23 Kasım 2016

EN SARI ANILARDA ''EN MAVİ GÖZ'' İÇİMİ TİTRETTİ..


Ne zaman sonbaharı düşünsem, 
ölmemi istemeyen birisi, 
elleriyle birlikte aklıma gelir.
En Mavi Göz!.
En kara baht.
Dramın dibi..

''Çinko kaplama banyo küvetinde, berbat bir biçimde banyo almayı gerektiren yeni giysilere-tiksintiyle bakıyordum. Çinkonun üzerinde ayağım kayar, oynayacak, suda kalacak zaman olmazdı, çünkü çinko küvetin içinde su çok çabuk soğurdu, ancak sabunlu suların bacaklarımın arasından aşağı bir perde gibi akmasına yetecek süre dışında, çıplaklığın tadını çıkarmaya zaman ayıramazdım. Daha sonra sıra, zımpara gibi havlulara, kirlerimin ürkütücü, küçük düşürücü bir biçimde yok edilişine gelirdi. Sinir bozucu ve düş gücünden yoksun bir temizlik. Kollarıma, yüzüme mürekkeple yapmış olduğum işaretler, bütün yapıtıklarım ve günün öteki birikimleri yok olur, onların yerini soğuktan ürpermiş olan tüylerim alırdı.'' 


"Küçük kara derili bir kız, küçük beyaz derili bir kızın mavi gözlerine özeniyor ve o özleminin özünde yatan korkuyu ancak özlemi gerçekleştiren bir kötülük yenebiliyor." 

"En Mavi Göz", aile içi şiddetin tam ortasında büyüyen ve ne kadar 'çirkin' olduğu kendisine sürekli hatırlatılan kara derili, küçük bir kızı, Pecola'yı hikayeliyor. Çirkinliğinin sürekli kafasına vurulması, onda asla gerçekleşmeyecek bir arzu yaratıyor. Tanrıya yalvarıyor, beyaz derili ve yeryüzündeki en mavi gözlere sahip olabilmek için. Roman boyunca, sadece Pecola'nın değil ebeveynlerinin (babası Cholly ve annesi Pauline) de oldukça sıkıntılı, zorluklarla dolu bir hayatlarının olduğu anlaşılıyor. Bu cefalı yaşam, aralarında bir zamanlar var olan aşkı söndürüyor ve  fiziksel şiddete varan, sık ve yoğun tartışmalara zemin hazırlıyor. Şiddetin doruk noktası da babası Cholly'nin Pecola'ya tecavüz edip hamile bırakması oluyor. Tecavüzün arkasındaki motif belirsiz ve karmaşık. Muhtemelen hem aşkın hem de nefretin bir birleşimi. Romanın sonunda Pecola'nın bebeği prematüre doğuyor ve ölüyor, Pecola'yı deliliğe sürükleyerek. (Netten alıntı)

İstismar, taciz vs. harici Pecola'da kendimden izler buldum.. Neler mi?. Mesela Pecola beyaz olsaydı güzel olacaktı ona göre..Siyahlar, beyaz olmanın güzellik ve ayrıcalığına asla kavuşamazlardı.. Benim de; gözlerim şehla olmasaydı, bakış kusurundan kaynaklanan hafif yana eğik duran boynum olmasaydı, eh biraz da yaşıtlarım kadar olaydı boyum, onlara göre daha iri durmasaydım 'ben'de' güzel olabilirdim.. Güzel olsaydı sevilirdi Pecola, ben de annemin ilk evlatlığı olaydım sevilirdim. Derisi beyaz, gözleri 'En Mavi' olsaydı  çirkinlik, olumsuzluk,istismar, acı olmayacaktı hayatında. Annem de benim kokumla anne olsaydı şayet, hiç dövmeyecek, hiç cimciklemeyecekti. Pecola ırkçılığın ezikliğini, ben sevginin eksikliği hissederek büyüyoruz.

Aramızdaki fark; o büyüdükçe (tabii yaşadığı fiziksel istismar en büyük etken) delirmiş, ben büyüdükçe biraz akıllandım gibi gibi..

1993 Nobel Edebiyat ödülüne layık görülmüş yazar Toni Morrison. Amerikalı siyahları anlatmış çoğunlukla; eşitliğin göz ardı edilişini, kimlik ve ten rengi dışlanmışlıklarını, ezilmiş, istismar edilmiş kadın ve çocukları..

En Mavi Göz ilk romanı yazarın.
İçimizi burkan, kalbimizden yaralayan bazende sinirden, mide bulantısından kıvrandıran ilk romanı..

4 mevsime, 1 yıla sığmış yaşadıkları.. Sonbahar, Kış, İlkbahar ve Yaz olarak bölümlendirilmiş Pecola'nın başından geçen hazin, bir o kadar da iğrenç hikayesi.

1940'larda geçen hikayeyi Pecola yaşamış, Claudia da onun yanında gibi anlatmış. Mavi gözlü olmak istemiş. Sarı saçlı, beyaz tenli. Shirley gibi (o yılların güzel çocuk yıldızı Shirley Temple'ye benzemek istemiş).

Ve Tanrı'ya dua eder, yalvarır! Mavi gözlü olursa tüm çirkinlikler bitecek, herkes onu çok sevecek.. Beyaz olursa utanmayacak. Çok mutlu olacak..

Şimdi tam zamanı..
En Mavi Göz'ü okumanın, 
Hissettirdiklerini anlamanın.



Not: Yaşıyorum..
        Sağlığım yerinde..
        Ve hâla çalışıyorum :))


08 Mayıs 2016

HEP SENİN ZAMANIN ANACIĞIM...



Birkaç yıl önce yazdım bu satırları senin için ANAM; anneler günün kutlu olsun. Çok yaşa, sağlıklı yaşa. Tüm çiçekler feda olsun sana 
ve tüm annelere

Yıllar var artık seni böyle tandır başında görmeyeli. Şimdi iyice yaşlandın ama olsun sağsın ve nefes alıyorsun ya, konuşabiliyor, kendi bakım ve ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsun ya buda yeter bana. Seni seviyorum canım anam. Güzel anam. Cefakar anam..


Varlıklı bir babanın kızıydı.
Evin en büyük kızı, dört kardeşin ise ikinci büyüğü..

Doğuştan işitme ve konuşma özürlü bir ağabey, kendinden küçük biri kız, biri erkek iki kardeş daha.. Toplam dört çocuk, küçücük yaşta annelerinin ölümü ile kalakaldılar ortada..

Baba çalışıyor, köy yeri, iş çok..Evin sorumluluğu kalmış omuzlarına. Kendi zaten daha çocuk. Ya sekiz, ya on yaşında..Lakin büyük kız o!.

Elinden geldiğince, becerebildiğince kısa süre evin tüm işleri ile ilgilendi. Bir süre sonra babası, baldızı ile yani teyzesiyle evlendi yada evlendirildi.. Babanın ve etrafın düşüncesi nede olsa teyze. Çocuklara iyi bakar. Onlara 'analık' değil 'ana' olur.

Ama öyle olmadı. Teyze, ana yarısı teyze, çocuklara 'ana' olmadı. Son derece başarılı 'Analık' oldu ama!!.

Onun analığı da tıpkı çitlenbiğin analığı gibi dövme, saç çekme, kızıp bağırma, iş yaptırma ve sindirme konularında uzmandı. Birkaç fark vardı gerçi. Çitlenbiğin (yani benim) analığı aç bırakmazdı, başkalarının yanında çok kötü davranmazdı. Birçok işi kendi yapar, çitlenbikten beklediği işler belki bir çok çocuğa fazla gelse de yinede teyzeden olma analığın beklentilerinin yanında solda sıfır kalırdı..

İnsanın kaderi kötü olmasın bir kere.. Büyüdü, genç kızlığında aylarca İstanbul'da 'Heybeli Ada Sanatoryum Hastanesi'nde Verem tedavisi gördü. İyileşip köyüne geri döndüğünde, kendinden bir iki yaş küçük bir delikanlı ile evlendirildi. Oh! çok şükür, o analıktan kurtuldu darısı kardeşlerine. Bu kez 'Kaynana-lık' eline düştü. 

Evet bu kez de kaynanası ve görümcesinden cefa çekti. Açlık dahil çok eziyet gördü. İtilip kakılmaya devam etti. İki çocuğu öldü. Biri sekiz aylıkken, biri bir buçuk yaşında. Daha sonra da kardeş acısı tattı. Özürlü ağabeyi kendini astı. 

Köy yerinin o acımasız iş güç zamanlarında bile elinden geldiğince iyi gelin, evinin kadını ve anne oldu. Sekiz çocuğundan bir tanesini, evlatlık vermek zorunda bırakıldı. 

Vermem dedi, hem kendimi hem onu öldürürüm yinede vermem!.

Ama verdi. Kaynanası verilecek dedi, o da vermek durumunda kaldı..

Yıllar geçti tüm bunların üzerinden. Hayatı boyunca çok çalışkan bir kadın oldu. Çok da zeki. İlkokul üçüncü sınıfa kadar gitmişti ama yıllar içinde unuttuğu okumayı yazmayı azimle tekrar öğrendi. Becerikli, elinden her iş gelen, bağda bahçede tarlada tapanda el attığı her işte yorulmak bilmeden çalıştı. Evlatlarına da düşkün bir anne oldu. Gurbetteki evladını hiç unutmadı. Ondan elini hiç çekmedi.

Şimdi çok yaşlı. 
Şimdi o evlatlarına çocuk oldu. 
Bakıma ihtiyacı var. 
Sevilmeye, sayılmaya, ilgilenilmeye..

Yatalak mı?. Değil.
Kendi temizliğini yapabiliyor, gözleri az görse de yemeğini yiyebiliyor. Çok sıkılırsa parka gidebiliyor.

Hangi çocuğunun evine kalmaya gitmiş ise:

*Yuvasız kuş oldum, elimde bir çanta, ha bire geziyorum kapı kapı...

Böyle bir ay onda, üç ay bunda, bir hafta birinde, bir hafta öbüründe kalmak zor geliyor ona. 

*Ah! diyor, çalışmasan hep kalırım sende. Çok rahatım burada. (Öbürlerinde de rahatım ama, bura bir başka.. demeyi ihmal etmiyor ki diğerlerinin kulağına giderse gönül koymasınlar diye). Allah bin kere razı olsun kocan çok iyi bakıyor bana. Akşam da sen geliyon. Ne güzel vakit geçiriyoruz da şu sivri dilli(Meloş, yani benim mızmız çocuk kayınvalidem) olmasa :)

İşten gelince, önce eşimin yakınmalarını dinliyorum bir süre.

*Öfff diyor. Delirtti benimki yine. 
*Ne oldu? diyorum.
*Seninkine bir kaşık fazla yemek koymuşum:). Ne bileyim ben kaşıkları sayarak mı yemek koyuyorum. İkisine de eşit koydum işte. Ekmeği çarptı, kaşığı attı, küstü odasına gitti.

Bir gün sonra akşam, eşim yine başlıyor:

*Benimki küstü yine.
*Ne oldu?.
*Seninkine sütlü kahve yapıp verdim, benimkine çay, niye bana da kahve yapmadın diye küstü gitti bu sefer.

İşte böyle!. Her akşam aynı şikayetler.

*Annene bakmak kolay diyor eşim. Sabah kahvaltıdan sonra, odasına gidiyor, orada öğlen yemeğine kadar kendi kendine oyalanıyor. Öğlen yemekten sonra akşam yemeği vaktine kadar benim yanımda oturuyor, süt içiyor, meyve yiyor, namazını kılıyor, az bana eskilerden anlatıyor. Sen gelene kadar seni bekliyor..falan filan. Benim annem öylemi ya, yok kayınvalideni benden daha çok seviyorsun, yok ona çok yemek koydun, yok o ne isterse yapıp eline veriyorsun, benimle az ilgileniyorsun.. Çocuktan beter. Çocuk olsa, kızarsın, ceza verirsin. Ama anne işte. Kızamıyorsun. Ceza veremiyorsun. Ne olacak ikisi de iyi geçinseler..

Seninki (86 yaş) benimkinden(84 yaş) daha yaşlı ama, daha uyumlu, daha aklı başında..

Evet ikisi hiç geçinemiyorlar. Kişilikleri farklı, yaşam anlayışları, çektikleri, gördükleri, hayatın onları nasıl eskittiği..

İşte bu yüzden, bir-iki hafta kalınca bende:

*sende çok rahatım, burada kalmayı çok seviyorum, damadım bana çoook iyi bakıyor, ama gitmem lazım. Burası Meliha hanıma münasip. Nede olsa o oğlanın anası. Hem onun sadece iki kapısı var, benim buranın dışında gidebileceğim yedi kapım daha var. Göçümü hazırladım (yanında her gittiği eve götürdüğü küçük valizi, pijamaları, namaz örtüsü, fazla elbisesi, çamaşırı, çarşafı, oksijen tankı) beni götürün ablana (en uzun onda kalır, her kalmaya gittiği evladından sonra ona gelir, ondan diğerine gider) yarın..

Giderken, her kapıdan çıkışta:

*Haydi allahaısmarladık kızım. Belki bir daha gelemem ya. Bu son gelişimdir belki. Hakkını helal et.. der

Öyle deme 'Anam.
Öyle deme!!..

Benim ne hakkım olur ki.
Ben sadece yapmam gerekeni yapıyorum. 
Evlatlık vazifem bu benim.  
Sana az bile. 
Şimdi senin saadet zamanın, gün görme zamanın.

Daha nice 'Anneler Günü' yaşa..
Ve;

Senin ve tüm annelerin 'Anneler Günü' kutlu olsun,
Hayat sizlerle daha güzel.
Anne'm...

Asıl sen hakkını helal et..
Benim canım ANAM..

Asıl anam..
Kanım anam..
Saadet anam..

Çitlenbik'in... 
     

09 Şubat 2016

Dediler ki; ''GÖZDEN IRAK OLAN, GÖNÜLDEN DE IRAK OLUR''. Dedim ki; ''GÖNÜLLERE GİRMİŞSEN GÖZDEN IRAK OLSAN NE OLUR''..




Her gece; nasıl şafağına kavuşuyorsa seher vakti, benim de gelecek bir gün kavuşma vaktim illa ki..

Bugün değil belki. Belki yarın da değil. Ama bir gün illa ki. 

Dediler ki; kimse beklemez seni, kimse merak etmez, kimse özlemez belki..

Dedim ki; bir bekleyen, bir özleyen, bir merak eden kalır illa ki :)



Eskinin namesi gibi... 

Sevgili arkadaşlarım, merak ettiyseniz diyeyim, sağ salim bu günlere eriştim. Sadece gurbet sancısı çeker gibiyim. Sanki valizimi kapmış çok uzaklara yol almış gibiyim. Sanki, sanki ne diyeyim, ne söyleyeyim bir türlü bilmemekteyim..

Oysa hiç öyle değil. Yani buralardayım, halâ aynı yerimdeyim. Halâ uğraşıp didinmekteyim.

Peki sizler nasılsınız, iyi misiniz?. Selam eder, yüreklerinizden öperim. Beni de soracak olursanız sağlığınıza duacıyım. 

Havalar nasıl oralarda?.. Yazılar, anlar, yaşananlar ne durumdalar?. Bizim burayı soracak olursanız; kalem yorgun, yürek yorgun, işim gücüm yoğun..

Sizinle hasbihal edeceğimiz günler yakın dersem, belki yalan olur..

Her an, yanınızda ve yorumlarınızla olabileceğim zamana kaç şafak kaldı bilmem :(..

Diyeceğim odur ki, elbet bir gün satırlarımı sadece selam yollamakla değil, bol bol kelam yazmakla geçireceğim..

Bahar gelecek, koyun kuzu koklaşacak.
Sütler kaymak tutacak..

Yaz yağmurları, güz ruhum'da ciseleyecek..
Bir gün değil, beş gün değil, her gece,
İbibikler öter ötmez burdayım..




Sağlıcakla kalın...