VuslaT'ın 740.Yıl Dönümü..
Hayat ile Ölümün kavuşma anı.. İşte VuslaT.. |
Duydum ki Bizi Bırakmaya Azmediyorsun
Etme!..
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme.
Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.
Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı?
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme!.
Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru.
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.
Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için...
Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme!…
Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi,
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme!.
Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan.
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme!.
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan.
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme!.
Aşıklar la başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme!.
Ey, cennetin cehennemin elinde olduğu kişi,
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme!.
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize,
O zehir-i o şekerle sen bir ediyorsun, etme!.
Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle.
Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme!.
Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı.
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme!.
İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil.
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme!..
Mevlana Celaleddin Rumi
Mevlânâ Celâleddîn-î Belhî Rûmî (Farsça:مولانا جلال الدین محمد رومی / Mevlānā Celāleddīn Muhammed Rūmī
(30 Eylül 1207, Belh- 17 Aralık 1273, Konya), İslam ve batı dünyasında
tanınmış, şâir ve düşünce adamıdır. Tasavvufta Mevlevî yolunun öncüsüdür.
Mevlana portresini ve Mevlana Türbesini ilk defa yaptıran Prenses Gürcü Hatun
ile yakın dosttur. Bilinen tek Mevlânâ portresinin ve Mevlânâ türbelerinin
ortaya çıkışı bu şekilde olmuştur.
Mevlânâ Horasan'ın Belh yöresinde bugün Tacikistan sınırları
içinde kalan Vahş (Farsça: وخش; Tacikçe: Вахш) kasabasında doğmuştur. Annesi, Belh Emiri
Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar hanedanından Türk
Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.
Babası, 'alimlerin sultânı' unvanı ile tanınmış, Muhammed
Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına
Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile
açıklamaktadır. Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars, Tacik veya Türk olduğu
yönünde görüşler mevcuttur.
Mevlânâ Celâleddin-î Rûmî (Rûmî adı, Anadolu'ya yerleşip
orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu);
"Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük
saygının belirtisi olarak verilmiştir), dönemin İslâm kültür merkezlerinden
Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Alîmlerin Sultânı) lakabıyla
anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden
bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi
terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir. 1273 yılında vefat
etmiştir.
Mevlana Müzesi, Konya
Harzemşahlar hükümdarları Bahaeddin Veled'in halk üzerindeki
etkisinden her zaman tedirgindi; çünkü o, insanlara son derece iyi davranır,
ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde
kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi. Söylenceye göre, Bahaeddin Veled
ile Harezmşahlar hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen
bir olaydan sonra Bahaeddin Veled ülkesini terk eder; Bahaeddin Veled bir gün
dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslâm dininde var
olmayan bid'atlerle uğraşmakla suçlamıştı. Ünlü felsefeci Fahrettin Razî buna
çok kızdı ve onu Muhammed Tökiş'e şikayet etti. Hükümdar, Razî'yi çok sayar ona
özel olarak itibar ederdi. Razi'nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled'e
gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş,
Sultanü'l Ulemaya şehrin anahtarlarını göndererek şöyle dedirtti: Şeyhimiz eğer
Belh ülkesini kabul ederse bugünden itibaren padişahlık, topraklar ve askerler
onun olsun bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin. Ben de oraya
gidip yerleşeyim, çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması doğru değildir.
Allah'a hamdolsun ki ona iki türlü saltanat verilmiştir. Birincisi dünya
ikincisi ahiret saltanatıdır. Eğer bu dünya saltanatını bize verip ondan
vazgeçselerdi, bu çok geniş bir yardım ve büyük lütuf olacaktı.Bahaeddin Veled
de :İslam sultanına selam söyle bu dünyanın fani ülkeleri, askerleri,
hazineleri, taht ve talihleri padişahlara yaraşır biz dervişiz bize ülke ve
saltanat uygun düşmez dedi ve ayrılmaya karar verdi. Sultan çok pişman olsa da
Bahaeddin Veled'i kimse ikna edemedi (1212 ya da 1213).
Nişapur kentinde ünlü şeyh Ferîdüddîn-i Attâr onları
karşıladı. Aralarında küçük Celâleddîn'in de dinlediği konuşmalar geçti. Attâr,
Esrarname (Sırlar Kitabı) adlı ünlü kitabını Celâleddîn'e hediye etti ve
yanlarından ayrılırken küçük Celaleddin'i kastederek, yanındakilere "bir
deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor" dedi. Bahaeddin Veled'e de,
"umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve
onları yakacaktır" diye bir açıklama yaptı (Mevlânâ Esrarname 'yi her
zaman yanında taşımış, Mesnevî'sinde Attâr'dan ve onun kıssalarından sık sık
söz etmiştir).
Kafile, Bağdat'ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan'a
yöneldi. Hac dönüşü, Şam'dan Anadolu'ya geçti ve Erzincan, Akşehir, Larende'de
(günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama, yedi yıl sürdü. On sekiz yaşına
gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin'in kızı Gevher Hatun ile
evlendi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet,
Larende'de doğdular. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin
Veled'i ve Celâleddîn'i Konya'ya yerleşmeye razı etti. Onları yollarda karşıladı.
Altınapa Medresesi'nde konuk etti. Başta hükümdar olmak üzere saray adamları,
ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled'e büyük bir
saygıyla bağlandı ve müridi oldu. Bahaeddin Veled 1231'de Konya'da öldü ve
Selçuklu Sarayı'nda gül bahçesi denilen yere defnedildi. Hükümdar yas tutarak
bir hafta tahtına oturmadı. Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek
dağıtıldı.
Mevlana'dan Tüm İnsanlığa Nasihat:
« Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
İster kafir, ister mecusi,
İster puta tapan ol yine gel, ,
Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir,
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,
Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...
Beri gel, beri ! Daha da beri ! Niceye şu yol vuruculuk ?
Madem ki sen bensin, ben de senim, niceye şu senlik benlik...
Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir. »
Babasının ölümünden
sonraki dönemi:
Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin
Veled'in müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl
süreyle ders, vaaz ve fetva verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli
Seyyid Burhaneddin Muhakkik Şems-î Tebrizî ile buluştu. Celaleddin'in oğlu Sultan
Veled'in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre
Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli İslam
ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin
yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz)
ehlisin. Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun
gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin"
dedi. Bu uyarıdan sonra, Celâleddîn 9 yıl boyunca Burhaneddin'e müritlik etti,
seyr-û sülûk denen tarikât eğitiminden geçti. Halep ve Şam medreselerinde
öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tebrizi'nin gözetiminde art arda
üç kez çile çıkarttı, riyazete (her tür perhiz) başladı.
Hocası Celalettin'in arzusunun hilafına Konyayı terkederek
Kayseri'ye gitti ve 1241'de orada öldü. Celâleddîn, hocasını unutamadı. O'nun
kitaplarını ve ders notlarını topladı. Ne varsa içindedir anlamına gelen
Fihi-Ma Fihadlı yapıtında sık sık hocasından alıntılar yaptı. Beş yıl boyunca
medresede fıkıh ve din bilimi okuttu, vaaz ve irşatlarını sürdürdü.
Şems-i Tebrizi:
Ana maddeler: Şems-i Tebrizi ve Beyazid Bistâmî
1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker
Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed
Tebrizi (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı Ümmî bir
şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş
Veli’nin "Makalat" (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir
aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve
arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı
ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın
dizginlerini tutarak sordu ona:
- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür,
yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş,
sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki
peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü
olur?"
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime
günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan
sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor;
buna ne dersin?"
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın
yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden
istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve
kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah"
diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın
olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.
Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin
Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin
bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün
ile 6 aydan söz eder. Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada
büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya
çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını,
kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir
yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her
kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu
gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona
bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı
ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehtit ettiler. Olaylar böyle üzücü
bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya
Kur'an'dan bir ayet okudu.
Ayet,
İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır. (Kehf Suresi,
78. ayet)
anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems
bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245). Tebrizli Şems'in gidişinden son
derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş,
yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün
ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere
gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları
pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün
kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve
yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler.
Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli
Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir
barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli
Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi.
Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da
Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema
ve raksa[kaynak belirtilmeli] başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini
değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için
kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci
oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.
Mevlânâ Türbesi (Yeşil
kubbe):
Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir
gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün
ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu
Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan
Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene
geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü.
Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenleri'nin
yanındadır.
Selahattin Zerküb ve
Mesnevi'nin yazılışı:
Bu dönemde Mevlânâ, Şems-i Tebrizi ile kendi benliğini
özdeşleştirme deneyimini yaşıyordu (bu, bazı gazellerin taç beyitinde kendi
adını kullanması gerekirken, Şems'in adını kullanmasından da anlaşılmaktadır).
Aynı zamanda Mevlânâ kendine en yakın hemhal olarak (aynı hali paylaşan dost)
Selahattin Zerküb'u seçmişti. Şems'in yokluk acısını onunla özdeşleştirdiği
Selahattin Zerküb ile gideriyordu. Selahattin, erdemli ama okuması yazması
olmayan bir kuyumcuydu. Aradan geçen kısa bir zaman içerisinde müritler de Şems
yerine Selahattin'i hedef edindiler. Ne var ki Mevlâna ve Selahattin
kendilerine karşı duyulan tepkiye aldırmadılar. Selahattin'in kızı "Fatma
Hatun" ile Sultan Veled evlendirildi.
Mevlânâ ile Selahattin on yıl süreyle bir arada bulundular.
Selahattin'i öldürme girişimleri oldu ve bir gün Selahattin'in Mevlânâ'dan
"bu vücut zindanından kurtulmak için izin istediği" rivâyeti yayıldı;
üç gün sonra da Selahattin öldü (Aralık 1258). Selahattin cenazesinin ağlayarak
değil, neyler ve kudümler çalınarak, sevinç ve şevk içinde kaldırılmasını
vasiyet etmişti.[kaynak belirtilmeli]
Selahattin'in ölümünden sonra, yerini Hüsamettin Çelebi aldı.
Hüsamettin, Vefaiyye tarikatının kurucusu ve Tacu'l Arifin diye bilinen Ebu'l
Vefa Kürdi'nin soyundan olup dedeleri Urmiye'den göçüp Konya'ya
yerleşmişlerdi.[8] Hüsamettin'in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi. Onun
için, Hüsamettin Ahi Türk oğlu diye anılırdı. Varlıklı bir kişiydi ve
Mevlânâ'ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcadı.
Beraberlikleri Mevlânâ'nın ölümüne kadar on yıl sürdü. O aynı zamanda Vezir
Ziyaettin tekkesinin de şeyhiydi ve böylece iki ayrı mâkam sahibiydi.
Mevlânâ Celâleddîn
Rûmî'nin Mevlana Müzesi'nde bulunan türbesi, Konya:
İslâm tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı kabul edilen
Mesnevî-i Manevî (Mesnevî) Hüsamettin Çelebi aracılığıyla yazılmıştır. Bir gün
birlikte sohbet ederlerken Çelebi bir konudan yakındı ve "müritler",
dedi, "tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hâkim Senaî'nin Hadika
adlı kitabını okuyorlar ya Attâr'ın "İlâhînâme" 'sini, ve
"Mantık-ut-Tayr" 'ını (Kuş Dili) okuyorlar. Oysa bizim de eğitici bir
kitabımız olsaydı herkes bunu okuyacak ve ilâhi gerçekleri ilk elden
öğrenecekti." Hüsamettin Çelebi sözünü bitirirken, Mevlânâ sarığının
katları arasından bükülmüş bir kâğıt uzattı genç dostuna; Mesnevî 'nin ünlü ilk
18 beyti yazılmıştı ve hoca, müridine şöyle diyordu: "Ben başladım,
gerisini sen yazarsan ben söylerim."
Bu çalışma yıllar boyu sürdü. Yapıt, 25.700 beyitten oluşan 6
ciltlik bir bütündü. Tasavvuf öğretisini çeşitli öyküler aracılığıyla
anlatıyor, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklıyordu. Mesnevî
bittiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlânâ yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı
da bozulmuştu. 17 Aralık 1273'te de vefat etti. Mevlânâ'nın vefat ettiği gün
olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb'ine kavuşma
günü olduğu için Şeb-i Arûs olarak anılır.
İlk eşi Gevher Hatun ölünce, Mevlânâ Konya'da ikinci kez Gera
Hatun ile evlenmiş ve ondan Muzafferettin Alim Çelebi adında bir oğlu ve Fatma
Melike Hatun adında bir kızı olmuştu. Mevlânâ'nın soyundan gelen Çelebiler,
genellikle Sultan Veled'in oğlu Feridun Ulu Arif Çelebi'nin torunlarıdır; Fatma
Melike Hatun'un torunlarıysa Mevlevîler arasında İnas Çelebi olarak anılırlar.
Eserleri:
Mesnevi adlı eser Vikikaynak'ta yer almaktadır.
Mesnevî
Büyük Divan "Divan-ı Kebir"
Fihi Ma-Fih "Ne varsa İçindedir"
Mecalis-i Seb'a "(Mevlana'nın 7 vaazı)"
Mektubat "(Mektuplar)"
Öğrenim hayatı boyunca dönemin değişik ülke ve şehirlerinde
yer alan eğitim kurumlarını hem bir öğrenci hem de bir bilim insanı olarak
ziyaret etmiştir. Mevlana’nın hayatında ve felsefesinde "değişim"
önemli bir yer tutmaktadır.
Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Mafih, Mektubat ve Mecalis-i
Seba gibi önemli eserlerin de yazarıdır.
Son Söz: XIII. yüzyılda yaşamış, ama
eserleriyle çağları aşmış bir sufi olan Mevlana; "Gel ne olursan ol,
gel" dizelerine yansıdığı üzere insanlar arasında herhangi bir ayrım
gözetmemiştir. Merhameti, karşılıksız ve sınırsız insan sevgisinin yanı sıra sonsuz
hoşgörüsüyle sadece İslam âlemini değil, tüm insanlığı kendisine hayran
bırakmıştır. Hayata ve insanlara bakışıyla bir fikir adamı olarak da tüm
dünyada kabul görmektedir. UNESCO, Mevlana’nın doğumunun 800. yıldönümü
nedeniyle, 2007 yılını Mevlana ve Hoşgörü Yılı ilan etmiştir.
Kaynak: Vikipedi ve Netten..
Kim seviyorsa, bil ki seviliyordur.
Bu dünyada ve Vuslat'ta..
İnşallah..
Konya da olmaktan Konyalı olmaktan Mevlananın yaşadığı topraklarda yaşamaktan hep mutluluk ve gurur duyuyırum.
YanıtlaSilKonya ya beklerim :)
İnşallah Melek'ciğim..Tekrar gelirsem ararım..bende çok sevinirim Mevlana'mın türbesini seninle gezebilmeyi :))
SilVuslat'ımın vuslatı anlatması ne güzel olmuş :) Mevlana anlatılmaz hakikaten yaşanır... Konya doldu taştı bugün Mevlana aşıklarıyla... Kim seviyorsa bil ki seviliyordur... Ben seviyorum umarım sevilenlerden de olurum...
YanıtlaSilSevgiyle ve muhabbetle Vuslat'ım...
Canımmmmm :)
SilTeşekkür ederim güzel görüşlerine..
pek severim de şu şebi arus muydu hiç görmedim ama gördüm konyada buraları.
YanıtlaSil:)
Seni konyaya davet ediyorum o zaman deep :)
SilHaydi bir daha ki sene üçümüz birlikte gidelim :))
SilBende gormedim gitmedim bilmiyorum:( umarim birdahaki ziyarette ziyaret edebilirim:)) Vuslatim sagol canim bu guzel paylasimin icin..actim kollarimi sarildim sana:))
YanıtlaSilSen Ankara'ya gel, ben seni götürür gezdiririm oraları:)) Bende sana sarıldım hemde sıkı sıkı:)
Silhay yuregine saglik ablacim yaa! ben yine yazamadim bu konuyu :(((
YanıtlaSilYazmadım diye üzüldün ya, yazmış kadar oldun kuzucuğum. Kalbinin sevgisini gösterdin:)) Öptüm Eda'm sana..
Silcanım ablacım konyaya gidince ziyaret ettim rabbim şefeatlerine nail etsin dişin nasıl daha iyidir kuzum öptüm sevgiler saygılar:)))
YanıtlaSilAyşemmm canım ağzım çukurlarla dolu bozuk yola benzedi, kimi taraf çekildi, kimi protez kötü yani:(
SilMevlanamızın şefaatlerinden yarabbim bizide nasiplendirsin inşallah.Sevgilerimle canım..
" Kaderde sevmek var ama kavuşmak yok ise şayet , olsun !.. Vuslata aşık gönül susmaya da razı . " demiş Mevlana , ne de güzel söylemiş.
YanıtlaSilÇok güzel bir paylaşım olmuş Vuslat'ım . Yüreğine sağlık .
Zeynebim en sevdiğim öğütlerinden, demelerinden biri Mevlanamın..Seninde yüreğine sağlık ablam..Sevgilerimle..
Silolamadım olamadım Mevlanın M si bile olamadım
YanıtlaSilHoşgörülüyüm diye avunurken
İçimdeki şeytanı atamadım :(
Rabbim hepimize hoşgörü ve sevgi ve kardeşlik ve inanç birlikteliği gücü kuvveti versin inşallah..
Silson cümleler noktayı koymuş gerçekten de. zevkle okudum, böylesi şeylere etkilenirim ben :)
YanıtlaSilteşekkür ederim k.prensim..Mevlanamızdan etkilenmemek mümkün mü?..
SilSevgilerimle..
Merhabalar,
YanıtlaSilSon cümleye amin demek istiyorum.
Güzel anlamlı bir yazı olmuş. Tebrik ederim.
Aminnn amin..Teşekkürler Hamiyet'ciğim..
Silahh ah ne güzel yazmışsın,
YanıtlaSiliki yıl önce konyaya gitmiştim ve mevlana türbesinde adeta gözlerim doldu, ona kavuşmak nasıl bi sevinçti anlatamam..
Aaa aynı zamanda oradaymışız belkide İlknurcum. bende 2 yıl önce gitmiştim törenlere..Yüce mevlanayı ziyarete..Çok büyük mutluluk onun ebedi istirahatgahında dua edebilmek..
Silçok güzel yazın teşekkürler
YanıtlaSilböyle bir şehirde yaşamayı seviyorum .sevgiler
Aaa Konyadasın ha ne güzel Melisa'm..benim yerime de sık sık ziyaret edersin yüce mevlanamın türbesini inşallah..
SilAhhh Vuslat Abla ne çok istiyorum birgün Şebu Aruz'a gitmeyi. Onun önceside doya doya, içime sindire sindire Mevlana Türbesini gezmeyi.
YanıtlaSilİyi akşamlar Vuslat Abla, sevgiyle öpüyorum.
Gülşahım kuzucuğunun doğumundan sonra az ele avuca gelsin birlikte gidelim inşallah.Bende seni öpüyorum canım benim..Kendine iyi bak..
SilMerhabalar Vuslat.
YanıtlaSilHayatı boyunca bir gönül eğitimcisi olarak;insanlara sevgiyi, gerçek aşkı, Hakk ve hakikat yolunda örnek şahsiyet olmayı ve güzel ahlakı bizzat yaşayarak ilahi aşkı tattırmış ve Hakk'ın varlığında yücelmeyi öğretmiş, bütün insanları sevgiyle kucaklayan öğretisi, tüm dünyada kabul görmüş Allah ve gönül dostu Mevlana'yı minnetle, şükranla, saygıyla ve rahmetle anıyorum. O'nun anısına hazırladığınız bu güzel sayfa için de emeğinize, gönlünüze ve yüreğinize sağlık ve mutluluklar diliyorum.
Selam ve dualarımla.
Çok teşekkür ederim Recep bey katkı veren güzel yorumunuza. Sağlık ve selametle güzel günler dilerim..
Silseni deeptone'da buldum,onu ben de seviyorum.dostumun dostu dostumdur.
YanıtlaSilizliyorum artık
çok sevgiler
Çok teşekkür ederim sevgili Havva. Hoşgeldin dünyama:)) Sevgilerimle.
SilÇöllere düşen Mecnun olduğu için hep o daha çok sevdi zannedilirmiş.
YanıtlaSilOysa Mecnun'a düşen ateş, Leyla'dan gelmekteymiş.
Leyla öyle büyük bir aşkla sevmese, Mecnun çöle düşermiymiş?
...öyleyse hangisi daha çok sevmiş? yanmayan bir şey yakabilir mı?
Yananlardan olayım inşallah. Aşkla, ilahi aşkla bağlanayım.
SilTeşekkür ederim Destiny..