. Aferin benim kızım çok uslu diyecek. Melekler beni çok sevecek.







HATIRALARIN AYAK İZİ..

AY IŞIĞINDA DİLEK TUTTUM.. -14


Karşıyaka'da akşam olmuş.

Akşam oldu Karşıyaka'da. Babam geldi. Yemekler yendi bitti. Hanımlar bulaşık yıkamakla meşgul, beyler radyo başında akşam ajansını (akşam haberleri) dinliyor. Nermin ve Nesrin apartmanın önüne indiler. Sokaklarındaki çocuklar hep dışarda. Ben balkondan seyrediyorum çocukları, Karşıyaka'daki o sokağı.
Dedim ya bu gün güzel geçecek diye. Gün güzel geçti. Annem benimle hiç ilgilenmedi, buda benim işime geldi. Peynir hiç kokmuyordu. Demek ki neymiş?: peynir pişince kompartıman gibi kokmazmış. Artık peyniri hep pişirip yiyeceğim. Kek çok tatlı ve güzeldi. İçinde üzümler vardı. Hele ki; Gülseren abla, kayınvalidesinin ev hediyesi 'kek tenceresinde' pişirirse keki, kabarırda kabarırmış. Tadına da böyle doyulmazmış.

pencereli tencere:)

Aaa tencerede pencere var. Pencereli tencere:))

Komşular ne zaman gitti, babamlar ne zaman geldi, akşam yemeğinde neler yendi hatırlamıyorum.

Gülseren abla anneme anlatıyordu:
-Ah ciciannem ne zor oldu taşınma yerleşme. Birde arka odayı ikiye böldük, bir parçasına oğlanlardan biri için yatak ve küçük bir şifonyer koyduk. Odanın diğer yarısında ise dayı bey kalacakmış. Ah cicianne ah, bir Tuna'nın evine bak birde benimkine. Dayı bey de bizde. Her akşam elinde bir yığın kutu ile geliyor. Çöp mü getiriyor, meymi (içki) bilmiyorum. Herkes bana yükleniyor. Benim adam ne hanımanneme(kayınvalidesi Şadiye hanım) nede diğerlerine karşı beni koruyor. Olsun, şükür hiç olmazsa kızlar daha iyi okulda okuyacaklar....

Bıdır bıdır habire konuşuyorlar, dertleşiyorlar.

Eee cicianne gündüz konuşamadık sen naptın, alıştın mı Behire'nin yokluğuna. Çitlenbik üzüyor mu seni.....

Benden konuşuyorlar. Gözüm sokakta oynayan çocuklarda, ben mutfak balkonunda, kulağım ise mutfaktaki dedikodularda. Anlayabildiğim kadarıyla tabii.

Annem ve ben.
Aman Gülseren'ciğim sorma. Alışamadım Behire'nin yokluğuna. Gözlerim arıyor onu. Sesini, nefesini, kokusunu özledim. Yaşına basmamıştı süt anasından geldiğinde. Onu sanki ben doğurmuştum. Benim kokumla büyüdü o, onun kokusuyla da anne oldum ben.

Nasıl alışırım yokluğuna, çok zormuş kız evlendirmek, çok zoor. Geçen gün evi temizlerken bir fanilası kalmış, buldum. Kokusu vardı daha üstünde kızımın. Kokladım, ağladım. Kokladım, ağladım.

Buna mı, ne bileyim pek alışamadım. Sidikli, inat, çirkin bişey. Ama çok akıllı, cin gibi, dikkatli, kim ne söylüyor diye kulağı açık. Cicibaban pek seviyor. Benim kanımdan, benim canımdan bu diyor. Yeğenimin kuzusu diye seviyor, kucağından indirmiyor.

Buna mı- diye isim mi olur. O kim ki?.

Bak oda sidikli, inat ve çirkinmiş. Annem; çok tuvalete girmiyorum, bazen de geceleri altımı ıslatıyorum diye çok kızıyor, çok dövüyor ama napayım çok korkuyorum. Kocaman fareler var. Tuvalette yürüyorlar. Sıçan ısıracağına altımı, annem vursun, dövsün daha iyi.

Buna mı- kim ki?. Ben değilim herhalde. Benim ismim var. Ablam süt anneden gelmiş se bende mi süt anneden geldim ki?.

Artık çocuklar içeri giriyor. Nermin'le Nesrin'de girdi içeri. Biz de birazdan kalkacakmışız. Son vapura kalıp da telaşlanmayalım diyor babam. Azıcık uykum geldi. Ama bu gün güzel geçti. Yine vapura bineceğim. Canım babam beni cam kenarına oturtur. Yine denizi seyredeceğim. Martıları göreceğim.

Herkesle vedalaştık, babam elimi tuttu, annemde babamın diğer yanında, yola koyulduk. Daha sokağı kıvrılır kıvrılmaz gördüm kapkara denizi. Deniz kapkara,üstünde kımıldayan ışıklar ise parlak..

Gökyüzü siyah ama ay parlak, yıldızlar parlak, deniz siyah ama üstündeki ışıklar parlak mı parlak.

İskeleye vardık. Çok uykum geldi, uyumayacağım ama denizi seyredeceğim. Babam biletleri aldı. Vapur yanaştı. Çok kalabalık değil. Bindik hemen lakin bekleyeceğiz vapurun kalkma saatini.

Cam kenarı benim, cam kenarı benim. Cam kenarına beni oturttu babam. Dışarıyı seyret, bak şu binanın üstüne ne var dedi.. Baktım, iskelenin karşısındaki sokağa, sabah çok kalabalıktı Karşıyaka Çarşı Caddesi, şimdi çok tenha. İki yanında kocaman binalar var. Bir binanın tepesinde ise ışıkları yanıp sönen bir tabela;

Soldaki binanın tepesindeki tabelayı gösterdi babam. Akşam ışıklanan tabelayı. Leyleğin yuvası..

önce kırmızı ışıklardan halkalar, halkalardan da bir gül oluşuyor. Sonra birden bire gül sizin üstünüze fırlatılıyormuş gibi, paramparça oluyor,

bana bir gül fırlat, sevginden, hasretinden, binaların tepesindeki leyleklerden...

sonra yeşil ışıklar yanıyor, bir ev paketi, bir de leylek oluşuyor. Leyleğin kanatları yanıp yanıp sönüyor. Ağzındaki paketi koyuyor sonra kayboluyor. Yazılar yazılıyor, siliniyor. Tekrar gül fırlıyor, tekrar leylek kanat çırpıyor, yazılar yazılıyor, yazgılar çiziliyor..


Leylek, leylek. Güzel leylek. Bankanın leyleği. Işıkların leyleği.
-leylek ne yapıyor, dedim babama,
-evlerin bacasına senin gibi tatlı kızları bırakıyor..dedi.
Hııı.

Vapurun adı can simitlerinde yazıyordu,
-vapurun adı ne dedim.
-Dokuz Eylül.. dedi babam.
Dokuz Eylül, nasıl yazılır öğrendim. Şimdi üç vapur adı biliyorum: Alaybey, Bergama, Dokuz Eylül.

Vapur kalktı sakince. Denizde dalga yok. Ay parlak, yıldızlar parlak, yakamozlar parlak. Işıkların adı yakamozmuş, yakamozlar parlak ve oynak.

Parlak ve oynak yakamozlar.

Ay ışığında deniz siyah, köpükler ışıklı beyaz. ay mı güzel, gecemi bilemedim. Ay ışığındaki geceyi pek sevdim..Gecenin yakışanı ay, denizin yakışanı beyaz köpükler..

Gündüz köpükten dilek tutmaca oynayamadım. Şimdi oynayacağım kendi kendime. Nasıl oynandığını sonra anlatırım, şimdi uykum geldi.

Köpük dileğimi duydun mu?, Sadece sen duy. İşte ilk dileğim birde çok uykum geldi benim..

İşte ilk dileğim:
Leylek, yeşil ışıklı leylek, ya benimle babamı başka evin bacasına bırak,

Ya da süt anneden önce ben geleyim, annem benim kokumla anne olsun...





HATIRALARIN AYAK İZİ..

USTURMAÇLAR SAĞIR EDECEK.. -15


KARŞIYAKA Sahil yolu.
Vapur iskelesinin sol tarafına gideceğiz bu gün yani otobüsün tam aksi istikametine.

Yine vapura bindik. Yine Karşıyaka'ya geldik. Bu defa (benim hatırladığım ilk ziyaret) ablama, ablamın evine, gelin olup gittiği yere ziyaretimiz.

Sabaha dönersek: annemin ablasının (Hediye Teyze) küçük kızı Aysun abla, onun çocukları ve başka kimlerin olduğunu bir türlü hatırlamadığım akraba ve komşu hep birlikte gidiliyor.


Arap Fırını Caddesi.
Manolyalı ev.

Arap Fırını Caddesinde yürüyoruz. Kırmızı yangın tulumbasının oradan döneceğiz.


Benim için her ayrıntısı önemli olan o sokaklar, start mahallem, bölgem..

Köşeyi dönünce 1.Beyler sokağındaki Sakarya İlk Okulunun önünden geçiyoruz. Birkaç ev sonra iki katlı bir bina gördüm. Binanın bahçesinde okulda olduğu gibi bayrak direği ve bir çok merdivenle çıkılan açık bir giriş kapısı var. Bayrak kıpardamıyor bile.

'Konak Çocuk Kütüphanesi' yazıyor üstünde. Bütün harfleri sırasıyla aklıma yazdım. Akşam bababama sorarım, nasıl soracaksam. Haa tamam, kağıda çizerim harfleri babamın hesap kalemiyle, o da okur bana.

Hava sıcak, nemli. Karşıyaka'ya ilk giderken bu sokaklarda, bir tek kolonyacıya dikkat etmişim demek ki. Ne okulu, nede çok merdivenli binayı görmüşüm. Köşedeki basma-pazen satan iki merdivenle inilen bodrum katındaki Sümerbank Satış dükkanını bile farketmemişim.
Yolun sonundan sola döndüğümüzde, kısa bir bağlantı sokağı var. Bu sokaktan, Gülseren ablaya giderken bol bol kokladığım Aktaş Kolonya'larının bulunduğu binanında önünden geçtik bile. Artık Kemeraltı'ya çıkacak 2.Beyler sokağında ilerliyoruz. 2.Beyler sokağı; mobilyacıların, matbaacıların, davetiye ve nikah şekerleri satan dükkanların, yün ve orloncuların, eczane, kitap ve kırtasiye dükkanları ile gece kıyafetleri ve birkaç konfeksiyon mağasından sonra, Kemeraltı'na çıkan işlek bir sokaktı.

2.Beyler sokağı, Kemeraltı'ya çıkan bu güzel sokağın 1970 yılı görüntüsü.
Teşekkür ederim wow TURKEY.com.

Bundan sonra sık sık geçeceğimiz bu sokakları, her binayı, her dükkanı aklıma yazmaya çalışıyorum. Biraz zor ama nedeni; 1.Beyler sokağında, bir yanda arkası görülmeyen yüksek duvarlar, bir yanda okul, Konak Çocuk Kütüphanesi, köşede ise Sümerbank var. Yani ezberlenecek şey az. Halbuki, 2.Beyler sokağı hem daha uzun, hemde çok tabela var. Hepsini ezberlemem mümkün değil. Göz hafızama yerleştirmeye çalışıyorum. Yeni şeyler öğrenmek, başkasının dikkat etmediği ayrıntılarla ilgilenmek hoşuma gidiyordu o zamanlar.

Diğer çocuklara göre ben daha yaramazmışım. Nedeni; çok soruyorum. Çok meraklıyım. Öğrenmek, öğrenmek, öğrenmek istiyorum.

Çokda laf dinliyorum. Kim, kimle ne konuşuyor. Acaba annem benimi anlatıyor?. Çitlenbiği bende çok seviyorum diyecek mi?. Ablam kadar benide sevdiğini bir kere, bir kere söylecek mi?. Ne yapıyor olursam olayım, kulağım seslerde, sözlerde.

Konak vapur iskelesindeyiz bir kez daha. Biletlerimizi aldık. Dediğim gibi kalabalık bir grubuz yine. Kimler olduğunu fazla hatırlamasamda kalabalık olduğumuzu net hatırlıyorum.



Aaa. İki vapur yan yana duruyor. Ne güzel, ne güzel. Vapurlara binenler, Pasaport'ta gideceklerse, hemen kalkacak ikinci vapura geçiyorlar, Karşıyaka'ya transit gitmek istiyorlarsa bindikleri vapurda kalıyorlar.

Biz bindiğimiz vapurda kaldık, yani Efes'de.

Keşke bizde geçseydik ikinci vapura. İnşallah da geçeriz, bir gün.
Efes'in görevlisi ve Sur'un görevlisi halatları çözüyorlar. Sur'daki görevli:
-Hadi be lostromo, at palamarları, usturmaçlar sağır edecek. ???
(hadi be baş tayfa, at halatları, vapurların iskeleye sürtünmesini engelleyen lastik balonlar -bazende araba lastiklerinden olur-ın sesi sağır edecek.)


balon usturmaçlar.


Şerit lastik ve araba lastiğinden usturmaçlar.

Tüm bunları dikkatle dinliyorum, anlamıyorum. Çok sonraları öğrendim anlamlarını.
-Çözdüm işte, al.
Sur, hem kendini hem bizi titreterek kalktı.

Tüm bunları ben nasıl gördüm?. Nasıl duydum.
Ben nerdeyim, cam kenarındamıyım?. Hayır, ben daha doğrusu hepimiz yan güvertede, açık havada, köpüklere, martılara ve bulutlara daha yakın yolculuk yapacağız bugün.


Yan güverte.

Annem çok sıkı tembih etti. Asla yaramazlık yapmamam gerekiyor. Yaramazlık yaparsam beni tuvalete kapatacağını söyledi.
Ben evimizin en çok tuvaletini sevmiyorum. Fareler var. Çok kötü bağırıyorlar. Aslında komşularda farelerden dertliymiş. Herkes kapan veya fare zehiri alıyor. Bizimkilerde aldı.

Yaramazlık ne peki, ben oturuyorum, kendi kendime 'huh ne pişirsem' oynuyorum, eğer babam yanımızda değilse ve benimle oynayacak biri yoksa çok soru sormuyorum. Evin içinde koşmuyorum, zıplamıyorum. Başka çocuklar gibi divanın altına girip oturanların ayaklarını gıdıklamıyorum.

Sadece konuşanları dinliyorum. Başımı okşayan, yanağımdan acıtmadan makas alan, beni seven herkese kedi gibi sokuluyorum. Ne kadar zeki olduğumu, diğer çocuklardan akıllı olduğumu fark ettirme çabasındayım. Aslında diğer çocuklardan ne daha akıllıyım, nede daha zeki.
Sadece sevilme ihtiyacımı karşılayabilmek için çaba sarf ediyorum.

Yanımızda, Aysun ablanınkiler hariç başka akrabalarımızın yada komşularımızın benim yaşımda çocukları varmı bilmiyorum, hatırlamıyorum.

Bu gün sadece denizi seyrediyorum. Dalgaların sesini dinliyorum. Köpük tutmaca bile oynamadım.

Ablamlar bize yemeğe geldiği günden beri annem onu görmedi. Çok özledi ablamı, çok. Şimdi ona sarılacak, saçlarını koklayacak. Sarılacak, sarılacak. Sımsıkı sarılacak belkide ablama.

Kolum acıyor. Şu annemim kollarımı cimcikleme huyu olmasa aslında iyi kadın. O beni sevmiyor. Ben onu seviyorum. Anneler sevilmezmi.

Ablama sarılacak gidince, öpecek onu.
Keşke vapur yolculuğu hiç bitmese bu gün. Köpük bile oynamak istemiyorum.

Bugün çok uslu olmalıyım, ablamın evine ilk kez gidiyoruz..
Çok uslu olmalıyım, çok. Yoksa tuvalete kapatır beni.

Korkuyorum, kolum acıyor. Yaramazlık yapmamalıyım. Yapmayacağım. Bu gün çok uslu duracağım..


Sadece iki resmim var. Birde ablamın düğün resmi. Bazen kendimi, yüzümü, kimbilir belkide gözlerimdeki hüznü hatırlamam gerekiyor. Hatırlamalıyım ki izleri nelermiş anlayabileyim, anlatabileyim. O yüzden, gerçek olan fotograflar arıyorum, hatırlamama yardımcı olsun diye. Buluyorum çoğunlukla. Bulamadığımda tekrar tekrar aynı resimlerden faydalanacağım. Hatırlamak için resimlere ihtiyacım var.



İşte yaklaştık Karşıyaka'ya.
ÇOK USLU DURACAĞIM.
Ne kolum bir kere daha acıyacak, ne farelerin sesini kulaklarım duyacak.