30 Nisan 2012

YILDIZLARDA ANNESİNİ ÖZLER mi?...


Amcası, beş-altı yaşlarındaki yeğeni Helin'i, yaşadığı şehirden alıp getirmiş kendi evine.

Helin, birkaç günden sonra başlamış oflamaya, puflamaya. Akşamların birinde, balkona çıkmış tek başına. Tabii yengesi de onun peşinde:
-Ne yapıyorsun Helin burada?.
-Düşünüyorum.
-Ne düşünüyorsun Helin?.
-Yıldızlar da özlermi annesini?...

Yıldızlarda özler annesini Helin. Herkes özler annesini.
Bende; çok özlemişdim annemi.

Yıldızlı veya yağmurlu gecelerde. Herkes, her yerde özlermiş annesini. Ben gibi, Helin gibi, Yıldızlar gibi. 

Yağmurdan kaçanlar, analarının kucağında ısınırken, ben ne çok özlemişdim annemi. Gök gürlerken, gri bulutlar semada gezinirken ve yıldızlar saklanmışken; inadına parlayan o bir tek yıldız, o yanlız yıldız da özlermiş annesini. Bende özledim annemi.
  

Yağmurlar gökyüzünden de, gözlerimden de aktı gitti artık. Aydede gülümsedi bana. Yanlız yıldızda uzakdan anacığına. Ben anamı öptüm, ay geceyi öptü..Yıldız gülümsedi bize.

Ben kavuştum yıllar sonra, Helin kavuştu günler sonra, ama yıldızlar kavuşamadı hala anasına..


Size en yakın ağacın altından, lacivert gökyüzüne bakın, tüm yavrusundan ayrı kalmışlara, kocaman bir selam çakın.

Yıldızlar da özler mi annesini?.
Ben yanındayken bile özlemişdim, annem seni..




Sevgili kardeşim, arkadaşım yazar, şair, edebiyatçı Doç.Dr. Abdülhakim KOÇİN ve minik yeğenine 'Yıldızlarda Özlermi Annesini' diye sordukları için teşekkürlerimle..

Evet YILDIZLARDA ÖZLER ANNESİNİ, BENDE ÖZLERİM ANNEMİ..

25 Nisan 2012

BEN OLMALIYDIM.. -5

Sevgili Güneşim; 
sen her sabah yeni bir güne uyanırken; 
şafak vaktinin sessizliğinde, sıcacık gülümsemeni, o parlak ışığını, o güzel yüzünü,  dünyanın geri kalanından önce gören
 'ben olsaydım keşke' 
Vuslat..






Ben keşke derken; bir ses şöyle cevap vermekte:

Dünyanın geri kalanından önce; bana merhaba der güneşimin ışıkları..
Sonra; sonra bulutlar..



Gecenin karanlığından; önce ben uzaklaşırım, sonra dünyanın kalanı.
Güneşi; önce ben kucaklarım, sonra diğer komşularım, dostlarım.

Zirvemde; çok oksijen olmaz, oraya bahar gelmez, çiçek açmaz, kuş uçmaz..

Binlerce yıl, ne kervan geldi, nede geçti gitti. Şahikam, denizden kaç metre yüksekti, bir türlü bilinmedi, bilinemedi.


Yaklaşık 27 milyon yıl önce doğum sürecimin başladığı tahmin ediliyor. Bilim adamları oluşumum için; jeolojik miyosen zamanda, Hindistan yarımadası ile Tibet yaylalarının birbirine yaklaşmasının yol açtığı, tortul havzalardaki sıkışmanın neden olduğu yönünde tez geliştirmişler. Bunu izleyen evrelerde naplar (kırık ve devrik yamaç kıvrımları), sıkışıp, yukarı doğru çıkarak birbirlerinin üzerine kıvrılmışlar ve bir dağ sırası oluşturmuşlar. Pleyistosen (yaklaşık 2,5 milyon yıl önceki 3.buzul çağı) Mahabarat Evresinde, ben ve komşularım, bilinen doğumumuzu tamamlamışız. Dedim ya; bilim adamları böyle diyor, ben değil.

Keşke olsaydım.
27 milyon yıl önce doğan, bir tek Yüce Yaradanın bildiği zamana kadar, ayakta kalacak olan.
Ben olsaydım ve günü, güneşi, kameri, yıldızları, bembeyaz bulutları kucaklasaydım.
Keşke olsaydım. O dağ, o zirve, o azamet ben olsaydım.



Bazen bulutları deler geçerim, bazen yüksekliğime kızar, doruklarıma, nefes alan birilerinin çıkmasını beklerim.

Yanlızım aslında. Çok yanlızım, çook hemde..
Arkadaşlarım benden uzakta, benden biraz daha alçakta.
Üşüyorum, yanlızım, çok ıssızım.
Kendi rüzgarımdan, rüzgarlarımın çığlığından ürküyorum.




Birçok insan kollarımdan, sarp yollarımdan zirveme ulaşmaya çalıştı. Birçok deneme, tam anlamıyla başarıya ulaşamadan son buldu. Sonunda; 29 mayıs 1953 yılında Tibet yolunun güney kolundan tırmanan bir İngiliz heyetinde bulunan Nepal'in Şerpa halkından Tenzing NORGAY ve yeni Zelanda'lı Edmund HILLARY, ilave oksijen kullanarak zirveme ulaşan ilk dağcılar oldular.



Ne derseniz deyin, ister şahika, ister doruk ister zirve; hoşgeldiniz, sefa getirdiniz, beni çok mutlu ettiniz.

Keşke o zirve olsaydım. 1953'ten bu yana dünyanın dört bir milletinden ziyaretçileri olan, kah ürküten, kah korkutan, kah bulutlarla dostluk kurdurtan, o dağ, yüce dağ, ben olsaydım.

Keşke. Keşke. Keşke olsaydım..

21 Mayıs 1995'de bana tırmanan ilk Türk dağcı Nasuh bey ile tanıştım. Nasuh MAHRUKİ ile. Nepal yönünden tırmanmayı başaran, ilk Türk dağcı ise 23 Mayıs 2001'de Tunç FINDIK oldu. İlk Türk bayan dağcı, Elif Eylem MAVİŞ, 15 Mayıs 2006'da zirvemle tanıştı. Bu tırmanış ilk Türk ekibi tırmanışı ve içlerinden bir dağcının da başarısız bir oksijensiz tırmanış denemesi olarak, hatıralarımda yerini aldı. İlkler sayfasındaki yerini. 

Yüksekliğim ve görkemim ile Tibetliler “Dünyanın Ana Tanrıçası” anlamındaki 'Çomolungma' adını verdiler bana. Yüksekliğimi de Hintliler ancak 1952 yılında 8.848 m. olarak tescillediler.

Komşularımla, arkadaşlarımla birlikte, genel adımız Himalayalar'dır bizim. Ben Çin-Nepal sınırındayım. Dünyanın Ana Tanrıçası.. En yüksek dağı, tüm dünyanın aşkı EVEREST'im ben..
Benden sonraki en yüksek 4 arkadaşım ise:

K2

Dünyanın en yüksek ikinci dağı olan K2, 8611 metre yüksekliğe sahiptir. Pakistan ile Çin sınırında olan dağ, K2 ismini, Karakurum Dağları üzerinde kodlanan ikinci dağ olmasından dolayı alır.
En yüksek ikinci dağ olmasına karşılık tırmanması en zor olan dağdır. Yakın döneme kadar, K2′ye tırmanmayı deneyen dağcıların ölüm oranı 1/3 idi. 1954 yılında ilk zirveyi bir İtalyan ekibi gerçekleştirmiştir. K2′de zirve yapan ilk Türk ise 2001 yılında, Nasuh Mahruki’dir.
Kanchenjunga

Hindistan ile Nepal sınırında bulunan, dünyanın en yüksek üçüncü dağı olan Kanchenjunga, 8586 metre yüksekliğe sahiptir. 29 Mayıs 1955 tarihinde George Band ve Joe Brown ilk zirveyi gerçekleştirmişlerdir.

Lhotse
Çin ile Nepal arasındaki sınırda bulunan Lhotse, 8516 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek dördüncü dağıdır. 18 Mayıs 1956 tarihinde Ernst Reiss’ın İsviçreli takımı ve Fritz Luchsinger ilk zirveyi gerçekleştirmişlerdir.

Makalu
Çin ile Nepal arasında bulunan Makalu, Everest Dağı’nın 22 km doğusunda yer alır ve yüksekliği 8462 metredir. Dünyanın en yüksek beşinci dağı olan Makalu’ya, 15 Mayıs 1955 tarihinde Lionel Terray ve Jean Couzy ilk zirve tırmanışını gerçekleştirmişlerdir.


 



Dünya atmosferinin üçte ikisini geçen yükseklikte olduğumdan, oksijenin az olduğu üst katmanlara yakınım. Oksijen eksikliğim nedeni ile esen sert rüzgarlarım ve -80' dereceyi bulan aşırı soğuklar, yukarı yamaçlarımda  herhangi bir canlının yaşamasına imkan bırakmamaktadır..




Yaz musonları sırasında yağan karlar, rüzgarlarla ufalanarak yamaçlarımda yığılır. Bu kar yığıntıları, buharlaşma çizgisinin üzerinde olduğundan, buzulları besleyen büyük buzkar çanakları oluşmuyor bende. Buzullarımı sık sık düşen çığlarla beslerim. Kış aylarında ise kuzey batıdan esen güçlü rüzgarlar, doruğumdaki karları alıp götürerek, yamaçtan yamaça sürükleyerek, zirvemi çıplak gösteriyorlar.

Keşke olsaydım. O dağ ben olsaydım. Everst olsaydım. Dünyanın en yüksek dağı. Karlarım savrulsa da, buzullarım çığ olup yuvarlansa da, tırmanacak nefesleri korkutsada ben olsaydım.

K2'ye en tehlikeli dediler, onun için 'Dikey Limit'i bile çektiler, benim için ise sen 'Dağların Ana Tanrıçası'sın dediler.
Sen kraliçesin, Everest'sin, en en en yükseksin.

8.848 metre yükseklikteki zirveme hoş geldiniz. Bir sıcaklık getirdiniz, ama artık gitmelisiniz.

Donarsınız yoksa, kaybolursunuz, savrulursunuz benim yanlız doruğumda.



Güneş batmak üzere.
Önce bana hoşçakal diyor. Sonra dünyanın kalanına.
Ve yıldızlar ilk bana merhaba diyorlar, sonra mehtaba dalan aşıklara.

Akşam oluyor, gün batıyor, gölgeler üstüme üstüme çöküyor, beni bile korkutuyor.

Gidin, gidin artık.

Haydi; daha alçak yerlerime ininiz, beni mutlu edecek kadar, beş-on dakika zirvemi ziyaret ettiniz.

İnin. Bol bol oksijen alın, müziğin sesini açın. Biraz soluklanın. 





Kuşları görünceye kadar inin. Ağaçları, yemyeşil çayırları, otları.
Çanaklarımdan doğan, kıvrıla kıvrıla akan, serin suları, tertemiz ırmakları görene kadar inin.
Ciğerlerinize bol bol oksijen dolana kadar inin..
Kuşları görünceye kadar, hayatı hissedinceye kadar.

Müziğin sesini açın,
Benim yanlızlığımdan taa uzaklara kaçın.


24 Nisan 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -17


Kütüphane Hayali.. -17



Körfez de gün akşam oldu.
Güneş batıyor, kızıl bir grup gökyüzünü sarıp sarmaladı.
Martılar, mavi karabataklar ve pelikanlar akşam gıdalarını topluyorlar sakin sulardan.


Başkasından kalmış iki tuzlu kurabiye, birde ucu kopmuş zülbiye.
Evimize dönüyoruz. Çok uslu durdum. Hiç yaramazlık yapmadım. 1737 sokaktan hızlı hızlı yürüdük iskeleye doğru. Bundan sonra pek çok kez gidip geleceğimiz bu sokak çok güzel. Bana göre körfeze çıkan her sokak güzel. İster Karşıyaka'da olsun, ister Konak'da. 

Doğrusunu söylemek gerekirse en çok kendi mahallemizi seviyorum. 
Arap Fırını Caddesinden geçmeyi, 1.Beyler sokağından 2.Beyler sokağı yönüne yürümeyi bazende başka sokak çıkışlarından Kemeraltı'nın kalabalığına akmayı, Konak Meydanına, Saat Kulesinin önüne, İzmir'in tam göbeğinde olmayı çok seviyorum.
En çok 1.Beyler sokağından hoşlanıyorum. O sokakda, Kemeraltı yönünden kendi mahallemize doğru yürürken, sağ tarafımda kalan yüksek duvarların arkasını merak ediyorum. 

Kemeraltı'ndan girip 2.Beyler sokağından 1.Beyler'e geçmeden karşıdaki şu siyah yerdeki kapıyı daha önce farketmemişim. Bu kapının üstünde + işareti gibi bir işaret var. Rum Kilisesi ve kilisenin mezarlığı imiş orası. O yüzden 1.Beyler sokağı boyunca sağdaki taş duvar çok yüksek ve o tarafta hiç bina yok. Sokağı ve sokakları doğru hatırladığıma eminim bir tek yüksek duvarlı sağ tarafta gerçekten hiç bina yokmuydu, ve orası gerçekten kilise bahçesimiydi ondan %100 emin değilim.
   
Bayaa bayaa hava kararmaya yüz tuttu artık. Dönüşte; giderken ki kadar kalabalık değildik diye hatırlıyorum nedense. Eve vardığımızda, alt kattaki odamızın şavkı (armut lamba veya florasan) yanıyordu bile. Babam evdeydi. Canım babam, bir tanecik babam. Eve girer girmez gezmelik elbiselerimizi çıkardık, ellerimizi yıkadık, annem akşam yemeğini hazırlarken ben babamın kucağına kurulmuştum çoktan.
Babam saçlarımı okşadı. Kara kızım dedi. Ablan özlemiş mi seni?. Konuştuk, konuştuk. Yemeğe kadar bıdır bıdır soru yağmuruna tuttum onu yine. 1.Beyler sokağındaki o iki katlı binayı sordum babama. Üstünde yazan harfleri ezberlediğimi ancak çizerek gösterebileceğimi söyledim. Babam güldü. Akıllı kızım benim dedi. Onun kalemini aldım. Küçülmüş mor bir kurşun kalem. 
  
Birşeyler yanlış ama ne?. Düzgün de yazamadım zaten. Bir daha geçerken daha dikkatli bakacağım. Düzgün yazmama gerek kalmadı ama, babam anladı. Kütüphane orası dedi, çocuklar için masal kitapları var, okuma yazma öğrenince gidersin sende.

Hemen okuma yazma öğreneceğim. Okul çocukları ile birlikte bende oraya gideceğim. Yatma vakti geldiğinde; o günü, kurabiyeleri, zülbiyeyi, ablamın evini, 1737 sokağı, martıları, dalgaları herşeyi herşeyi unuttum. Uykuya dalarken aklımdaki tek şey, masal kitapları ile dolu o yer. Biliyorsunuz ben sadece bir masal biliyorum: Hain kurt ile kuzuların masalını:

Tarana tarana lilin gufayi, evimize, köyümüze, cici cici ya na tafya, ya na tafya.

Nermin'ler gelse, Nesrin gelse biz hep birlikte otursak, annem yine bize masal anlatsa. Anlatmazsa; neydi oranın adı, oraya gideceğim kendim okuyaaaa.

Derin, güzel, masal gibi bir uykuya daldım.  İşte çok küçük olup da unutamadığım bir gün daha geçti gitti, uykunun kollarına, masalların eşsiz diyarına.. Yıllarca da kaldı hafızamda.



Günler geçiyor, ben biraz daha büyüyorum. Çat pat okumaya başladım. Her gün ikindiye yakın babam eve gelince onun yanına oturuyorum. Pulları ayırmasını, sesli olarak rakam ve isimleri yazmasını izliyorum. Ağzından çıkan seslerle yazdığı şeyleri eşleştirerek, harfleri öğrendim. Harfleri birbirine çatmayı da öğrendim. Çoğu akşam Hamdi bey amcalara oturmaya gittiğimizde Nermin'e de soruyorum harfleri. Benim okula gitmeme daha 2-3 sene varmış. Ama ben şimdiden öğreniyorum ki, masal kitapları ile dolu kütüphaneye gidebileyim. 

Okumaya merak sardığımdan beri hayat daha güzel. Kolay öğreniyorum. Radyo dinliyorum, duyduğum kelimelerin hangi harf ile başladığını gözlerimi kapayıp canlandırıyorum.

Çocuk oyunlarının bir çoğunu da öğrenmeye başladım. Artık yavaş yavaş mahalledeki çocuklarla oynayabiliyorum.

Annemin ve babamın çok akrabası ve ahbabı var. Annem çok seviyor gezmeyi. Komşularla arası iyi. Ablamı özlüyor ama, banada çok kötü davranmıyor bu aralar. Aslında insanlar benim başımı okşayıp:
*afferin çitlenbik, ne kadar akıllısın sen böyle diyorlar ya, annemde hemen:
*evet diyor, okumayı söktü nerdeyse, okula giden çocuklardan daha düzgün çizebiliyor harfleri.

Annemden bunları duymak çok mutlu ediyor beni. Onun gözüne girmek, babam kadar sevmesini sağlamak yada ablamı sevdiği kadar benide sevdiğini hissetmek, büyük önem taşıyor. Daha küçüğüm, anne kokusuna, anne şevkatine ihtiyacım var. En az babamın sevdiği kadar sevmesine.


Arap Fırını Caddesi 842 sokak. Mekke Yokuşu Merdivenlerinin yukarıdan aşağıya görünüşü.

Mekke Yokuşu Merdivenlerinin aşağıdan yukarıya görünüşü bu kezde. Aşağıdan yukarıya ilk basamağın sol tarafındaki 842 çıkmaz sokakdaki birkaç evden biride bizimki hatırlayacağınız gibi.
Unutamadığım gibi..

Nasıl unuturum ben bu sokağı. Bu sokak unutulurmu?. Birbirine çok yaklaşmış, herkesin herkesle kaynaşmış, içli dışlı olduğu yaşamlar, yaşananlar. 

Okumayı öğreneceğim, 1.Beyler'e gideceğim. Kendime masallardan harika bir dünya çizeceğim.. Asla bu sokağı unutmadan.

Evet burayı hiç unutmayacağım. Harika dünyamda, harika ailemle, harika günler yaşayacağım..

./..

                               

20 Nisan 2012

ALEMLERİN NURU EFENDİMİZ. YARADILIŞ SEBEBİMİZ..


KUTLU BİR DOĞUM.
BUGÜN PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V) DOĞUM GÜNÜ.


 
Peygamberimiz Fil vakasindan 50 gün sonra ,Rebiullevvel ayinin on ikinci Pazartesi günü,tan yeri agarirken, Mekke'de dogdu.
PEYGAMBERIMIZ DOGDUGUNDA BAZI HADISELER VUKU'A GELDI
Peygamberimiz dogdugunda bazi hadiseler vuku a geldi,bunlardan bazilarini söyle siralayabiliriz:Peygamberimiz ,Anadan Sünnetli ve göbegi kesik olarak dogdu. Peygamberimiz dogarken, çocuklarin yere düstükleri gibi düsmeyip ellerini ,yere dayamis basini semaya kaldirmis olarak dogdu.Peygamberimiz dogdugu zaman ,bir yildiz dogmus ve bilginler, bu yildizin dogdugu gece,Ahmed dogmustur Dediler.Bir çok Yahudi Alimi Tevrat tan inceleme ile peygamberimizin bu gecede dogdugunu yakinlarina bildirmislerdir.
Peygamberimiz dogdugu gece Kisranin sarayindan on dört serefe yikildi. Iranlilarin,bin yildan beri hiç sönmeden yanan Atesgedeleri sönüverdi.Save Gölünün suyu çekildi.Sema ve Vadisini su basti.Iran Sahi, Araplarin, ülkesini istila edecegini rüyasinda gördü,ve telasa düstü.
PEYGAMBERIMIZIN BABASI HZ.ABDULLAH
Peygamberimizin babasi Hz. Abdullah Kureys'in ileri gelen delikanlilarindan idi. Güzel yüzlü,iki gözü arasinda peygamberlik nurunu tasiyordu.Mekkenin bütün genç kizlari onunla evlenmek için can atarlardi.Babasina o kadar itaatliydi ki babasinin izinden hiç çikmazdi.Hatta birinde babasi Abdulmuttalip Allaha dua etmis ve "Allahim eger bana on erkek evladi verirsen onlardan birini senin için kurban edecegim"demis ,on evladi olunca da Allaha verdigi sözü tutmak için oglu Abdullahi kurban etmek istemistir.Oglu Abdullah babasina itiraz etmemis ve boyun egmistir Etraftan yapilan elestirilerle oglunu kurban etmekten vaz geçmis onun yerine 100 Adet Deve kurban etmistir. Hz. Abdullah hz. Amine ile evlendikten Kisa bir müddet sonra gittigi ticaret kervanindan dönerken yolda hastalandi. Medine'de dayisi Beni Adiy bin. Neccarin yaninda bir ay hasta aldiktan sonra vefat etti.Hz. Abdullah vefat ettigi zaman Peygamberimiz henüz Anne karninda alti aylikti.
PEYGAMBERIMIZIN SÜT ANNEYE VERILISI
Yeni dogan çocuklari süt anneye vermek; Kureys ve sair Arap esrafinin adeti idi.
Bu da; kadinlarin kocalari ile daha iyi mesgul olmalarini ve çocuklarinda ,özellikle ,havasinin güzelligi, rutubetinin azligi ve suyunun tatliligi ile taninan yerlerde yasayan serefli kabileler arasinda, saglam vücutlu,siki etli, cesaretli yetismelerini ve düzgün, pürüzsüz konusmayi ögrenmelerini saglamak içindi.
Mekke çevresinde ve Harem içinde oturan kabilelerden Süt annesi olanlar, her yil iki defa, yaz ve güz olmak üzere Mekke'ye gelirler,çocuklari alip götürürlerdi.
Peygamber efendimizi(A.S) Ben'i Sa'd b.Bekr kabilesinden Süt annesi Halime hatun götürdü.
Peygamberimizin Süt kardesleri sunlardir::
Abdullah b. Haris,Üneyse binti.Haris,Seyma bint-i Haris.
Peygamberimizi Yetim oldugu için Arap kadinlari kabul etmemis; sadece kabilesine götürecek çocuk bulamayan Halime, eli bos gitmemesi için peygamberimizi kabul etmisti.Peygamberimizi aldiktan sonra Halime ve Ailesinin yasam tarzi bir anda degisti.
Bunlardan bazilarini Halimenin dilinden dinleyecek olursak; Halime Hatun der ki;" 0çinde bulundugumuz kuraklik ve kitlik yilinda hiç bir seyimiz kalmamisti. Ben, kir merkebimin üzerinde idim.Yanimizda, yasli bir devemiz vardi,bize bir damla süt vermiyordu.
Üzerinde bulundugum merkebin agir yürümesi yol arkadaslarimi çileden cikartiyordu.Nihayet Mekke'ye varip emdirilecek oglan çocuklari aramaya basladk. 0çimizden hiç bir kadiin Muhammedi almak istemiyor,ondan uzak duruyorduk. Çünkü, bizler emdirecegimiz çoçugun babasindan bahisse kavusmayi ve ondan armaganlar almayi bekliyorduk.
Bir ara Muhammed in dedesi Abdulmuttaliple karsilastim,bana; Ismin nedir ?diye sordu.
Halime dedim. Bana;Ey Halime! Benim yanimda bir yetim çocugum var onu emzirmek için Beni Sa'd kabilesi kadinlarina teklif ettim öksüz oldugu için kabul etmediler. Sen kabul eder misin? Ben ,"bana biraz müsaade ette kocama bir danisayim"dedim.
Hemen kocamin yanina döndüm,ona haber verdim. Kocam izin verince Muhammedi aldim.
Muhammed bize gelince,evimiz öyle bereketlendi ki kocam la hayretler içinde kaldik.Sütü çekilmis olan devemizde sütler fazlaca akmaya, zayif olan merkebimizi,yolda baska hiç bir binek hayvan geçememege,davarlarimiza inen süt hiç bir davara inmemeye basladi.
Peygamberin Çocuklugu daha degisikti. Daha iki Aylik iken,her tarafa yuvarlanmaya çalisiyordu.Üç Aylik olunca day durmaya çalisiyordu.Dört Aylik olunca, duvara tutunup yürüyordu.Bes Aylik olunca bir yere tutunmadan yürüyebiliyordu.Alti Ayi tamamlayinca, yürümeyi hizlandirmisti.Yedi Aylik iken her tarafa gidebiliyor,kosabiliyordu. Sekiz Aylik iken,konusuyor,konusulani anlayabiliyordu.On Aylik iken Ok atabiliyordu. Iki Yili doldurdugu zaman,oldukça, iri ve gösterisli bir çocuk olmustu.Onu Annesine götürdük, Amma,biz,Onun yüzünden gördügümüz hayir ve bereketten dolayi, Yanimizda bir müddet daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk.
HZ.AMINENIN MEDINE ZIYARETI VE VEFATI
Hz. Amine Peygamberi de yanina alarak Medine'deki Neccar ogullarindan olan Dayilarini ziyarete gitti. Orada peygamberle, bir ay kadar misafir oldular.
Yahudi kavmi peygamberimizi orada görünce onu devamli kontrol edip hal ve hareketlerine dikkat ediyorlardi. Hz. Amine Yahudilerin Peygamberimiz hakkinda takindiklari tavirlardan korkmaya basladi Ve acilen Mekke ye dönmek için yola koyuldular.
Hz. Amine, Mekke'ye gelirken, yolda hastalanip Evba köyünde durakladi.Basucunda duran Peygamberimizin yüzene bakti.Sonra da söyle hitap etti:
"Ey çekilen dehsetli ölüm okundan, Allah in lutfu ve yardimi ile yüz deve karsiliginda kurtulan zatin oglu!Allah, Seni,mübarek ve devamli kilsin! Eger rüyada gördüklerim dogru çikarsa,Sen Celal ve bol ikram Sahibi tarafindan,Adem ogullarina helal ve harami bildirmek üzere gönderileceksin! Allah, Seni milletlerle birlikte devam edip gelen putlardan, putperestlikten de, esirgeyecek,alikoyacaktir.
Her canli varlik ölecektir. Bende ölecegim.Fakat temelli anilacagim Çünkü, temiz bir ogul dogurmus,arkamda hayirli bir ani birakmis bulunuyorum demistir.
Ve hz. Amine Ebva da vefat etti.Hazret-i Amine vefat ettiginde 30 yaslarinda idi.
Dünyada,böylece Babasiz ve Annesiz kalan Peygamberimizi,yüce Allah,hamisiz birakmadi: Önce dedesi Abdulmuttalibin yaninda, sonra da amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi. Peygamberimiz, sekiz yasina kadar, Dedesi Abdulmuttalibin yaninda,sekiz yasindan sonra da Amcasi Ebu Talib-in yaninda kaldi.
PEYGAMBERIMIZIN TICARET HAYATINA ATILISI
Kureysliler, öteden beri ticaretle ugrasirlardi. Ticaretle ugrasmayanlarin ise,ellerinde hiç bir seyleri bulunmazdi. Peygamberimizin de, hazreti Hatice hesabina ticarete baslamadan önce, ticaretle ugrastigi olmustur. Nitekim, Said b.Ebu Saib, Islamiyetten önce Peygamberimizin ticaret ortagi idi.Peygamberimizin,ticaret yapmak için, sermayesi olmadigindan,hazreti Hatice peygamberimizi ücretle tuttu ve Kureysilerden tuttugu, baska bir zatida, Peygamberimizin yanina katti. Hazreti Hatice yapacagi her sefer için, Peygamberimize, ücret olarak genç ve yigit birer erkek deve veriyordu. Peygamberimiz, Hazreti Hatice'nin ticaret Malini Sam'a götürmek için ,ilk defa dört tane erkek ve genç deveye anlastilar. Peygamberimizle Kervan halki Sam'a gitmek için yola koyuldular: Sam topraklarindan Busraya vardiklarinda peygamberimiz orada getirdigi bütün mallari çok karli bir sekilde satip alacaklarini aldiktan sonra,Mekke'ye yardimcisi olan Meysele ile birlikte geri döndü.
PEYGAMBERIMIZIN EVLENMESI
Peygamberimiz hazreti Hatice adina ticaret yaparken, Peygamberimizdeki harikulade halleri görmüs ve yardimcisi Meysele ile Peygamberimize evlilik teklif etmisti. Peygamberimiz bu teklifi kabul ederek Kureyslilerin en soylu kadinlarindan olan hazreti Hatice ile evlendi.
PEYGAMBERIMIZIN ÇOCUKLARI
Peygamberimizin, hazreti Haticeden,iki erkek çocugu,dört kiz çocugu dogmustur Isimleri söyleydi: Kasim, Abdullah, Zeynep,Rukayye ,Ümmü Külsüm,Fatima ve Cariyesi Misirli Maria'dan dogan Ibrahim'dir.
KABENIN KUREYSILERCE YENIDEN YAPILISI VE PEYGAMBERIMIZIN HAKEMLIGI
Bir Kadin, Kabe Hareminde buhurdanlikta Öd agaci yaktigi sirada , buhurdanliktan siçrayan bir kivilcimdan Kâbenin kat kat olan örtüsü tutusup tamami ile yanmis, bu yüzden duvarlar da her taraftan gevseyip çatlamis bulunuyordu. Zaman, zaman sahilden gelen sel baskinlari ilede Kâbenin tabani ve duvarlari da iyice yikilacak duruma gelmisti.
Bunun icin,Kureysliler Kabenin duvarlarini onarip saglamlastirmak ve üzerinede,tavan çatmak istiyorlar,fakat, yikmaga kalkarlarsa azaba ugrayabileceklerinden korkuyorlar,aralarinda mesvere ediyorlardi.
Am bu sirada Rum tüccarlarindan birisine Ait olan insaat malzemesi yüklü bir gemi Cüdde sahillerinde parcalandi,bunu firsat bilen Kureysliler aralarinda yardimlasarak bu batan gemiden Kabe insaasi için gerekli malzemeleri almis oldular.Ve Kâbenin insaatina basladilar.
Hacerül Esved tasi yerine konulacagi zaman kabileler ,birbirleriyle anlasamadilar. Hatta isi okadar ilerlettiler ki aralarinda kavga yapmaya çok az bir zaman kaldi. Kureysiler, Bu is üzerinde, dört veya bes gece durdular. Sonra Kureysin yaslilarindan Ebu Ümeyye b. Mugire bir teklifte bulundu;
Teklifine göre ,mescidin kapisindan giren ilk kisi bu tasi koymak için hakem olacakti. Bütün kavmin ululari bu teklifi kabul ettiler.
Tam bu sirada peygamberimiz içeri girdi, bütün kureysliler el çirparak El-Emin'in hakemligine raziyiz dediler.
Peygamberimiz de hakemlik yaparken bütün kabilelerden birer kisi alarak Hacerul Esved-i bir beze koydurdu,ve onu konulacak yere getirttikten sonra besmele çekerek kendi elleriyle Hacerul-Esvedi yerine koymus oldu.
Kaynak: Islam tarihi

Alemlerin nuru Peygamber Efendimizin(s.a.v.) doğum günü bizlere, tüm insanlara, tüm alemlere binlerce kez kutlu olsun. 

12 Nisan 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -16


Zülbiye.. -16

Körfezin Mavi Karabataklarından..
Yan güvertede yolculuk yapmak mütiş güzeldi. Hiç yaramazlık yapmadan, hiç soru sormadan, sadece denizi seyrederek geçti yolculuğum..

Bugün denizde, mavi karabataklar çoğunluktaydı. Denize dalıyorlar, gagalarının altı balık dolu su yüzüne çıkıyorlar. Tekrar dalıyorlar, tekrar çıkıyorlar. Özgür ve mutlu. Sesleri kulaklarımda, dalgaların sesleriyle karışmış sesleri.. Mutlu mutlu dalıyorlar, mutlulukla kanat çırpıyorlar.

İskeleye yanaştık. Bizim lostromo güvertenin ortasında, elinde palamarlarla duruyor. İskeledeki görevli bağırıyor bu kez:
*aborda, aborda. (yanaş, yanaş) . At palamarları, pasarellan varmı, yanaştırayım mı?. (at halatları, iskeleye çıkmaya yarayan portatif köprün varmı?).
*var, var. Kurt boğazından geçirdim, yakala palamarı, sıkı bağla babaya.

Tahta iskeleden ilk çıkanlar genelde yan güvertedekiler. Biz terk ettik Efes'i. Vapur iskelesinden çıktığımızda leylekli binaya baktım. Işıklar yanmadığı için boş bir çerçeveden ibaretti. Ne leylek vardı ortada, nede gül.

Karşıyaka sahil yolu, iskelenin sol tarafı..



Sahil yolunda, bu kez sol tarafa doğru yürüyeceğiz.
Kırmızı ile işaretlenmiş köşe ablamların evi idi..


Hafızamda kalan kroki ile, google eart krokisi hemen hemen aynı..

Sahil yolunda karşıya geçtik. Dördüncü sokak yani 1737. sokağa döndük. Bu sokak başındaki apartmanlarda ve ilerlediğimiz sokak boyunca birçok güzel, önleri çiçeklerle bezeli binalarda, takılı kaldı gözüm. Tabii o zamanlar apartmanlar yeni yeni yaygınlaşmaya başladığından ve bizim Konak'ta oturduğumuz mahallede hiç apartman olmadığından, bana ilginç geliyordu.

1737 sokaktan bir apartman. Bu apartman o zamanlarda vardı yanlış hatırlamıyorsam.

Sokak boyu sohbet, muhabbet yürürken, çiçek kokuları terlememize, yorulmamıza fırsat tanımadan bizi cezb ediyor, sarıp sarmalıyordu. Henüz öğlen sıcağı çökmemiş, akşam sefaları renklerini gizlememişdi.


Apartmanların arasında bir kaç konak dikkat çekiyor. Çok güzel, sessiz, mağrur.
Yaşlı, zarif bir beyefendi eşiyle bahçede sabah kahvesini içiyor.

Bu köşk o köşk değil, ama bu köşkde Karşıyaka'da. Hemde Ata'mızın annesinin son günlerini geçirdiği Karşıyaka Uşşakizade köşkü bu. 


Bu köşk de, o sabah kahvesinin içildiği köşk değil, hatta bu İzmir'de bile değil. Ama işte böyle güzel bir köşkdü önünden geçtiğimiz. Bahçesine, sakinliğine göz süzdüğümüz..

Biraz yorulduk mu ne?. Sokağın iki yanında okul var. Soldaki İlkokul, sağdaki Karşıyaka Kız Lisesi diye hatırlıyorum ama tam terside olabilir.

O okullardan birinin son hali..

1731  sokak kesti önümüzü. Az sonra varacağız. Köşede; bir tane iki katlı, yanında daha küçük tek katlı sonra diğer köşesinde uzun tek katlı bir binası olan, önü beton, bir yada iki ağacın bulunduğu büyük bir avlu kapısı vardı. Orasıymış. 1737 sokağın bittiği köşe başı.
Gri demirli bahçe kapısından geçtik. Bahçe kapısının karşısındaki tek katlı bina ablamın evi. Evinin kapısı açık, büyük görümcesi, küçük görümcesi ve kendi kapının önünde misafirleri karşıladılar. Gelenleri içeri buyur ettiler. Büyüklerin ellerinden öpüldü. Küçüklerin yanaklarından. Herkes, herkesi öptü; öpülmeyen bir ben.

Pardon, pardon bende öpüldüm, Müzeyyen hanım teyzem öptü beni. Sevgi abla başımı okşadı. Bence ablam öpseydi, başımı okşasaydı daha iyiydi. Ama çok işi var, çok da misafiri.

Ablamın büyük görümcesi Sevgi abla. (Sevgi teyze demek daha uygun gibi ama ben abla diyorum.)
Bu arada pardon demeyi yeni öğrendim. Birçok kibar kişi; bonjur diyor, pardon diyor, birde bişey daha diyorlar ama ben şimdi neydi hatırlamıyorum.

Ablamın evine girdik, ortasında buzlu camlı bir kapı bulunan uzun bir oda. Camlı kapıyı kapatınca iki oda gibi olan uzun oda. Bir yarısına misafir odası, bir yarısına oturma odası deniyormuş. 

Ablamın hafızamdaki evi.. 
Ablamın evi bizimki gibi iki katlı değil ama yeni. Yerler çok güzel şaplı mozaik. Tuvaleti harika, deliği küçük ve çok aydınlık. Aslında ev epey aydınlık. Çok büyük değil lakin kullanışlıymış. Büyükler öyle diyor. 

Annemin ayaklarının dibinde oturuyorum. Çok konuşmuyorum, konuşulanları dinliyorum. Müzeyen hanım teyze en baş köşede oturuyor. 
Müzeyyen hanım teyze.
Ablam, küçük görümcesi, birkaç genç hanım daha, misafirlere hizmet ediyorlar. Bizimle birlikte giden veya direk oraya gelen konuklarda sohbet ediyorlar. Kimisinin ellerinde ikram tabakları var. Ben bir ablamı birde Müzeyyen teyze ve kızlarını izliyorum. Hepsi çok güzel ve süslü kadınlar. Ablamda dudaklarını pembeye boyamış. Üstünde çok küçücük kolları olan beyaz üzerine çiçekli, güzel bir elbise var. Peri kızı gibi. 

Ablam gerçekten çok güzel. Annem onu benden fazla sevmekde haklı. O güzel ve uzun boylu. Ben çok küçüğüm ve çirkinim.

Çocuklar avluda istop oynamaya çıktılar. Çoğu eline aldı bir parça börek doğru dışarıya. Ben çıkmadım. İlk defa geliyorum ablamın evine. Ne işim var dışarda. Zaten küçüğüm diye oynatmıyorlar, sadece kaçan toplarını almaya gönderiyorlar, o zaman niye çıkacağım ki.

Çok usluyum. Annemin dibinden kalkmıyorum. Konuşmuyorum, sadece dinliyorum. Müzeyyen teyze çok tatlı. Kırmızı dudakları ile öpücük gönderiyor bana, bazende göz kırpıyor, gülümsüyor. Çok seviyorum onu. Çocuklar böreklerini alıp çıktılar ya avluya, banada verirler herhalde. Bekliyorum, istemiyorum, çok da usluyum.

Çoğu tabaklarını yedi bitirdi, kimisi kibarlık olsun diye bir iki çeşit kurabiyesini tabağında bırakıverdi.. Kimini Sevgi abla yapmış ikramlıkların, kimini başka ablalar ve ablam.  Bekliyorum, istemiyorum, hala çok usluyum. Sonunda Müzeyyen hanım teyzem:

*çitlenbik, git mutfaktan bir tabak kurabiye de sen al.. dedi.
Anneme baktım. Gidebilirmişim. İşaret etti. Kalktım mutfağa gittim, ordakilerden birine:

*banada kurabiye verirmisin dedim. Herkes meşgul, tabakları toplamakla, bulaşık yıkamakla, çay doldurmakla. Ablam bir bana baktı, birde içerden gelen tabaklara.
*al.. dedi. Al bunları dökmeden ye.

Başkasından kalmış iki tuzlu kurabiye, birde yarısı kopmuş zülbiye...  

./..