27 Şubat 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -9


Yasemen Kokusu.. -9



İç avluda çardağın altında oturuyoruz. Ablam evleneli ne kadar zaman oldu. Bir haftamı, bir ay yada birçok ay mı geçti üstünden. Bilmem, hatırlamıyorum. Havanım teyze ve annem örgü örüp konuşuyorlar. Annem, 'Behire ve Duygu'nun yanında küçük görümcesi de gelecek yemeğe' diyor.

Bu iç avluyu çok seviyorum. Güneş asmayı yırtıp bizim üstümüze vuramıyor. Sabahın serinliği var ortalıkta. Gölgeler, üstümüzde yorgan misali, koruyor bizi güneş ışığından. İç avlunun loş bir görüntüsü var. Ben bu loş görüntüyü çok seviyorum. Bana bir şey hatırlatıyor, ama ne..


Yerde kilimin üzerinde oturuyorum. Gözüm salkım salkım sallanan koruklarda. Aralarından biraz olgun bir salkım bulsam hemen isteyeceğim Nermin'den. Nermin tebeşir yada kömür parçası bulmaya gitti kömürlüğe. Bana seksek oynamayı öğretecek. Akşam üzeri çok çocuk çıkar dışarı, başka mahallelerden gelenler olur. Merdivenlerin en üstündeki evlerde oturanlar bile bizim çıkmaz sokağın başına gelirler. Sokak birkaç gruba bölünür. Seksek oynayan kız çocukları, top oynayan erkek çocukları. Bazı çocuklar yılan oynarlardı(gazoz kapağı ile) kimiside meşe(misket-bilye-meşe hepsi de aynı şey İzmir'in çocukları için) ütmece..
Annemler, öbür gün gelecek misafirlerimize pişirilecek yemekler üzerine konuşuyorlar. Kulağım onlarda, gözüm asmada. Aklım iç avludaki bardacıklarda. Burnumda ise buram buram, duvara sarılmış beyaz ve sarı yasemenlerin kokusu var.



Nermin geldi. Çizgileri çiziyor. Bir parça da mermer var elinde. Sek sek taşı. Havanım teyze bana sesleniyor, 'gel şu yere dökülen yasemenleri topla masanın üstündeki cam tabağa koyda mis gibi koklayalım'. Hemen topladım yere dökülen çiçekleri. Çürüyen ve buruşan yasemenleri attım bahçe çöpüne. Beyazlar daha çoktu. Tabağın ortasına onları koydum. Sarıları tabağın kenarına bir sıra halinde dizdim. Üç-beş sarı çiçek arttı elimde. Onları da üstüne tam ortaya serpiştirdim. Salatanın üstündeki gül gibi..
Aslında  çok küçüktüm, böyle bir kombinasyonu nasıl yapmıştım o zamanlar. Bir yerde gördüğümü de hatırlamıyorum. Ama ben, çok şık bir çiçek tabağı yapmıştım.

Bunun gibi ama bu çiçeklerden değil.

Benim çiçeklerim yasemendi. Sarı yasemen, beyaz yasemen, yine sarı yasemen. Şık  bir çiçek tabağı.
Bir daha ki sefere gülleri döşeyeceğim bende... 
Evet ben çok şık bir tabak yapmıştım. Çok güzel oldu. Çok güzel oldu. Etraf zaten çok güzel kokuyordu, şimdi masamız hem güzel oldu, hem güzel koktu.
Afferiin dedi uzun uzun Havanım teyze. Aferiiin. Ne güzel yaptın tabağı öyle. Bak çiçeklerin çürüklerini bile ayıtlamışsın. Afferin kız,  çitlenbik. Müzeyyen teyzeden sonra herkes bana çitlenbik diye seslenir oldu.
Bir aferin, bir baş okşaması, çok mutluyum çok. 
Biri beni sevince, başımı okşayıp iş buyurunca ve iş bitiminde beğenisini, takdirini dile getirince çok mutlu oluyorum.


Ben Nermin'e göre daha küçüktüm. Pek çok şeyi yeni yeni öğreniyorum. Gelinin küçük kardeşi olmayı, düğünleri, masalları, sek sek oyunlarını ve daha pek çok şeyi öğreniyorum yada öğreneceğim. 
Nermin en basit sek sek çizgisini çizmiş. Üst üste yuvarlaklar.
Birleri çabuk öğrendim. İkilerde zorlandım. Bir türlü taşımı birden, ikiyi atlatarak üçüncü yuvarlağa atamadım. Taşı attığımda ise kendim atlayamadım. Bir deneme, iki deneme, üçüncü denemede şaplı beton yeri öpme.
Bir deneme, iki deneme üçüncüde yine yeri öpme. Kaç kere denersem deneyeyim taşı üçüncü yuvarlağa atabiliyorum, ama kendim oraya atlayamıyorum. Yere düşüyorum. Ellerim kızardı canım çok yandı. Başladım için için ağlamaya.
Nermin acıdı bana. Havanım teyze oda acıdı bana.
Alnım şişti. Ellerim kızardı, canım çook acıdı. 
Bir tek annem acımadı. Alnımı okşamadı.
Kanayan ellerimi öpmedi. Sevgi namına bir şey göstermedi. 
Bugün, bir tek Havanım teyze bana 'Aferiiin' dedi.
Şu annem beni hiç mi sevmedi..


22 Şubat 2012

OLSA DA YESELER.

Hatırlatan...
Bu o değil. Ama onun gibi hayat mücadelesinde...
Sabah işe giderken gördüm onu.
İki ana caddenin birleştiği kavşakta bir duvar dibinde oturuyordu. Üstünde el örgüsü yün bir hırka, hırkanın üstünde bir şal (poşu) vardı. Ayakkabıları oturduğum arabanın ön koltuğundan bile görünüyordu: Eski-püskü. Çoraplarını dizine kadar çekmiş. Başındaki tülbenin üstüne, bir ameliyat başlığı geçirmiş. 
Yeşil, plastik bir ameliyat başlığı.  Yılların ak düşürdüğü saçlarını, yağmurdan, kardan, rüzgardan ve soğuk havadan korumak için. Kollamak için.
Neler yoktu ki tezgahında. Yara bantları, mendiller, kalem ve küçük not defterleri. Çakmaklar, piller, el örgüsü lifler. Oturduğum yerden bu kadarını görebildim. Göremediklerimi merak ettim..
Trafik ışıkları değişti. Yeşil yandı arabalar geçsin diye. Biz yolumuza devam ederken, o ekmek tezgahının tozunu almaya yöneldi usulca.
İşte o zaman hatırladım, üç tatlı nineyi. İkisini ben anlatacağım, üçüncüsünü zaten çoğunuz TV'lerden izlediniz. 
-1

Bu belkide anlattığım nine, belkide değil. Hatırlayamıyorum yüzünü, hatırlıyorum hüznünü...

1999 yılı, soğuk bir Ankara günü daha. Üstünde şeker pembesi ince bir kazak, üstünde el örgüsü siyah yelek, çıka gelmiş bir nine TBMM'ne. İktidar milletvekili ne demek, muhalefet milletvekili ne demek bilmiyor. Sadece bir Ankara Milletvekili bulma, derdini anlatma kaygısıyla dolanıyor. Görevliler, muhalefetten bir milletvekilinin makamına getiriyorlar nineyi. Beklemesini vekil geldiğinde görüşebileceğini söylüyorlar ona. 
Bekliyor nine. Sıcak bir bardak çay yada başka içecek ısmarlanması tekliflerini de geri çeviriyor. Beklerken etraftakileri sessizce izliyor.
Evden getirdiğim zeytinyağlı pırasa yemeğini  yemeye hazırlanan bana mahzun mahzun bakıyor nine. Kızım diyor, oğlumla gelinimin başına bir iş geldi, iki torunum öksüz kaldı. Tek göz odalı gecekondu da bakıyorum onlara. İşe çıkamadım (pazarlarda lif, mendil, tarak, ayna, kalem vs. satıyormuş.) üç beş gündür bir kaşık çorba yapamadım, ekmek alamadım, öksüzlerimi doyuramadım. O pırasanın hepsini yiyecen mi?.
O pırasanın hepsini yiyecen mi. Bu soru öldürdü beni.
Baldan, baklavadan, etten, buttan bahseder gibi soruyordu. 
O pırasanın hepsini yiyecen mi. Çoğu zaman alt tarafı pırasa diyerek küçümsediğim, pırasanın bir lokmasını bile yiyemeyeceğim ninecim. 
-Ben bir boş poşet bulursam yemediğin pırasayı dökmesen bana versen olur mu?. Ekmeğin içine koyar yediririm masumlarıma.
Seni yemekhaneye götüreyim nine dedim, olmaz dedi. Dayanamam yerim, masumlarım iki gündür aç dedi.
Ben para vereyim eve giderken bir şeyler al dedim. Olmaz dedi. Ben buraya kendimi acındırıp para toplamaya gelmedim, çare bulmaya, akıl almaya, sıcakta iş var mı diye sormaya geldim dedi. Pırasayı yemedim. Getirdiğim kapla beraber ona verdim. Yanımda birkaç meyve vardı, onları da verdim ona.
Telefonlar çalmaya başladı döndüm işime, nine de kalktı gitti, görüşeceği kişinin odasına..
Bir daha görmedim onu.
Ne ben sorabildim, çare buldun mu derdine diye. 
Nede nine diyebildi pırasa öksüzlerimin kursağında artık diye...
-2
Anlattığım nine değil.
Yıl 2004. Köyleri geziyoruz. İhtiyaç tespiti, dert dinleme, yol gösterme gezileri. Beyler çoğunlukta, köy kahvesinin önünde sohbet ediyorlar. Bir grup köy kadını ise bir evin önünde toplanmışlar uzaktan bize bakıyorlar. Konuşup gülüşüyorlar.
Yanlarına gidiyorum. 
-Ne oldu hanımlar niye güldünüz.
-Ne ediyon onca herifin içinde.
Anlatıyorum nedenlerimi. Niye oradayım, ne yapıyorum. Konuşuyoruz, konuşuyoruz, lafın belini kırıyoruz. Ayşe nine usulca kalkıp gitmiş yanımızdan, onu bile fark edememişiz, sohbetin koyuluğundan. Yanımıza döndüğünde ise:
-Al bunları, diyor bana. Al..
Uzattığı üç yumurta. 
-Öyle fakirim ki.. Sana verecek hiçbir şeyim yok. Seni çok sevdim, ama hediye edecek bişeyim yok. 
Kucağındaki torununu gösteriyor. 
-Toruna sakladıydım ama, seni çok sevdim. Al bunları Ankara'ya götür, beni ana-ana pişir ye. Öyle fakirim ki, verecek başka bir şeyim yok.
-Daha gezecek çok köy var Ayşe nine. Uzun bir süre dönemeyeceğim Ankara'ya. O yumurtaları torununla beraber sen ye. Yerken de beni hatırla. 
Çok sevdim, unutmayacağım seni, Poyracık'daki kendi fakir, gönlü zengin ninemi...
-3
İşte bu o. Güllü Nine. Güllü Ebe.
Bir kazak istedin, milyonları ekrana kilitledin.
Benim adım Güllü ebe, keçilerim ot bekler evde. Biz istiyoz yiyoz, onlar istemeyecek mi. 


  
Biri satarsa üç-beş şey, alabilecek yiyecek-içecek..
Biri benden istedi,
Diğeri olanını sana vereyim dedi.
Birinde de var mı, yok mu, Vali bile akıl erdiremedi.
Hayatları cefa dolu, sabah geçerken gördüm ben onu...

19 Şubat 2012

SENİNLE YAŞADIM, SENİNLE YAŞLANMAK, SENİNLE ÖLMEK İSTİYORUM...


SENELERİN EN KÜÇÜK AYINDA DOĞAN EN BÜYÜK AŞK'a...
Seninle yaşlanmak istiyorum..
Soğuk ve karlı bir Ankara günü.
Okulun (Ankara Atatürk Lisesi-Sıhhıye) voleybol takımının maçında tezahürat yapmaları için öğleden sonra izinli sayılan öğrencilerden üçü (üç genç kız), bu izni daha sabah saatlerinden itibaren kendi kafalarına göre kullanma kararıyla, Gençlik Parkına bir ziyarette bulunma fiilini gerçekleştirmişler.



O zamanlar, öğrenciler okulu kırarlar, doğru Gençlik Parkına.
Askerler birliklerine teslim olmadan önce, Ankara'yı gezmeye karar verirler, doğru Gençlik Parkına.
Ankara'yı merak edenler, önce giderler Gençlik Parkına.
Asker gider, turist gider, öğrenci gider.
Herkes gider,
Bizim üç kafadar da gitmiş o parka... 

Oturdukları çay bahçesinin (Dinlenme Çay Bahçesi), salonunda yanan sobanın etrafa yaydığı sıcaklık ve içtikleri birer bardak çay, kurt gibi acıkmalarına neden olmuş. Dinlenme'de yiyecek birşey yok. Gözleme yapan kadıncağız izinli. Sabahın körü..
Genç kızlardan bir tanesi çantaların başında kalmış, diğer iki genç kız ise yiyecek birşeyler almak üzere dışarı çıkmış, açık büfe arıyorlar. Tost ile bir yandan karınlarını, bir yandan da sohbeti doyuracaklar.:)


İki genç kız yağmurdan, kardan ıslanmış yolda yürürken etraflarına ve önlerine pek bakmıyorlardı galiba ki; küüüt.

Birine çarptılar. Koca yolda, boş yolda, ıssız yolda, birine çarptılar..

Önüne baksana be adam diyeceklerdi ama onlarla çarpışan  delikanlı önce davranıp, masum bir ifadeyle ''afedersiniz'' dedi.
Afedersiniz.
Kibarca söylenmiş bir afedersiniz..
Öyle hoş bir çocuktu ki.
Öyle yakışıklı.. Öyle sevimli..


Birbirlerine çarptılar. Koca yolda, boş yolda, ıssız yolda, birbirlerine çarptılar..

Afedersiniz. Ayakkabımı yeni almıştım da, ayağımda nasıl duruyor diye bakıyordum. Sizi fark etmedim. Afedersiniz..

Öyle hoş bir çocuktu ki.
Öyle yakışıklı.. Öyle sevimli..

Sonrası mı..
Sonrası kaderin, kısmetin yazdığı 'Türk Filmi' senaryosu.


Birbirlerine çarptılar. Koca yolda, kalabalıkmı kalabalık Kızılay Meydanında, birbirlerine yine çarptılar..

Kalabalıkmı kalabalık, Kızılay Meydanında birbirlerine ikinci kez çarptılar, çarpıştılar..

Koca Ankara'da karşılıklı istikametlerden yürümeyi bilmiyoruz madem, arkadaş olalım, yan yana yürüyelim ve bir daha çarpışmayalım dediler. Kız pek güzel değildi. Hatta hiç güzel değildi.
Ama hayat güzelliğe değil, özelliğe bakardı.
Ve kız güçlüydü, kararlıydı. Sadece deee bir arkadaşdı..

Sadece arkadaş oldular.
Sonra dört kişi, beş kişi, bir çok kişi gezdiler, dolaştılar.
Sadece arkadaş olarak.
Daha daha sonra bazen iki kişi, bazen çok kişi buluştular.

Sonra hep, hep iki kişi gezip-tozup, dolaştılar.
Konuşup, anlaştılar.
Artık sadece arkadaş değillerdi,
Birbirlerini seven, hayaller kuran, gelecek planlayan.
Şarkılardan fallar tutan..
 
''Alıştım Sana Bir tanem''
(Ümit Besen- Tanışmaya)
 ''Kaderimde Hep güzeli Aradım''
(Mediha Şen Sancakoğlu- Ayrı kaldığımız zamanlara),
''Son Arzum''
(Nilüfer-Tüm hayatımıza). 



19 Şubat 1981'den beri SEVİYORUM SENİ..
Şimdi yine dört kişiler.
Birbirlerini ve kızlarını çok seviyorlar.
Ve hala ilk çarpıştıkları günü kutlayarak geçiriyorlar.
Birlikte yaşadılar.
Birlikte yaşlanıyorlar.
Ve birlikte ölmek istiyorlar...


Sevgili Eşime..
Bu bizim ilk şarkımız diye..

Not: Bu yazıyı beğendiyseniz +1 butonu ile google taşırmısınız.:) ÖMÜR BOYU AŞKLAR SÜRSÜN DİYE. KÜL KEDİSİ GERÇEK BİR PRENSES OLSUN DİYE...

17 Şubat 2012

RÜYA VE MESAJ...

Bugün canım hiçbir şey yazmak istemiyor.
Bugün canım sadece enstrumantel birşeyler dinlemek ve hayal kurmak istiyor.
Gönlüm bugün önce Rüya,
Sonra Mesajla şenlenmek istiyor.
Bugün canım tembellik istiyor, sakinlik istiyor...


Barış Manço-Rüya


Melih Kibar-Mesaj

16 Şubat 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -3

O taş merdivenin kıyısında oturan ben değilim.

Ben genellikle sarı duvarın dibindeki son basamakta otururdum. Arada en az 20-30 basamak ve 5-6 bina var. Ben o meşhur evin karşısında oturmaktan çekinirdim. Daha doğrusu o minik çıkmaz sokağın başından ayrılmaktan korkardım. Oradan  ayrılmak, tekrar trenle biryerlere götürülmek demekti galiba benim için. En azından uzun bir zaman öyle düşünmüş olmalıyım...
Sabahtan akşama kadar otururdum, beklerdim, bakardım garip garip.
Neyi beklerdim, neye bakardım?.
Her eve ait hüzünlü bir hikaye arardım.  Aklımın ermediği durumlarda ise, avluların duvarlarından kaçamak yaparak sokağa sarkmış ağaç dallarından, yapraklarından bana bir ses, bir görüntü sunmalarını beklerdim. Köyümün kavaklarından bir ses, kerpiç evlerinden bir görüntü. Hiç benzemeselerde ben benzetirdim.
O sokaktan bir ev. 
Kaç yaşında unuttum o eve geldiğim günü, köyümü, köyümün tozunu toprağını..
Kemeraltının, ikiçeşmelik caddesine uzanan kalabalığının tam ortasına buradan da çıkılıyor.
Buralara çok sonraları gelebildim yanlız.  Bu sokağın tam karşısında aktör Hüseyin BARADAN'ın kardeşi olduğunu söyleyen Ali Ulvi Baradan'ın fotoğrafçı dükkanı vardı. Vitrininde kara kalem çalışılmış çok güzel bir kadın resmi. Her önünden geçtiğimde durup seyrettiğim, büyüyünce benimde o kadar güzel olacağımı hayal ettiğim, Yasemin Baradan imzalı karakalem resim. her gün ekmek almaya fırına giderken çıkardı karşıma.


Yorumlar:
- Dayatılanla Yaşamak dedi ki...
ziyaretinize teşekkür ederim. ben de iadeyi ziyarete geldim ve blogunuzu çık beğendim. görüşmek üzere..08.01.2012
 VuslaT dedi ki...
çok teşekkür ederim.Bende sizin blogunuzu beğendim.Çok duygulu idi.görüşecez elbet bir yerde, bir kelimede....08.01.2012
bu benimdünyam dedi ki...
çocukluk yıllarını özlemeyen varmıdırki... blogunuz çok güzel görüşmek üzere.08.01.2012
VuslaT dedi ki...
çok teşekkür ederim görüşürüz. Sevgiler,,,08.01.2012
LuCkyLuKe dedi ki...
Bu şarkının bende yeri çok ayrıdır. yazıya ayrı, şarkıya ayrı duygulandım :)09.01.2012
VuslaT dedi ki...
Çok eski bir balkan türküsüdür.sevdiğine sevindim LUCK.09.01.2012
romantikbutik dedi ki...
yazılarınız çok etkileyici gerçekten.Hepsinde ayrı ayrı duygulandım.bu şarkıyı da çok severim ,çok söylerdim bir zamanlar.sevgilerimle.18.01.2012
Yıldız dedi ki...
Sen bana çok tanıdık geliyorsun
du bakalım çıkarcam bi yerden :))
biraz daha sayfalarında dolaşayım :)) 26.01.2012
Not: Teknik bir hatadan bu sayfayı silmek ve yeniden yayınlamak durumunda kaldım.VuslaT.



Aslında aradaki ne kadar çok zamanı atladım bu sokağı anlatırken. Pencereden giren rüzgarın havalandırdığı perde gibi, bazen en küçüklük zamanımın, bazende ondan bir adım sonrasının hatıralarına gidip geldiğim zamanlar. Bazen bir melodi beni alıp götürüyor yıllar öncesine, bazen koca bir şarkıda ki tek bir kelime...

Penceremin perdesini
Havalandıran rüzgar
Denizleri köpük köpük
Dalgalandıran rüzgar
Gir içeri usul usul
Beni bu dertten kurtar
Yabancısın buralara
Nerelerden geliyorsun
Otur dinlen başucuma
Belli ki çok yorulmuşsun
Bana esmeyi anlat
Bana sevmeyi anlat
Bana esmeyi anlat
Esip geçmey anlat
Anlat ki çözülsün dilim
Ben rüzgarım demeliyim
Rüzgarlığı anlat bana
Senin gibi esmeliyim...

13 Şubat 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -8


Bardacık.. -8


Aç. Aç... Aç.... Hanııım kapıyı aç.
Üç kere aç, sonra hanım kapıyı aç. Hamdi bey amca, her akşam evinin demir kapısının önünde bağırırdı.
Hanııım kapıyı aç.

Sinirli adamdı Hamdi bey amca. Bakışları ile emreder, bir kelimesinin üstüne ikinci bir kelime eklemez, ekletmezdi.
Havanım teyze de, kocası eve gelmeden hemen önce tedbirini alır, gezmekteyse döner, kıyafetlerini değiştirir, akşam yemeğini de hazır ederdi.
Evin ortanca oğlu Sadettin babası işten çıktıktan sonra dükkanlarını kapatır, gece okuluna giderdi. Eğer eve çok geç gelirse, bodrum kapısından gizlice içeri girer, evi mutfak ve iç avluya bağlayan yan koridordaki küçük odada yatardı. Annesi hep idare ederdi asi Sadettin'i. Okuldan çıkar çıkmaz eve gelmiş Hamdi bey, siz yattığınız için kapıyı ben açtım ona Hamdi bey, vs. vs. Hergün aynı yada benzer hikayeler ile uyutulurdu koca. 
Sinirli Hamdi bey, sert Hamdi bey.
Aslında Havanım teyze öğrenmişdi kocasının huyunu. Yanındayken herşeye peki, herşeye evet der, evini tertemiz tutar, yemeğini aşını, çamaşırını bulaşığını ihmal etmez, komşularına iyi ve bonkör (istemesede) davranırdı. Asla Hamdi bey amcanın lafının üstüne konuşmazdı bile. 
Hamdi bey amca sinirli olabilirdi ama çok misafirperverdi. Zengindi ama kibirli değildi. Babama ayrı bir saygı gösterirdi.
Komşuluklar çok meşhurdu o zamanlar. Gitmeler, gelmeler, yaz günü avlularda, kapı önlerinde oturmalar, kış günlerinde soba başında kestane, mısır patlatmalar. 
İç avlu
Eğer komşu kadınlar kapı önünde oturmayacaksa, Hamdi bey amca Nermin'i gönderir çağırtırdı bizi. İç avludaki tahta sedir ve sandalyeler ile mozaiklerin üstüne serilmiş bir kilim, bir-iki minder ve asmanın arasından sallanan şavkın (armut ampule şavk denirdi İzmir'de) altında radyo dinlemek veya Nermin'le karanlığa yakın loşluktaki dış avluda (iç avludan geçip arkadaki çok yüksek duvarlarla çevrili diğer sokağın ev ve avlularından ayrılmış, sessiz, ağaçlar ve duvar yüzünden sadece biraz gökyüzünün göründüğü ıssız en iç bahçeye dış avlu derlerdi.)asma, bardacık (incir), limon, turunç, dut, yenidünya, beyaz kiraz, vişne ve erik ağaçlarının altında, havuzun etrafında koşuşturmak, benim en sevdiğim gece gezmesiydi.

dış avlu



Yüksek dış avlu duvarlarından asla diğer evler, diğer avlular görünmezdi.

Ablamın evlenip gitmesine ve Nesrin'lerin taşınmasına en çok ben seviniyordum. Nedeni, sık sık vapura binip Karşıyaka'ya gidecektik. Bize yeni gezmeler çıkmıştı, Ayrıca mahallede de; Nermin ve onların güzel bahçeleri, lezzetli meyveleri bana kalmıştı.
Hamdi bey amca, babamla asmanın altında kahvesini içerken, bir yandan da seslenirdi:  
       
-Hanııım meyve topladın mı çocuklara, kalk radyonun sesini az daha aç, sevdiğim türkü çalıyorr. 

Kahve fincanını tepsiye koyarken tabaktaki bardacıklardan birini alıp:




-Hay gözünü sevdiğimin meyvesinin, tadını da severim, türküsünüde... derdi.
''Hastane önünde incir ağacı anam ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı anam ilacı
Doktor bulamadı bana ilacı annem ilacı
Baştabip geliyor zehirden acı anam vay acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu anam dert oldu
Ellerin vatanı da bana yurt oldu anam yurt oldu''
Aaa.. bardacık incir olmuş.
İlahi Hamdi bey amca onun adı incir değil, Bardacık, bardacık.

Mezarımı Kazın Bayıra Düze annem vay Düze
Yönünü Çevirin Sıladan Yüze annem vay Yüze
Benden Selâm Söylen Sevdiğimize

Başına Koysun Karalar Bağlasın Annem Bağlasın
Gurbet Elde Kaldım Diye Ağlasın Annem Ağlasın



Ben hala çok küçüğüm. Ama, ama, ama bu türkü beni ağlattı. Hiç bir şey anlamadım, ama bu türkü beni ağlattı. Bana nini gibi geldi. Beni ağlattı. Ne hatırlıyorum, bilmiyorum. Ama ağlıyorum. Bu türkü beni ağlattı. Bardacık incir olmuş, beni ağlattı...

Garip kaldım yüreğime dert oldu anam dert oldu
Ellerin vatanı da bana yurt oldu anam yurt oldu...

                                         .../..

SENİ DAİMA SEVECEĞİM...


Hani bazı şarkılar vardır; sözleri, müziği ve yorumlayan şarkıcısı ile bütünleşmiş, dinlemekten asla bıkmayacağınız, işte öyle birşeydir I will always love you...
Whitney Houston (9 Ağustos 1963 - 11 Şubat 2012), ABD'li şarkıcı. Dünyanın en çok ödül alan bayan sanatçısı ünvanını alarak rekorlar kitabına girmiştir. ( 415 ödül)
Whitney Houston, Ciccy Houston gibi başarılı bir gospel sanatçısının kızı, Dionne Warwick gibi başarılı bir R&B sanatçısının kuzeni olarak dünyaya geldi. Efsane isim Aretha Franklin vaftiz annesiydi. Whitney çocukluk yaşlarından itibaren müzikle ilgilenmeye başladı. Önceleri New Jersey'deki kilise korolarında şarkı söyleyen Whitney, bir süre sonra profesyonelliğe adım attı. Annesinin, Chaka Khan'ın ve Lou Rawls'ın vokalistliğini yapan Whitney aynı zamanda modellik de yapıyordu.
Whitney Houston'un ilk hiti Teddy Pendergrass'le 1984'te yaptığı 'Hold me ' isimli şarkıdır. Bu single gibi Whitney'in ilk solo albümü de çok sevilmiş ve önemli bir satış grafiği elde etmiştir. "Saving All My Love For You", "Greatest Love Of All" ve "How Will I Know" gibi parçalar uluslararası bir başarı elde ederken ABD listesi Billboard Hot 100'de zirveye oturmuştur. Ayrıca 'Saving All My Love For You' sanatçıya o yıl üç dalda aday olduğu Grammy müzik ödüllerinde ilk ödülünü kazandırmıştır. Aynı yıl, Stevie Wonder, Michael Jackson, Lionel Richie, Ray Charles ve birçok ünlüyle We Are The World isimli şarkıyı seslendirdi. İki yıl sonra Whitney, 2. solo albümü olan 'Whitney'i çıkarmıştır. 19 milyon gibi ciddi bir satış grafiği elde eden albümden çıkan single'lar,"I Wanna Dance With Somebody", "So Emotional", "Didn't We Almost Have It All" ve "Where Do Broken Hearts Go"'dur. Bu albümle de Whitney Houston, ikinci Grammy'sini kucaklamıştır.
The Bodyguard
1990'da Whitney 3.solo albümü "I'm Your Baby Tonight" çıkarmıştır. 10 milyon gibi bir satış elde etse de önceki albümlerinden daha az satmıştır. Bu arada olimpiyatlar için seslendirdiği 'One Moment In Time' adlı parçayla listelerde önemli başarılar elde etmiştir. 1992'de Whitney, Oscar'lı aktör Kevin Costner'la The Bodyguard adlı filmde başrolü paylaşmıştır. Film fazlasıyla beğenilmiştir. Ama asıl başarı Whitney'in filmden sonra çıkardığı soundtrack albümle gelmiştir. Dünya çapında 42 milyona yakın satan soundtrack Whitney'in en büyük hitlerini barındırmaktadır. "I Will Always Love You" single'ı başlıbaşına 20 milyona yakın bir satış elde etmiş ve kendi dalında bir rekor kırmıştır.
Whitney, bu albümle 3 Grammy ödülünün dışında çok sayıda ödül kazanmıştır. Aynı dönemde Whitney, meslektaşı Bobby Brown ile evlenmiş ve 1993'te Bobby Kristina isimli bir kızı olmuştur. The Bodyguard'dan sonra Whitney 2 filmde daha oynamış ve onların soundtrack albümleriyle de başarılar elde etmiştir. 1990'larda elde ettiği başarıları 2000'lerde devam ettirmiştir. 2001 yılında Michael Jackson'ın solo kariyerinin başlamasının 30. yıl dönümünde Michael Jackson'ın ‘Wanna Be Startin' Somethin’ isimli şarkısını seslendirmiştir ve Whitney Houston bu şarkıyla sesinin hâlâ güçlü olduğunu ispatlamıştır.
Bir çok kuruluş tarafından yaşam boyu başarı ödülleri kazanmıştır. Çağımızın sorunu uyuşturucuyla uzun yıllar boğuşmuştur. Uyuşturucu sorunundan kurtulduktan sonra Fashion's Rock ve 2008 Grammy ödüllerinde kameraların karşısına geçmişti.
Clive Davis ile işbirliği yaptığı son albümü I Look to You dünya çapında 1 Eylül 2009'da müzik marketlerdeki yerini almıştır.
11 Şubat 2012 günü, Beverly Hills'deki Beverly Hilton otelinde ölmüştür.

I will always love you.
Tüm sevgililere, sevmeyi bilenlere, sevilmeyi bilenlere..
Bu yılki 14 Şubat şarkınız olsun...

Güle güle Whitney.
Seni daima seveceğim...

10 Şubat 2012

BEN OLMALIYDIM.. -3




BEN IHLAMURum...(Ihlamur Kasrı)

Bir manolya ağacının gölgesinde oturuyorum.
 Ve ıhlamur ağaçlarının, çam ağaçlarının, çınar ağaçlarının. Bahçemde rengarenk çiçekler, böcekler, tavus kuşları, tavşanlar, kargalar, güvercinler birde minik serçeler.




Ben bir manolya ağacının gölgesindeyim, sütunlarım beyaz mermer. Havuz başımı aslanlar bekler.



Ben bir manolya ağacının gölgesindeyim, yüksek bahçe duvarlarımın arkasında geçmişimi özlemekteyim ve ziyaretinizi beklemekte...
Ben olmalıydım.
Keşke olsaydım..
Keşke ben Ihlamur Kasrı olsaydım.
Manolyaların, çamların, çınarların, mis kokulu ıhlamurların hasbahçesi, şöminenin, tavanın rengarenk süslemesi.







Şanlı tarihimize ev sahipliği yapan pek çok saray,kasır,köşk,konak ve yalı vardır ki bunların hepsi; yapılış hikayesinden, mimarisinden, iç dizaynından tutunda içinde yaşamış sakinlerine kadar benzerlikler ve farklılıkları bir arada içerir. Ben hayatım boyunca kendimi hep bir sarayda yaşamış yada yaşayacak biri gibi düşledim. Hatta saray olması gerekmezdi, bir kır köşkü, bir şehir köşkü(kasır), bir konak  yada bir yalı.
Yaşamam gerekmez ki taşı olaydım bari, çeşmesi olaydım, fenerli sütunu, bahçeyi seyre dalan balkonunun mermer küpeştesi..







Ben olmalıydım.
Keşke olsaydım..
Keşke ben Ihlamur Kasrı olsaydım..
Tenha bir bahçede, iki tepenin arasındaki vadide. Sessizliğin içinde.
Keşke ben Ihlamur Kasrı olsaydım..
Manolyaların gölgesinde, duvarların gerisinde.





Yine gelin. Yine okuyun beni, bakın resimlerime..
Yine gelin. Şu bankda oturun. Benim hayallerimden birazda siz kurun...

Ihlamur Kasrı; Beşiktaş ve Nişantaşı arasındaki vadide yer alan Ihlamur Mesiresi'ndeki kasırdır. Buraya Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan'a “Merasim Köşkü” ile “Maiyet Köşkü” olarak adlandırılan iki kasır yaptırılmıştır. Bunlardan Merasim Köşkü, asıl Ihlamur Kasrı'dır. Yüksek bir su basman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan inşa edilmiştir.
Merasim Köşkü'nün biraz ilerisinde bulunan Maiyet Köşkü daha sade bir yapıdır, iki katı olan bu yapıda, giriş cephesinde iki kollu bir merdiven bulunmaktadır. Girişin ortasında bir hol ve merdivenler ile köşelerde 4 adet oda yer almaktadır.
Bugün, çevresinin gürültü ve karmaşasından kendini yüksek duvarlarla koruyan Ihlamur Kasrı çok eskilerden bu yana Ihlamur Mesiresi adıyla anılan bir dinlenme alanının içinde kurulmuş iki yapıdan oluşur. Havuzlu Ihlamur Mahalli, Muhabbet Bahçesi ve Hacı Hüseyin Bağı adlı üç bölümden meydana gelen bu dinlenme alanının, Sultan III. Ahmet döneminde (1703-1730) bir hasbahçe haline dönüştürüldüğü, I. Abdülhamit (1774-1789) ve III. Selim (1789-1807) dönemlerindeki düzenlemelerden sonra XIX. yüzyılın ilk yarısında Sultan Abdülmecit'in de ilgisini çektiği bilinmektedir. Sultan burada bulunan sade bir bağ evine sık sık gelerek dinlenir, bazı konuklarını, bu arada ünlü Fransız şairi Lamartine'i burada kabul ederek görüşürdü. Daha sonra da bu sade ve küçük kasrın yerine 1849-1855 yılları arasında, bugün bulunanları yaptırdı. Yapılardan biri Merasim Köşkü (törenler için düşünülmüş ve kullanılmıştır.) öbürüyse Maiyet Köşkü (Sultanın maiyeti, kimi zaman da haremi için kullanılmıştır) adlarıyla anılmış, ikisine birden de Ihlamur Kasrı (ya da kasırları) adı verilmiştir.
Maiyet Kasrı olarak tanınan, diğerine göre daha küçük boyutdaki yapıysa, dış süsleme açısından daha yalın olmakla birlikte benzer anlayıştadır. Bu yapının iç süslemeleri de oldukça yalın biçimde ele alınmıştır.
Sultan Abdülmecit'in genç yaşta ölümünden sonra, Sultan Abdülaziz, ağabeyinin sevdiği bu yapılara ve çevreye fazla olmamakla birlikte ilgi gösterir, meraklı olduğu horoz ve koç döğüşleriyle, güreşlerin bazılarını bu bahçede yaptırırdı. Sonraları V. Mehmet Reşat, sık sık buraya gelip dinlenmiş, onun zamanında İstanbul'u ziyaret eden konuklardan Bulgar ve Sırp Kralları 1910'da burada ağırlanmıştır.
Günümüzde Merasim Köşkü müze-saray olarak düzenlenmiş, Maiyet Köşkü ise eksikleri tamamlanarak oturma-dinlenme, bahçeyi seyretme yeri olarak tasarlanmıştır. Bahçede bulunan ve bugün lojman olarak kullanılan yapı ise, kısa bir süre sonra yeniden ele alınarak, çocukların ve gençlerin resim, heykel, müzik çalışmaları yapabilecekleri atölyelere ve sergi salonlarına dönüştürülecektir. Ayrıca bahçedeki büyük havuz dışında diğer iki havuz ve çevresi, değişik yaş dilimlerindeki çocukların tarih, tabiat ilişkisini kurmalarını sağlayacak biçimde düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu amaçla bugüne kadar toplanan tarihi taş malzeme açık havada sergilenmektedir.
Sanal tur ile görselliğin zirvesinde keyifle dolaşmanız temennisiyle...
http://www.3dmekanlar.com/tr/ihlamur-kasri.html%22%3EIhlamur