29 Mart 2013

GİTTİ GİDİYOR MART@ 2 GÜN KALDI.COM :))



Foto: netten


Unuttum sandınız demi..
İki gün sonra Mart bitecek, Vuslat bu ayı es geçecek..

Aslaa, asla vazgeçemem ben bu aydan,
Mart'ın ardından, koşarak gelen baharlardan, yazdan..

Mart; Gregoryen takvimine göre yılın üçüncü ayıdır. Hani yumruk yaptığımızda 31 gün çeken ayların ikincisi, takvimin üçüncüsü..

Bu benzetme şuna benzedi: .... TV'nin düzenlediği güzellik yarışmasında dereceye giren 1.güzelimiz 'Kainat güzeli' yarışmasında, 2.güzelimiz 'Dünya güzellik' yarışmasında, 3.güzelimiz 'Avrupa güzellik' yarışmasında ülkemizi temsil edecekler. Dördüncü şampuan güzeli, beşinci hepsinden daha da güzeldi..:)





Mart da işte aynen böyle; günümüzde yılın 3. ayı, 31 günlü ayların ise 2.si. Tarihte ise Roma'lıların güçlü, cesur birincisi idi.. 

MÖ 45 yılında J.Caesar'ın takvim düzenlemesine kadar yılın ilk ayı Mart'mış..Bu ay adını, eski Roma'da savaş tanrısı olarak bilinen 'Martius'tan almıştır. Dolayısı ile savaşmak için şanslı bir zaman olduğu kabul edilirmiş ve takvim Mart ile başlarmış.. Şimdilerde yıl 1 Ocak'ta başlasa da pek çok ülkede, yılın mart ayı ile başlaması gelenekselleştirilmiş ve kutlamalar her yıl görkemli bir şekilde mutat devam etmiş.. 1564 yılına kadar Fransa'da Mart yılbaşısı saltanatını sürdürürken, Büyük Britanya (İngiltere-Birleşik Krallık) ve kolonilerinde 25 Mart geleneği 1752'de Gregoryen takvimine geçene kadar sürmüş. Orta Asya'dan bu yana Türk toplumlarında ise 21 mart, yılın ilk günü kabul edilerek bahar bayramı (Nevruz) şeklindeki kutlamalarını şölenleştirmiştir...

Ha! 21 mart ayrıca bahar ekinoksudur.

Gitti gidiyor Mart, 2 gün kalmış kaçırmayalım.. Nelerrr olmuş, neler gelmiş-geçmiş hatırlayıp hatırlayıp yazalım. 

Ama önce bir şarkı, bahardan güzel bir tını.



Birde baharın 3 rengi..Pembe sarmış her yeri..







-01 Mart'ta takvimler 'Bahar Ayları'nın başladığını işaret etti ya, diğer olan-biten çok da enterese etmedi beni.. Yok Türk-Afgan Dostluk Antlaşması(1921) imzalanmış, yok şu olmuş, yok bu olmamış..Bana ne, bana ne..

-02 Mart uyuya kalmış. Önemli bir olay yaşamamış, yaşatmamış..Çünkü yarın çoook işi varmış.

-03 Mart'ta Hilafet kaldırılmış, Tevhid-i Tedrisat (ülkedeki bütün eğitim kurumlarının Maarif Vekaleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı’na) bağlanmasını öngören yasadır.) Kanunu kabul edilmiş, Türk-Alman Dostluk Anlaşması imzalanmış, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuş. Hemde hepsi 03 Mart 1924'de. Dedim ya bugün çok çalışacak diye. Bak bayağı iş halletti işte..

1924'den sonra epey dinlendi 03 Mart, taa 2013'e kadar. Keşke o gün de uyuyaydı. Ama ecel Müslüm Babayı bu dünyadan aldı.. 

-04 Mart'ta Ankara Radyosu yayın hayatına atıldı(1934). Ne iyi etti:) 

-05 Mart'ın en önemli ve en popüler olayı 'Yeşilay Cemiyeti' kuruldu(1920)..

-06 Mart'ın en önemli olayı yıllar yıllar önce 'Nişanlandım'..yani hiç kusura kalmayın ben nişanlı bir kızım, üstteki radyoyu açayım biraz soluklanayım..Bu güne dair başkaca bir şey yazmayacağım.



Şansıma böyle bir türkü çıktı:)

-Geldik 07 Mart'a. De Gualle, Fransa'nın Nato'dan çekildiğini açıkladı(1966)..Kendi bilir!.

-08 Mart'ta Yıldırım Bayezıt Akşehir'de öldü(1403), Antep'e 'Gazi' ünvanı verildi(1921).

Dikkatinizi çekmiştir, Mart'ta bir rehavet var. Bahar çarptı her halde. Yine uyumuş 9. günde.

-10 Mart 1876'da telefon icadı ve ilk deneme yapması ile hayatımızın en en en önemli aleti oldu..Bu gün bir de çook sevdiğim birinin doğum günü(AEÖ). Şanssız mı desem onun için, nazar mı değiyor yoksa?. Yok eşine şiddet uyguladı, yok şu olaya karıştı, bu olaya karıştı!. Basına malzeme oldu durdu geçen yıl. Ne kadar zeki, ne kadar kültürlü, ne kadar karizmatik, ne kadar iyi kalpli ve vicdan sahibidir ben çok iyi bilirim. Dünya Liderlerini ülkemize getirebilecek, onların deneyimlerinden istifade edebilecek kadar da becerikli. Bilmediğim nasıl böyle bir durum yaşadı..Her neyse iyi ki doğdun ablacığım. 10 Mart'ta başka çok sevdiğim birisi ise vefat etti. Sevgili Metin Serezli(2013).

-11 Mart: Bahçeye çıkmış oyun oynuyor..




-12 Mart:  'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.' 
Bu gün; çok güzel bir gün. Çok özel bir gün..İstiklal Marşımızın kabulû(1921)..





Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-ı mücerred gibi yerden na’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif ERSOY


12 Mart'ta verilen muhtıradan(1971) bahsetmek istemiyorum. Bu gün birde çok sevdiğimiz, bizi güldüren bir sanatçımız vefat etti Dinçer Çekmez(2013).


Bİ DAHA, Bİ DAHA DİYE BAĞIRDIĞINIZI DUYDUMMMMMMM...


-13 Mart tarihe Selanik'in fetih edildiği tarih olarak geçti(1430).

-14 Mart kelebekler gibi özgür:) diyecektim ki, aklıma geldi o gün Tıp Bayramı...



-15 , 16, 17 Mart'ı geçeceğim sizi, 18 Mart Şehitleri Anma ve Çanakkale Zaferinin anlam-önem ve gururu ile baş başa bırakıp gideceğim. Bu millet sizlere minnettar..


-19 Mart 1534, Hafsa Valide Sultan öldü..Kanuni dahil herkes üzüldü..

-20 Mart odun toplamaya gitti. Çünkü yarın Nevruz:)

-Bugün 21 Mart. Gece ve gündüz eşit. Bahar ekinoksu. Bahar bayramı. Ateşler yakılacak, şarkılar fısıldanacak, Bahar coşku ile karşılanacak..Bu coşkuyu tek bozan Memleket Hikayeleri öksüz kaldı(Falih Rıfkı Atay-1971) ve Aşık Veysel'in ölümü(1973) ile uzun ince yol tamamlandı..



-22 Mart Özhan Canaydın vefat etti(2010). Cimbom üzgün, Bursa üzgün.. Atatürk'ün manevi kızı ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen de bu gün vefat etti(2001). Atasına kavuştu..

23-24-25... derken günler su gibi geçti. Bak bu gün bile bitmek üzere. Yarın 30, birde kaldı 31. Sonra başka bir ay. Başka sevinçler, başka üzüntüler..

30 Mart 1430'da Fatih Sultan Mehmet dünyaya geldi. Yüzyıllara, bin yıllara adını yazdırdı..

31 Mart 1921'de ikinci İnönü Zaferi ile kapattık bu ayı..

Oooooooooo!

şiki şiki baba
hayni hayni yaba,
helik melik duniii
gel fakiri yaba...

Bir kelebek misali,
Havalarda uçarım.
Karşı çıkan olursa
Ben de seninle kaçarım Martttt...

25 Mart 2013

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -41




İNCİRALTI.. -41



Foto: netten..



İşte böyle, hatıralar böyle böyle başladı. Benim İzmir'e Mukaddes ablaların refakatinde gönderilmem ile.. Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı durdu..

Bazen sıralı, bazen bölük pörçük hatırladığım anıların izlerini takip ettim durdum yıllar yılı. Kendimce, sessizce..

Birçok komşuyu, eşi dostu, akrabayı öğrendim, arkadaşlar edindim.

Tüylü meşeyi de unuttum, örtülü teyzeyi de. Unuttuklarımla tekrar karşılaştım. Karşılaştıklarımı yeniden tanıdım. Amca gibi, teyze gibi, her hangi biri gibi..

Hayalimde hep güzel şeyler canlandırdım, gerçek de ise çoğunlukla ağladım. İçimdeki sazlar başka tınıda çaldı, dışımdaki olayların sesi, sazı başka notadan..

Konuya, komşuya, eşe, dosta, akrabayı talukata gösterilen resim başkaydı evde yaşananlar bambaşka..

Bazen yaz yağmuru gibiydi hayat ılımanca, bazen de kış yağmurları gibiydi; soğuk damlalardan kaçacak delik ararcasına..


***


Çoğunlukla Faylat ile oynar oldum sokakta. Nermin, akşamları oynadığımız kartpostallardan kule yapmak dışında, pek oynamıyor artık benimle. Ya dersi oluyor, yada ben onun için küçük kalıyorum daha önce söylediğim gibi.

Ayla'da benden büyük. Hatta Sema bile 1 yaş büyük ve bizim mahalleye sadece hafta sonları geliyorlar..

Anlatmışımdır buraya kadar yaşadıklarımı, tanıdıklarımı. Şimdi yeni birilerini, yeni yerleri, yeni olayları anma zamanı...


***

Üst mahallede Filiz'ler oturuyor. Onların mahallelerini, sokaklarını, aile içi birbirlerine davranışlarını, misafir ağırlamalarını vs. çok seviyorum. Filiz'lerin evlerinin iki girişi var. Büyük giriş; İkiçeşmelik Caddesi üzerinden girilen kapı. Geniş bir avludan sonra, binaya ulaştığında önüne çıkan karanlık bir koridor, arka sokaktaki ikinci giriş kapısı olan kömürlük kapısı ile birleşiyor. Hane halkı çoğunlukla bu cadde üzerindeki büyük kapıyı kullanıyorlar.. Kömürlük kapısı ise bir uçtan arka mahalleye açılırken diğer ucu merdivenlerle yukarı bağlantı sağlayan ürkütücü bir yer. 

Orta katta Filiz'in amcası, yengesi, çocukları oturuyor diye hatırlıyorum. Yanlış hatırlamış da olabilirim çok emin değilim bundan. En üst kat Filiz'lerin evi. Filiz'in babaannesi de onlarla kalıyor. Gitmekten keyif aldığım bir ev. Annesi çok iyi bir kadın. Adını hatırlamıyorum İkbal miydi ki?. Filiz çok güzel bir kız. Upuzun, dümdüz, sapsarı saçları var. Taş bebek gibi..
   

Filiz'lerin bir de İnciraltı'nda bahçeleri var. Bahçe mi desem, çiftlik mi? şahane bir yer. İzmir'in boğucu sıcağından, Ege'nin serin sularına en çabuk ulaşılan sahil bölgesidir İnciraltı.. Halk plajı var burada. Yazın iğne atsan yere düşmez dedikleri plajlar vardır ya, işte öyle bir yer. Bir de yakın çiftlik veya bahçe sakinlerinin, çitlerini geçince denize ulaşabildikleri daha sakin bölgeler de var. Tabi şanslı olan bizler, bahçe sahibi tanıdıklarımıza yaptığımız yatılı hafta sonu ziyaretlerinde; hem yeşil doğanın keyfini, hem de deniz keyfini bir arada yapabiliyoruz.

Filiz'lerin çiftlik evine ilk gittiğimiz günü hatırladım. Konak'tan İnciraltı dolmuşlarına biniyorduk..Ama ne kadar gittiğimizi hatırlamıyorum şimdilerde..

*Yol ağzında inecek var dedi annem. Demek ki daha önceleri de geldik, nerede ineceğimizi hemen kestirdi.. Ben bu günden önceyi hatırlamıyorum..



Her iki tarafı ağaçlarla, otlarla kaplı toprak bir yoldan uzun süre yürüdüğümüzü net hatırlıyorum ama. İki katlı çiftlik evine vardığımızda sanki saatlerce yürümüş gibi yorulmuş, terlemiş, acıkmış ve susamıştım..


O eve çok benzer bir ev..


Mutfak kısmı buna benziyordu.
   
Tulumbada elimizi yüzümüzü yıkadık. Cevizin altında tahta bir masa vardı. Zannedersem 20'i 25 kişilik büyük bir masa. 

Evden çıkıyorum. Gözlerimi ovuşturarak. Ne zaman eve girdim, ne zaman yattım uyudum. Kaç gündür buradayız, yoksa bu sabah mı geldik. Babam nerede?. Ya hanemizin diğer üyeleri. Bu anı ablam boşanmadan öncesine mi ait?. Bilmiyorum. 

Bildiğim muhteşem bir ortam. Hava mis gibi. Ilık. Ne sıcak ne soğuk. Tatlı bir esinti var ağaçların yaprakları arasında. Annem evin duvarına dayanmış sedirde oturuyor. Her zaman ki gibi örgüsü elinde. Ev dışında örgü örer. Evde nakış işler. Filizin annesi tulumbanın başında domates, salatalık yıkıyor. Cevizin ilerisinde ki sebze bahçesinin kokusu, yıkanan sebzelerin kokusu ile birleşince iştahım eni konu kamçılandı..Ne yedik ne içtik başkaca hatırlamıyorum. Babam ve evin beyleri ne zaman geldi, bak bunları da hatırlamıyorum..




Ceviz ağacının dalındaki salıncağı hatırlıyorum ama. İlk kez ipin üstüne değilde, tahta oturmalığı olan bir salıncağa bindiğim dün gibi aklımda. Ve inn! hadi in, sıra bende diyen çocukların olmadığı, ev sahibinin kızının veya diğer çocuklarının kıskançlıktan dirlik vermediği bir ortama alışkın ben, bu sakinlikten, bu anlayış ve nezaketten şakın vaziyette doyana, bıkana kadar sallandım o salıncakta.. 

İnciraltı'na ait iki farklı zamandaki iki önemli hatıranın dışında başkaca bir şey yok anılarımın arasında..

On beş-yirmi dönümlük büyük bahçenin arka çitinde fazla yüksek olmayan bir yerden arkadaki mısır tarlasına çıktık. Mısır tarlasının sahibi mısırlara zarar verilirse çok kızarmış. Ama halk plajına gidebilmek için o tarladan geçmek zorundayız. Çok kısa bir mesafeden sonra plaj. Denizin sesini, kokusunu duyabiliyorum. İlk kez yüzmek için denize girildiğini göreceğim galiba..


Burası İnciraltı mı ki?..
      

Çok kalabalık. Taaa ilerilerde soyunma kabinleri (o ne demek ki) varmış, lakin biz havlu tutan kadınların arasında soyunduk. Amanın o da ne, koca koca adamlar don gibi bir şeyle (mayo deniyormuş) üstleri çıplak koştular denize. Adamlar çıplak, biz çocuklar çıplak, kadınları hatırlamıyorum..

Denizin kenarında oynuyoruz. Diz kapağıma kadar gidip oturdum suyun içine. Dalgalar değdikçe vücuduma çok mutlu oldum. Ellerimle köpükleri tutmaya çalıştım. Denizin içindeki kumları avuçladım. Sonra sert bir dalga çarptı küçücük bedenime. Oturuyor olmamdan dolayı başımın üzerinden geçen tuzlu deniz suyu ağzımdan, burun deliklerimden içime aktı. Birden dengemi kaybettim. Oturdum yerde devrildim. Bir türlü toparlayamıyorum kendimi. Konuşamıyorum, bağıramıyorum. İnsanlar yanımdan gelip geçiyor, ben suyun içinde çırpınıyorum. Hatta annem ve bir iki kadın çocuk yüzmeye çalışıyor diyerek benden bahsediyorlar zannedersem. Ama kurtulamıyorum bu dengesizlikten. Bir türlü ayağa kalkamıyorum, oturamıyorum, sadece çırpınıyorum..Gülüşmeler, sesler, sözcükler uzaklaşıyor benden. Çırpınıyorum..

Aaa!! çocuk boğuluyor dedi biri. Duydum!. Bir iki el suyun üstüne çıkardı kafamı. Gözümü açamıyorum. Nefes alamıyorum. Bir kaşık suda boğuldu demek, böyle bir şer olsa gerek. Kıyıcık da, insanların ayaklarının altında az kalsın boğuluyordum..

Çok korktum..


***

İnciraltı'na ait ikinci vukuatlı olayımız ise babamın boğulması..
Yine Filiz'lerin bahçesindeyiz..Bu kez kalabalık. Komşular falanda var zannedersem. Sabah, ceviz ağacının altına kurulan büyük kahvaltı sofrası çok şahane. Tıpkı muhteşem ceviz ağacı gibi..




     
Neler yok ki kahvaltı soframızda. Puf börekleri (ah puf böreği anım tam bu arada yazılmalıydı ama daha sonra anlatırım), çörekler, zeytinler, peynirler, yeşillikler, vs..

Sıkı bir kahvaltı sonrası İnciraltı plajındayız. Ben hangi yaş dilimindeyim hatırlamıyorum. Hatırladığım birçok adamın babamı karga tulumba denziden çıkardıkları..Yüzü koyun yatırdıkları ve bağırış, çığırış, çekilin çekilin doktor geldi sesleri..

Babam boğulmuş. Çok iyi bir yüzücü olduğu halde denizde çırpınmaları, bir delikanlının fark etmesi ve birçok insanın babama doğru yüzmesi. Onu tam zamanında kıyıya taşımaları..

Demek ki ne yapacakmışız?. Tok karına denize girmeyecek...





21 Mart 2013

TOY VE NEVRUZ...HAYDİ BİRLİKTE KUTLAYALIM..



Güzel bir tanıtım broşürü..


Gelin broşürü birlikte inceleyelim.

















































































İşte böyle bir tanıtım broşürü..
Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti..

Etkinlikler bu yıl, hem Eskişehir'imizin, hem Ülkemizin tanıtımında önemli bir rol üstlenecek eminim..

Etkinliklerin düzenlenmesine katkısı olanları kutluyorum veee haydi hep birlikte Eskişehir'e gidelim diyorum:).

Eskişehir'de Kültür TOY'u var..

Bu gün ayrıca NEVRUZ..

 Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta kutlanır.
Türkiye'de bir gelenek, Türk Cumhuriyetleri'nde ise resmi bayram olarak kutlanırken, 1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından Bayram olarak kabul edilen bir gün haline gelmiştir.
Türk Takvimi'nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Herbir çağ ise sekiz Keh ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü olarak kutlanır. Bu güne ve yeni yılın başladığı an'a Yılgayak denir.
Oniki Hayvanlı Takvim ve Melikşah'ın Celali Takvimi'nde yılbaşı olarak belirlenen 21 mart, Divanü Lügati't-Türk'te de ilkbaharın gelişi olarak belirtilir. Türk edebiyatı ve musikisine de Nevruz; Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Arap, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Acem ve Nevruz-ı Seba olarak girmiştir. Tarihte pek çok devlet tarafından bayram ve gelenek olarak kutlanmıştır. Bunların başında Anadolu beylikleri, Eski Mısır, İran, Safavi, Sasani, Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı gelir.
Selçuklu ve Osmanlı'da milli bayram olarak kutlanan Nevruz, Nevruziye adlı şiirlere ve şenliklerle ziyafet verilerek kutlanırdı. Özel olarak hazırlanan Nevruziye adlı macun Osmanlı döneminden kalan bir kültür olarak bu gün hala Manisa'da 21 Mart'ta Mesir macunu şenlikleri yapılmaktadır. Alevi ve Bektaşiler arasında da kimi yorelerde eski takvime atfen Mart Dokuzu adi verilerek kutlanan Nevruz'da özel ayinler yapılırdı, yine Zerdüştler ve Yezidiler'de 21 Mart'ı bayram olarak kabul etmişlerdir.(kaynak nedir.com).

Nevruzun baharın gelişi, doğanın doğum günü ve coşkunun TOY'u olduğunu bilerek ve unutmadan sağlık ve mutluluk içinde kutlayalım hep birlikte..

Güzel bir klibe ne dersiniz?..

Amanın pek beğendim bidaha..


Dombra eşliğinde kıpır kıpır bahar günlerine..