31 Ağustos 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -30





Yaz mı geldi, yoksa kış mı bitti gitti. 
Daha çok sokağa çıkar oldum. Annemin de işi çok çünkü. Patikler, hırkalar örüyor, amerikan bezlerini beyazlatmaya yatırıyor. Kundaklar işleniyor, zıbınlar dikiliyor. Ben kah merdivenlerin ilk basamağında, kah o meşhur evin önündeki çocuk grubunun en arka sırasında, bu sokakta oturuyor olmanın hazzını duyuyordum.

Bazen bizim merdivenlerimizdeki Ayla teyzelerin evine okul çocukları gelirdi gruplar halinde. İlkokul çocukları, ortaokul çocukları, hatta liseliler..

Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı, İsmet Paşa'nın doğduğu evmiş orası. Bu nedenle, kah Mekke Yokuşu, kah İki Çeşmelik Merdivenleri, kah İsmet Paşa Merdivenleri idi bizim oraların adı.

Aaa Atatürk ha!. Aaa İsmet İnönü'nün doğduğu ev ha!..

Ne güzel. Bak leylek koskoca Atatürk'ün arkadaşını bile bizim sokaktaki bu eve getirmiş ha. Keşke beni de, babamı da o eve getirseydi. Ya da Hamdi bey amcaların evine. Ah leylek ah..


    
O evin tam karşısında oturmak, gelecek okul çocuklarını beklemek, kurulan kürsüye ve mikrofona hayran hayran bakıp hayallere dalmak en sevdiğim zamanlardan biriydi. Tıpkı bu günkü gibi, bugün bayrammış çünkü. Aslında benim çok fazla 'en çok sevdiğim ve en az sevdiğim zamanlar' var ya her neyse.. Bu okul ziyaretleri de en çok sevdiğim zamanlardan. 

Hatta o tiz, kulakları sağır eden zırlama eşliğinde yapılan mikrofon çalışması denemelerini bile çok seviyorum.

Ben de bir gün okula gideceğim, şiirler ezberleyeceğim, İsmet Paşa'nın evinin önünde mikrofon elimde kendimi göstereceğim..Elimi kolumu sallayarak, gözlerimi kırpıştırarak, bazen bağırıp, bazen kısık sesle, sonunda mutlaka ağlayarak şiirlerimi okuyacağım..

O zaman çok alkış oluyor. O zaman herkes şiir okuyan kızın başını okşuyor, o zaman herkes ona afferin cici kız diyerek seviyor da, sevgisini söylüyor da..

Elifin Kağnısı diye bir şiir var. Bir iki kez daha duysam ezberleyeceğim, ama bir türlü ezberleyemedim. Henüz okula gitmiyorum, kitaplarım da yok. Bayramdan bayrama duyuyorum şiiri, ilk kıtaları yada ara ara satırları bilsem de tamamını ezberleyemiyorum..

Büyüyünce adımı değiştireceğim. Adın ne diyenlere Elif diyeceğim. Adımı sevmiyorum. Benim adım ile annemin adı aynı. Niye ki. Bir türlü anlamadım. Herkesin annesinin adı ve kendi adı farklı, ama benimki aynı. Adımı hiç sevmiyorum. Gerçi Faylat'tan iyi. Faylat kim mi?. Galiba yeni arkadaşım, yada yakında onunla arkadaş olacağım.

Gülseren ablaların evinin en alt katına, o karanlık bodrum katına yeni birileri taşınmış..Ne zaman taşındılar, hangi ara geldiler, yerleştiler bilmiyorum. Annemle Havanım teyze konuşurken duydum, kalabalık, fakir bir aileymiş gelenler. Galiba Mardin Kızıltepe'nin bir köyünden gelmişler, yada başka bir yerden. Yakın senelerde fındığa, pamuğa, tütüne veya buna benzer işlere mi gitmişler ne. Sonra bıkmışlar göçebe gibi gezmekten. Birkaç denk yatak yorgan, birkaç parça kap kacak doğru İzmir'e ekmek peşine..Büyük olanların hepsi çalışacak, bellerini doğrultacaklarmış.
*zor... diyor annem. Geçdiğimiz kışta kıyamette odun yok, soba yok iyi idare etmişler. Ev sahibi çocuk çok diye çıkarmış garibanları. Şadi'ler (hala Gülseren ablanın eşinin adından emin değilim, Şadiye teyzeyi diğer oğlu Vecdi beyi, Orhan beyi hatırlıyorum ama Nermin ile Nesrinin, Melih ile Reha'nın babasının isminden emin değilim, ben ona Şadi bey amca diyeceğim.) Kemeraltı'nda fındık satarken, çocuklarına iş bakarken tanımış. Şimdi de bu evi kiraya vermiş, az bir paraya.
*yok... diyor Havanım teyze. Adam tek başına gelmiş buralara, bakmış iş bulabilecek, gitmiş almış karısını, kızını. Geçen gece yağmurda güç bela atmışlar kendilerini Basmane'den buraya. İki yatak iki yorgan birde ispirto ocağı var ortada yanan. Hem ısıtır, hem pişirir.


      
Zırrrrrrrr, cızzz, ssıııısss, cızcız, cız, zzzııııırr, pıss.
Ay bu sesler de ne. Gaz ocağının sesi, mikrofonun sesi hepsi birbirine karıştı gitti, Dalmış gitmişim işte. Bir yanda yeni komşumuz ve sabah ismini öğrendiğim küçük kızı Faylat, bir yanda kürsü hazır, mikrofon hazır, öğrenciler geldi, bayrağı taşıyacak çocuk kapıya dikildi. Önce bir öğrenci, sonra bir öğretmen daha sonrada müdür günün anlam ve önemini söyledi.  23 Nisan sizin Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramınız dedi..

Demek ki bahar geldi, kış bitti.

Annem bir yığın zıbın, bez dikti.

Karşımızda ki kapı, açılır kapanır oldu. Yeni bir komşumuz ve yeni bir arkadaşım oldu. (Ne çabuk?)

Bir kız çıktı kürsüye, saçlarında beyaz iki kurdale. Burası Ata'mızın silah arkadaşının evi, şimdi dikkatle okunacak şiiri dinlemeli:


       ELİFİN KAĞNISI

Uzaktan bir ses var,hazin mi hazin.
Semaya inat, sehere kızgın,
Rüzgara dargın.
Bu Elif’in Kağnısı mı ne?
Yavaş yavaş göründü ufukta,
Kocabaş yorgun, aç ama mutlu.
Yaklaştı ses, uzaklaştı umutlar,
Geri gelmez mi varlıklar.
Bu Elif’in Kağnısı,
Gelen kağnıya serilmiş yollar,
Boyun bükmüş ağaçlar,
Selam durmuş insanlar.
Bu gelen Elif’in kağnısı,
Yürü kocabaş ,ıslanmasın mermiler,
Darda kalmasın mehmetçik,
Yetişmemiz lazım sehere,
Gıcırdama ey kağnı,
Duymasın namertler,
Bu gelen Elif’in Kağnısı.

Şair: Mehmet Talip Bilgil

MUSTAFA KEMAL İN KAĞNISI
Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden
Mustafa Kemal´in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden
Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden
İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden
Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal´in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden
Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden
Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal´in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.

Şair:Fazıl Hüsnü Dağlarca






Bir kız çıktı kürsüye, gözlerindeki yaş, gururdan mı ne?.

Mustafa Kemal'in Kağnısı mı diyecek, yoksa mermileri Elif'mi getirecek..

Aradan yıllar geçecek, bu sevgi hiç eksilmeyecek.

Dün Zafer Bayramıydı, zafer bizlere bu kağnılarda taşındı.

                                         ./..


24 Ağustos 2012

GÜLMEK SERBEST...HEMDE KAHKAHA İLE:)))

Bugün cuma diye yazdım..



Olay bir cuma günü camide geçer..

Sıcak bir yaz günü, cemaat kalabalık. Caminin içi sıcak..Kadınlar bölmesi, erkekler bölmesinin arka tarafında bir oda.

O odanın dışarı bakan, hava sirkülasyonunu sağlayan penceresi var. Bizim uyanık cami sakinimiz, her cuma namaza çok az kala kadınlar bölmesine girip sakin sakin, serin serin cumasını kılıyor.

Yine günlerden cuma, bizimki kadınlar bölmesinde, tam namaz başlayacakken bir kadın girmiş, kapıyı da kapatmış oda nasıl olsa boş diye..

Aman o ne, odada erkek var..
Aman o ne, odaya kadın girdi, kapıyı da kapattı..

İkisi de aynı anda koşmuşlar kapıya, kolu bir o çekiyor bir diğeri.. Kapı açılmıyor. Kol bozuk.

Kapı açılmıyor. 
İçeride bir kadın var, birde erkek. 
Hem burası camii. 
El ne der.. 

Bizim uyanık anlatıyor:
*ya kadın benim yaşlarımda. Hani yaşlı olsa anam derim, kaynanam derim. Ama yaşıtım bir  kadınla bu odadan, aynı anda çıkarsam cemaate ne derim..

Kan, ter hak getire..İkisi de namaz değil, kapıyı açma derdinde..

*töbee, bir daha havadar diye girer miyim kadınlar bölmesine. Erkeklerin bölmesinde kılarım, avluda güneşin alnında kılarım yada hocanın dibinde.

Pencere önünde kılmam. Kadınlar bölmesine ise   ayağımın ucunu bile sokmam..

Asla, asla girmem..

Ben asıldım, kadın asıldı, ellerimiz birbirine değdi, bu arada korkudan, telaştan azıcık gaz çıktı, aptest gitti..

Sadece aptest mi? Cuma da kaçtı gitti..

Kapıya vurdum, vurdum. Kapı kolu elimde, kadından yedim bir ton lafı..

Saf mısın, salak mı. Ne işin var yerimizde..
Derdin ibadet mi, serserilik mi?..

Ne!
Neeee!!!..

Kimi oruç açılsın diye vurur, kimi kapı açılsın diye..

Dinlerken daha da komik..
Yaşayan ise benim kızlarımın babişciki:)))))


16 Ağustos 2012

BEN OLMALIYDIM -6 / SEVMEK ZAMANI, GİTMEK ZAMANI, AĞLAMAK ZAMANI




SEVMEK ZAMANI, GİTMEK ZAMANI, AĞLAMAK ZAMANI...

                   

Geldiğin vapurla hasretim döner,

Geldiğin yağmurla yangınım söner,

Ağrıma gidiyor sensiz geçen günler,
Yüreğime kazınmış O güzel gözler,

Gittiğin yağmurla gel,
Küskünüm yağmurlara,
Gittiğin yağmurla gel,
Böylesi daha güzel,

Bugünlerde içim sıkıldıkça düşüyorum yollara,
Bugünlerde seni düşünüyorum sık sık, neden?
Bugünlerde pek konuşmuyorum ben kimseyle,
Ortaköy'ü bilirsin. aynı kahvedeyim çok zamandır,
Herkes aynı, herşey aynı,



Bir tek, bir tek sen yoksun...    




Artık yoksun..Güle Güle Müşfik...

Çocukluğumun hüznünü yazıyorum blogumda..Ama hüznü anlatırken ne zaman tıkansam, ne zaman kelimeler kifayetsiz kalsa 'Senin Gözlerini Düşünüyorum Büyük Usta'..O mavi bakışlarınla bana yansıttığın yoksunluk duygusunu düşünüyorum. Çökmüş avurtlarındaki kırışıklıklarda kaybettiğim ölmüşlerimin izlerini görüyorum. Sesindeki tını benim kötü yanlarımı silip yaz yağmurları gibi ferah duygularla kuşatıyor yüreğimi..Seni düşününce siyah beyaz oluyorum, bazende bakır rengi, gök rengi..
 Seni düşününce ağlıyorum..
Şimdi hem seni yitirdim hem hüznümü anlatabileceğim ilhamımı..

Kendimi nasıl toplarım bilmem.
Ben olmalıydım..
Keşke olsaydım..
Arkadaşın, sırdaşın, komşun, evindeki yardımcın veya,
emek verdiğin onlarca öğrencilerinden biri..

Ben olsaydım..
Keşke..

Bugün bütün satırlar seni yazacak. Bu gün hayatın onlarca kez anlatılacak..
Bugün birçok göz senin için ağlayacak.
Gözlerdeki damlalar sen aşkıyla yağacak.

Şimdi hem seni yitirdim, hemde derinden etkilendiğim gözlerindeki hüzünlü bakışları..

Bugün çok ağlayacağım..

Bugün senin için gitmek zamanı, benim içinse hıçkıra hıçkıra ağlamak.. 

VuslaT...
















    

Çantanı almışsın..


 Çökmüş avurtlarınla, hüzün dolu gözlerinle  bana son kez bakıyorsun.


Ve 


Bugün

Gidiyorsun...


SENİ DAİMA HATIRLAYACAĞIM..
HUZUR İÇİNDE UYU..
Güle güle..


15 Ağustos 2012

ŞEFTALİ'YE FINDIK GEREK. ÜSTÜNE DE KAYMAKLI DONDURMA..



Hem şeftali ye, hem dondurmayla serinle..


Oktay Usta yaparken seyrettim. Denedim çok sevdim...

Malzemeler: 5 şeftali, 1 su bardağı şeker, 1 su bardağı iri kıyılmış fındık, 1 yumurta, 1 kabuk tarçın, kaymaklı dondurma, üstü için toz fıstık.

Yapılışı: Şeftalileri soyup ortadan ikiye ayıralım. Fırın kabına çukur tarafları üste gelecek şekilde dizelim.
-Şeftalilerin üstüne şekeri döküp birkaç dakika bekleyelim.
-İri dövülmüş fındığın içine 1 yumurtayı kırıp iyice karıştıralım.
-Yumurtalı fındığı şeftalilerin ortalarına koyalım. Kabuk tarçını 2'ye kırıp şeftalilerin arasına yerleştirelim. Kokusu sinsin.
-Fırında fındıklar kızarana kadar 15-20 dakika pişirelim.
-Fırından çıkarıp soğutalım. Üstüne kaymaklı dondurma koyup toz fıstıkla süsleyelim. 


Afiyet olsun..

14 Ağustos 2012

AHİRET SERVETİ KAZANMAK İÇİN, HAYDİ DUA ET BU GECE..





Cümlemizin Kadir gecesi mübarek olsun... 




14 Ağu 2012 12:44 Samanyolu Haber

Bu geceyi akşam namazından sabaha kadar tövbe ve istiğfar ederek, Kur'an ve salâvat okuyarak, farz namazlara evvabin, teheccüt, tesbih namazlarını ilave ederek, Cevşen ve benzeri dualar yaparak geçirmeliyiz.

Cennetteki köşk ve sarayları sanki 30 binde bir fiyatına satmaktadır bu gece. Bir köşkün fiyatı 60 bin rekât namaz kılmaksa eğer, bu geceye mahsus o bedel iki rekâta düşüyor. Bin aydan daha hayırlı olan bu gece, tövbe ve istiğfar edilerek, farz namazların yanı sıra nafile namazlar kılınarak, Kur'an ve salâvatlar okunarak değerlendirilebilir.

Rahmeti sonsuz olan Rabb'imiz, belirli gün ve gecelerde tükenmez hazinesinin kapılarını ardına kadar açıyor. Bilhassa Ramazan 'da, özellikle de Kadir Gecesi'nde kullarını akıl almaz ihsan ve ikramlara mazhar ediyor.

Ne yazık ki, insanların bir kısmı o geceyi uykuyla geçiriyor. Bir kısmı birkaç saat ibadet edip uykuya yenik düşüyor. Bir kısmı belki de sabahlıyor, ama zamanını cami ve türbeleri gezerek, televizyondan mevlid ve film izleyerek geçiriyor. Pek azı ise iftardan sabaha kadar istiğfar, dua, Kur'an, salâvat ve namazla meşgul oluyor.

Biz mü'minler, ne yazık ki, Kadir Gecesi'nin kadrini bilmiyoruz. Bu gece öylesine kutlu bir gece ki, adına özel bir sûre indirilmiş. Bu sûrenin sadece şu ayeti bile değerini anlatmaya yeter:

"Kadir Gecesi, bin aydan daha hayırlıdır."

Aman ya Rabbi! Bu ne muhteşem bir müjde, ne müthiş bir fırsat, ne harika bir ikram!

Bunu hakkıyla anlamaktan aklımız, ruhumuz, kalbimiz acizdir.

Bazı hesaplar yapalım isterseniz. Bakın bu ayet ne derin manalar ihtiva ediyor:

Bin ayı 12'ye böldüğümüzde 83 rakamı çıkar. Demek ki, bir gece 83 yıldan daha hayırlı, daha faziletlidir.

83 yıl boyunca ibadet ederek kazanacağınız sevabı, bir gecede kazanacaksınız.

Bırakın gaflet içinde geçirmeyi, o tek geceyi değerlendirmek için uyku, hastalık, yorgunluk, seyahat, misafirlik, yoğun iş gibi aklınıza ne kadar engel gelirse gelsin aşıp geçmez misiniz?

Dilerseniz, bin ayda kaç gece olduğunu görmek için binle otuzu çarpalım. Karşımıza 30 bin rakamı çıkmaz mı?

Bu demektir ki, bir gece 30 bin geceden daha üstündür.

Bunun anlamı açık:

Kadir Gecesi'nde yüreğiniz yanarak bir istiğfar mı ettiniz? O bir değil, 30 bin kuvvetindedir.

İhlâsla bir Yasin mi okudunuz? Her bir harfine 30 bin sevap alarak, âdeta 30 bin Yasin okumuş gibi oldunuz.

Bütün bu gerçekler, her bir harfi bile mûcize olan Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinden çıkarılıyor. İşte o bir ayetiyle Rabb'imiz bize bunca müjdeler veriyor.

Şimdi o geceyi gafletle geçirebilir miyiz?

Acaba, bir alışveriş merkezi, kuruluş yıldönümü anısına, ürünlerinde yüzde 50'ye varan indirim yapsa, sabaha kadar alışveriş yapmaz mıyız? Çünkü bir milyarla iki milyarlık ürün alacağız.

Oysa Rabb'imizin Kadir Gecesi indirimi o kadar çok ki, benzerini dünyevî ürünlerde görmek imkânsız.

Cenab-ı Hak, cennetteki köşkleri ve sarayları sanki 30 binde bir fiyatına satmaktadır bu gece. Bir köşkün fiyatı 60 bin rekât namaz kılmaksa eğer, bu geceye mahsus o bedel iki rekâta düşüyor.

Yine mışıl mışıl uyur musunuz?

Eğer o geceyi gaflet içinde geçiriyor veya baştan savma değerlendiriyorsak, bilelim ki, ayağımıza kadar gelen fırsatı kullanmıyor, bize uzatılan af ve inayet elini tutmuyor, itiyoruz.

Hastalık, yorgunluk, uyku sizi engellemesin. Evlâdınız yoğun bakımda ise çekilip uyuyabilir misiniz? Asla! Ne kadar uykusuz, yorgun ve hasta bile olsanız hizmetine koşmaktan ve dua etmekten başka bir şey yapabilir misiniz?

Peki ya eşiniz, çocuğunuz yoğun bakımda değil de, cehennemlikler listesinde ise kurtulmaları için dua ve ibadetiniz gerekiyorsa, gaflet içinde uyuyabilir misiniz?

Bu gece akşam namazından sabaha kadar tövbe ve istiğfar ederek, Kur'an ve salâvat okuyarak, farz namazlara evvabin, teheccüt, tesbih namazlarını ilave ederek, Cevşen ve benzeri dualar yaparak geçirmeliyiz.

Bunun için iftardan sonra çay, kahve gibi uykumuzu kaçıracak ne varsa kullanmalıyız. Nasıl ki, kulağı af haberinde olan idam mahkûmu uyumazsa, biz de Ramazan'ın son on gününde cehennemden kurtuluş bekleyen günahkâr mü'minler olarak ibadete kilitlenmeliyiz. Gerekirse uykumuzu kaçırmak için soğuk suyla abdest almalı, kapımıza kadar gelen bu altın fırsatı kaçırmamalıyız. Ne mutlu Kadir Gecesi'nin kadrini bilenlere!


NOT: Bu gün çok mübarek bir gün. Kendi hislerimi yazmaya vakit bulamadım. Karşıma ilk çıkan yazıyı paylaştım..Hepimizin düşüncelerine tercüman olsun inşallah. Tekrar dualarınızın kabulü dileklerimle..

13 Ağustos 2012

YA DAVET ET ALTINI, YADA DAVETİYEYE YATIR TONLA PARAYI..









Açılış, Anma, Festival ve Tanıtım davetiyeleri..
Nişan, Düğün, Nikah ve Kına Gecesi davetiyeleri.
Parti davetiyeleri (bebek partileri, diş buğdayı partileri, doğum günleri) veya Sünnet davetiyeleri.

Yemek Organizasyonları ve İftar davetleri.
Mezuniyet Töreni davetiyeleri veya Spor Müsabakaları, Moda Günleri davetiyeleri..

Ne çok para yatırırız şu davetiyelere..

Hangimiz, tasarımını çok beğendiğimiz bir davetiyeyi işi bittiğinde bile saklama alışkanlığına sahibiz..

Davetiyeler;
Okunur.
İcabet edilir veya LCV yapılır. 
Sonra doğru çöpe..

İnsanların kişisel servetlerini nasıl harcayacağına sözümüz olamaz. Tutumludur, müsriftir kendi bileceği şey..

Ama tasarruf etme alışkanlığı ile örnek olması gereken kurumlar vardır ki, bunların kullandığı davetiyeler düşününce, görünce insanı çıldırtan..

Çarşaf gibi, kitap gibi, kaya gibi sert, süslü mü süslü..Altında ya bir resmi kurum, ya bir organizasyon başkanının imzası.

........ tarihinde, ...... adreste sizleri aramızda görmekten mutluluk duyarız.

Bak gördünüz mü?. iki satırda bitirdik işi. Bu kadar şaşaya ne gerek var ki? Ve bu kadar çok paraya..

Üç beş sene önceydi. Bursa Mustafakemalpaşa'da bir okul, yeteneklerini hissettiği çocukları çalıştırmak üzere bir takım güreş minderi talep etmişler. Kaç defa istemelerine, güreşçi bir Milletvekilinden yardım talep etmelerine rağmen minderleri alamamışlar, alamadılar..

Ödenek kalmamış..
Olan bir kaç takım minder de başka şehirlerde önce talep eden yerlere gitmiş:(

Bir takım sadece 15.000.tl. idi o zamanlar..
Herhangi bir açılış, festival, spor şampiyonası vs. organizasyonunun gerçekleştirilebilmesi için düzenleme şirketine, davetiyelere, o davetiyeleri göndermek için kargo ücretine, LCV listelerini güncellemek için defalarca telefon etmeye ödenek var.





Ata sporu Güreş Minderi almaya, Olimpiyatlarda madalya kazanacak sporcular yetiştirmeye ''Ödenek YOK''.



Ya ödenek ayır, zaman ve planlama yap, Davet et Altın'ı,

Yada Davetiyelere yatır, tonla parayı... 


   


07 Ağustos 2012

YOK BÖYLE BİR RENK, BÖYLE ŞİFA..


TANSİYON DÜŞMANI SALATASI :)






2 kırmızı pancarı güzelce yıkayıp, kabuklarını çok ince soyalım. Çiğden yapılan bu salata için, rendeledikten sonra üstüne çok az tuz ve yarım limon sıkıp servis yapabiliriz.

Veya;
Bir kısmına sarımsaklı yoğurt koyup yerseniz, 'Tansiyonum Nerede Dersiniz'. 

(yüksek tansiyon hastalarına, demir eksiği olanlara şiddetle çiğ kırmızı pancar salatası tavsiye edilir.)

FIRINDA SEBZELİ SOMON..



*****************

Fırın tepsisine yayılmış SOMON'um..






Evet biliyorum bunun neresi balık diyorsunuz:) azıcık kafası görünüyor, sırtı  sebzelere TUŞ olmuş, tepside sere serpe yatıyor... 


Yazmaya gerek var mı?..

İşte fırında fleto temizlenmiş kafasından başka üstünde kemiği, kılçığı kalmamış somon..

yayılmış fırın tepsisine, üstünde ince dilimlenmiş havuç, limon, domates, kırmızı ve yeşil biber, biberiye, soğan, sarımsak, tuz, karabiber ve nane.

Yemede seyret.. ~~mımmm nefis..






03 Ağustos 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -29






Günümüz
**********

Daha ne çok şey var anlatılacak. 
Gözlerimin saçaklarından damlayan yağmur taneleri, ay ışığını çevreleyen hareler gibi anılarımı çevreledi durdu bu gün yine..


Düşen her damla daha büyük bir halka oluşturdu. Hatırladıkça yazdım, yazdıkça hatırladım.

Yazdıkça, ne çok şey varmış anlatılacak dedim durdum..Ayrıntılara fazla girmedim daha, ayrıntıların çok azını anlattım, anlatabildim..

1968'lerde 1969'lardayız dedim mesela, ama 68-69 kuşağını anlatmadım doya doya. 

Nasıl yaşanırdı..Nasıl gezilirdi. Evler nasıl döşenirdi..Otomobil markaları nelerdi. Neler giyilirdi, moda neydi yani..Saçların topuzları, sakalların uzunlukları nasıldı.. Seyyar satıcılar, mağazalar neydi popüler mallar..En çok neler alır, nelere para harcardık. Yemekte neler pişirirdik o eşsiz zamanlarda. Sofra adabı nasıldı mesela..Akşamları nasıl sohbet ederdik, sohbet konularımız nelerdi..

İktidarda kim vardı hatırladım mı??. Devleti yönetenler kimlerdi..Halk yönetimden memnun muydu?, yoksa şikayet eden çok muydu?..

Televizyon girmiş miydi hayatımıza?, yoksa 'Radyo Tiyatroları, Arkası Yarınlar' mıydı hala revaçta.

Ramazanlar, bayramlar, kurbanlar nasıl, nasıl geçerdi ki. 
Kadifekaleden gelir topun sesi, çocuklar verir iftarın müjdesini. 
Bayram gelenekleri, bayram şekerleri, mendiller, lokumlar, şeker tadında ebeveyn ve akraba-i taallukat ziyaretleri..

Nasıl, nasıl geçerdi ki..Günler, geceler..


Yuri Gagarin Uzaydan görmüşmüydü dünyamı, Neil Armstorng yürümüşmüydü Kamer'imde..

Faylat'lar taşınmış mıydı mahalleye, Doktor Gönül evlenmişmiydi ünlü Efes Otelinde..

Aylalar, Nurtenler muhteşem Lozan Meydanından Apartıman (apartman) almışlarmıydı o zaman, Sema'lar gelmişmiydi onların yerine Agora'dan..

Gönül Doktor'un ailesi gitmiş miydi bu muhitten, Doktor Nükhet ölmüşmüydü nefes borusuna kaçan bir parça peynirden..

Dilek'le Fatih'in babası kaçmışmıydı evliliğinden, kır saçlı Ayla hanım bıkmışmıydı 'Milli Şefin' evini görmeye gelen gazetecilerden, filmcilerden..

Bundan sonra tam sıra hatırlayamıyorum. Bir hatırlıyorum 68'ler den, bir sonraki anı belkide 70'ler den, 74'ler den..     


***
Bir daha Nermin'lere gidersek, kart oynamayacağım. Oynamazsam Nermin küser ama napalım. Nermin küserse annem beni yine döver. 

Acaba ben küstüğümde, Havanım teyze de kendi çocuğunu dövüyor mu böyle?..

Birkaç gün aralıksız yağan yağmur kesildi, annemle birlikte kovaları, leğenleri aşağıya taşıdık. Evi düzelttik. Ben artık sadece bakkala yada ekmek fırınına gitmiyorum, ev işlerine de yardım ediyorum.

Süpürge yapmak, toz almak, taşları silmek, divan örtülerini ve yatağı düzeltmek ilk günler eğlenceli gelir her yeni öğrenen çocuğa. Bana da çok eğlenceli geliyordu çünkü..

Babam gider gitmez ev işlerimizi yapıyoruz annemle. Benim daha küçük olduğum göz önüne alınırsa yinede baya iş öğrendim. Bulaşık yıkayabiliyorum mesela, ığğ.. Küçük odayı süpürebiliyorum:), yatakları düzeltebiliyorum. Kömürlükten odun taşıyabiliyorum:(, Pazardan gelirken büyük fileyi de taşıyabiliyorum, vs, vs.. Bunları öğrenmek eğlenceli idi ama annemin sık sık dediği bir şeyden bu gün bile gıcık kaplar içimi:
* ettiğin ele ise, öğrendiğin kendine :(((

Bütün işler bitince dışarı çıkıyorum üstüme kalın hırkamı giyip.. Sokak başında Doktor Gönül'lerin evinin köşesinde Mekke Yokuşu merdivenlerinin ilk basamağında oturuyorum. Gelen geçeni seyrediyorum..


Daha önceleri de paylaştığım merdivenlerin genel görünüşüne ait bir foto. (üstte)
İlk basamak yan duvarı sarı olan Doktor Gönül'lerin evinin önünden başlardı ve benim en çok oturduğum basamak..
(alttaki foto).. 


Hep ilk basamakta oturup, Gönül hanımların mutfak penceresini açmalarını ve renkli, çeşit çeşit ilaç kutularından bana da vermelerini beklerdim..

Mahallenin çocukları pencerenin altında toplanır:
*doktor abla kutu getirdi mi? diye sorarlar, boş ilaç kutuları veya tıbbi eşantiyonlar biriktikçe uzanan ellere tutuşturulurdu. Kime ne denk gelirse..






Ben hiç bu kadar güzel kutulara denk gelemedim nedense :((




Böyle derecelere de..

Bana denk gelenler nedense:



Genellikle bunlar gibi sade olanlardı :(

Hele hele doktor abla evlenip de buradan gittiği güne kadar asla en çok istediğim,


 Aspirin Çocuklar İçin'im olmadı..

./..