26 Ocak 2013

SICACIK BİR 'OCAK' BAŞI SOHBETİNE NE DERSİNİZ?..



Netten..
Mayalar yalancı çıkınca, şükürler olsun kavuştuk yepyeni, sımsıcak bir Ocak ayına daha..

Arkamda bıraktığım yıl neler yaşadım, neler düşündüm, neler yazdım. İsterseniz kısacık bakalım:


HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK...02.01.2012 yılının ve Ocak ayının ilk yazısı. Ne kadar acemi ve ürkek yazmış, ne kadar bilmez davranmışım o günlerde.. Yazıma, Güzel Günler'in dışında yorum yapan arkadaşlar olmuş ama ben şimdi gördüm (bluestyle ve pembeesinti). Üzgünüm. 


GİTMESİNİ İZLEMEK Mİ ZORDU..KALAMAYACAĞINI BİLMEK Mİ?.  Ocak ayının ilk yazısı daha umut dolu olsun diye bu hüzünlü yazıyı 03.01.2012 tarihine ertelemişim: 

......
Ne kadar kanımızı kanına eklediysek, dualarımızı nefesine destek verdiysek olmadı. Gitti..
Hayalinde yaşattığı sevdiğine, olabildiğince özgürlüğüne..

'Bu akşam ölürüm 
Sırf senin için 
Beni ölüm bile anlamaz'

Vedanın soğuk nefesini vermeden önce söylediği son sözler 'beni burda bırakıp gitmeyeceksiniz demi. Beni terk edip gitmeyin...' di. Biz gitmedik.
Kendi gitti.Göçtü gitti.Sessizce..

Hayatımda beni en çok etkileyen ölümlerden biridir o mahsun, o kimsesiz, o yanlız adamın ölümü.
Yılın son günü bavulunu aldı eline, yeni yılın ilk günü bindi veda trenine, başladı mahsun mahsun el sallamaya. İkinci gün tan yeri ağarmadan, son vagonda ayrıldı bizim istasyondan.

Ya da Sessiz Gemisi bizim Limandan...
Lapa lapa yağan kar, beyaza boyadı mezarını. Bir kardeş ve üç-beş kişilik cemaat uğurladık onu huzur dolu,   kendi gerçekliğiyle dolu uykusuna.
Onun bir karısı yoktu. Çocukları da.

Onun ağlayanı da azdı, uğurlayanı da. Garipti, giderken de, yaşarken ki gibi. 
Ama ben çok ağladım, çok dua ettim. Çook üzüldüm onu yolcu ederken.
Gitmesini izlemek mi zordu. Kalamayacağını bilmek mi?.
Onun gitmesi gerekirdi. Onun ruhu burada mutlu değildi. 
O, ebedi mutluluğuna gitti.
Dün onun ölüm yıl dönümüydü.

Hala onu hatırlayan bir kardeşi var birde ben.
Mezarındaki otları yolan, çiçeği sulayan kardeşi,
Cemaatinden de bir kişi..

02.01.2000 yılında giden YANLIZ BİR ADAM'ın anısına.Huzurla uyu.Rahmetle uyu. 
diyerek son vermişim o günkü satırlarıma..

Ve; HATIRALARIN AYAK İZİ... -1- ile tanıştırmışım 04.01.2012 tarihinde sizleri..

...
......
.........

Böyle devam etmiş gitmiş, geçen yılın Ocak başı sohbetleri.. 
İşte öyle bir şey..


Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Birde kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Hani ıssız bir yoldan geçerken
Hani bir korku duyarda insan
Hani bir şarkı söyler içinden
İşte öyle bir şey

Hani eski bir resme bakarken
Hani yılları sayar da insan
Hani gözleri dolar ya birden
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey

Seni düşündüm dün akşam yine
Bir garip huzur doldu içime
Birde kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Hani yıldızlar yanıp sönerken
Hani bir yıldız düşer de insan
Hani bir telaş duyarda birden
İşte öyle bir şey

Hani yağmurlar yağar ya bazen
Hani gök gürler ya arkasından
Hani şimşekler çakar peşinden
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey..


Hani; eski bir resme bakarken, 
Hani yıllar nasıl geçmiş parmakla sayarken, 
Hani gözleri dolar ya insanın birden. İşte öyle bir şey.. 

Hani; sen ne zaman büyüdün de evli barklı oldun der ya insan bazen..
İşte öyle bir şey. 

Çok mutlu başladım bu yıla, işte hayat böyle bir şey..



Yılın son günü biraz üzülmüştüm, biraz sıkılmıştım, biraz yoğundum, biraz yorgun. Biraz telaşlıydım, biraz kafası karışık. Biraz geçmişle küs, biraz gelecekle barışık.. 

Biraz şöyleydim,
Biraz böyle.
İşte öyle bir şey..

Bir oturdum bin düşündüm, sonunda sıkıntılarımı kaldırıp çöpe attım. Küçücük kızıma sarıldım, büyücek kızımı yuvasına uğurladım..

Börekler yaptım, çörekler yaptım. Kâh misafir ağırladım, kâh mutluluğumu yazdım, 'Ocak' başı sohbetleri ile sıcak sıcak  paylaştım.

Çayımı içtim, kekleri yedim bitirdim. Ocak ayının dününde bugününde neler varmış gözden geçirdim, kendimce nacizane..

01 Ocak'da futbolun tescilli bir kuralı olmuş 'Penaltı' (1892 yılında İngiltere Ligindeki Stoke City-Notts maçında çıkan tartışmalar üzerine Penaltı kural kitabına girmiş).
Ayrıca 01 Ocak 1926'da Türkiye Uluslararası takvim ve saati kullanmaya başlamış..

02 Ocak'da Soyadı Kanunu yürürlüğe girmiş(1936).. İki Ocak, maalesef bizim de Haluk ağabeyimizin vefat ettiği gün(2000)

Edebiyat dünyasında, 03 Ocak'da J.R.R Tolkien doğmuş(1893), 04 Ocak'ta A.Camus ölmüş(1960).

05 Ocak'da Uludağ, ilk kez kayak yarışmalarına pist oldu(1939), beyaz Rolls Royce'lu prens; prensesi ile kavuştu(2013)..

06 Ocak'ta Metin Kaçan intihar etti(2013), Samuel Morse 'haydi artık telgraf direklerini dikin, sonunda  Morse Alfabesini icat ettim' dedi(1838).


Fotokritik.com




Telgrafın telleri semaya bakar,
Senin o ahu bakışın çok canlar yakar. (Duygusal Komedileri Seven Ahu'm kulakların çınlasın)

Efendiiim! nerede kalmıştık?. Hah tamam 07 Ocak'da takılmıştık.

Eee ne yapayım yani, yedi Ocak'da kim doğdu, kim öldü, kimin yüzüne şans güldü bir türlü hatırlayamadım gitti.

It's now never/Şimdi yada asla. Dinlerken, Elvis'in 08 Ocak 1935'de doğduğunu, 

09 Ocak'da Halide Edip Adıvar'ın (1964), aynı günün 1996 yılında ise Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı ve iki çalışanının silahlı bir saldırıda hayatlarını kaybettiklerini unutmayalım..

Bir doğdu, bir öldü oluyor ama ne yapayım hayat böyle; kimi doğuyor, kimi ölüyor. İşte öyle bir şey..

Birkaç gün atlayayım, gidip iki fikir adamının doğum gününü kutlayayım:

15 ocak 1902'de Şair-Yazar Nazım Hikmet Ran Selanik'de, 




Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret…
Ben hem kendimden bahseden şiirler yazmak istiyorum,
hem bir tek insana, hem milyonlara seslenen şiirler.
Hem bir tek elmadan, hem süpürülen topraktan, hem
zindandan dönen insan ruhundan, hem kitlelerin
daha güzel günler için savaşından, hem bir tek
insanın sevda kederlerinden bahseden şiirler yazmak
istiyorum, hem ölüm korkusundan, hem ölümden korkmamaktan
bahseden şiirler yazmak istiyorum.
-Nazım Hikmet-


1929'da Martin Luther King ise Atlanta Georgia'da doğdu..

16 Ocak'da Marmara Üniversitesi kuruldu(1883), 2013'de Türk Resmi Duayen Burhan Cahit Doğançay'ın ardından ağlamaktan yoruldu.

17 Ocak 1899'da tüm dünyanın çok sevdiği, tüm zamanların en ünlü, tüm kötülüklerin babası, atası Al Capone doğdu:)) 

Eee, hıı, Iııııı... 

Niye güldünüz?, basit bir dil sürtmesi Iııı sürçmesi sadece. Küçücük bir gaf yaptım olur böyle şeyler değil mi ama?. Sevmediniz mi yoksa?. Sevdiniz biliyorum. Ben 'gaf'ları sevdiren adam,   17 Ocak'da ayrıldım aranızdan(2013).

Benim için çok ağladınız, çok üzüldünüz, çok göz yaşı döktünüz, biliyorum. Beni her zaman sevgiyle anın, ama artık gidiyorum!:(


32.gün öksüz kaldı.
18 Ocak'da ne mi olmuş?. Tüm ayların, yılların, zamanların en büyük aşkının yakışıklı jönü doğmuş..Gelmiş benim başıma konmuş..


Goncam ve kolum..
Hayat Filmimizden..
Ha bu arada jön müsün?, talih kuşum mu halâ kararsızım, bilesin:))
  
Daha nice olaylar, ama benden bu kadar,

Demek istesem de, diyemiyorum; tüm diğer vefat edenleri rahmetle anmak istiyorum..

Pencereme kuş kondu, soğuktan elim ayağım dondu. Londra'ya kar yağdı, aklım gamzeli kızımda kaldı.

Bakanlar değişti, peki değişmeyip çakılanlara ne olacak ki?.

İşten geldim, yemeğimi yedim, Huzur Sokağını seyrettim..Yoğurdumu yaptım, birkaç kez de Tv'yi zapladım. Eğitim Gönüllüleri Vakfı bile  kuruldu(25 Ocak 1995), sabahtan beri yazmaktan parmaklarım acaip yoruldu.

Önümüzdeki günlerde neler olacak:

Daha Hatay bağımsızlığına kavuşacak (27.01.1937), Köy Enstitüleri kapanacak(27.01.1954). Dostoyevski (28.01.1881) ve Neyzen Tevfik (28.01.1953) temelli gidecek..

Takvimler 29 Ocağı gösterdiğinde,  şahane iki şey olacak: 

Önce Ata'mız Latife hanım ile evlenecek(1923) sonra benim güzeller güzeli küçük kızım, akıllı bıdığım, mühendisim civanım dünyaya gelecek(1988 sen çok yaşa, sağlıklı yaşa, mutlu yaşa kuzum).



Eee, sonunda pes ettim. Benden bu kadar. 

Son iki günü de yazmayayım, çünkü şimdi loğusayım:)
  

23 Ocak 2013

ALEMLERİN NURU, GÖZÜMÜZÜN, GÖNLÜMÜZÜN NURU EFENDİMİZ..




Bu gün bir gül doğdu, alemlere nur oldu, kalplerimize kuruldu.
Peygamber Efendimizin(s.a.s) doğumu, cehaletin, zulüm ve ahlaksızlığın, Allahcc inancının zayıfladığı bu dünyaya mübarek ve hayırlı bir başlangıç olmuştur.
Onun; Allahcc sevgisini, güzel ahlakını, adalet ve doğruluğunu her zaman kendimize örnek almalı, dualarımızda anmalıyız ki, günahlarımızdan arınalım, şefaatinden faydalanalım.

Cümlemizin Mevlit Kandili kutlu olsun.
Kalplerimiz iman ile, peygamber efendimizin(s.a.s.) aşkı ile dolsun. 




20 Ocak 2013

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -40



Puzzle'da boşluk var (üç).. -40


Netten.

Ama verdi..
Vermek zorunda bırakıldı..

Sütten kesti, bebesini gurbet ellere gönderdi..
Bir başkasının, bebesi olsun diye verdi..

Benim; o nerede, bu nerede, o kim, bu kim, burası neresi, şu önce miydi, bu sonra mıydı gibi sorularıma dört dörtlük sıralı cevaplar bulamadım..

Her şey aşağı yukarı şöyle gelişmiş, çok sonraları öğrendim:

** HER ŞEYİN BAŞLANGICI

Soğuk bir kış mevsiminde babamın büyük dayısı memlekette oturan kız kardeşini (yani babaannemi), yeğenlerini, akrabalarını ziyarete gelmiş. Annem bana hamile. Doğum çok yakın. 

Annemi gören büyük dayının ( bu arada annemler ile babaannemler kapıları birbirine bakan karşılıklı iki evde oturuyorlarmış. Yeme, içme ve kazançları ortak olacak şekilde)  gözleri dolmuş, benim hiç çocuğum olmadı diye. 

Anası doğum esnasında ölmüş bir bebeyi, süt anasına emanet vermişler demiş babaanneme. Sende biliyorsun ya. O günler geldi aklıma yine. Sütten kesildiğinde, bebeğin babası: 

*bende çocuk çok isteyen biri olsa da bebeği versek diyerek etrafa haber salmış.

Bunu duyan ahbaplar haber verdi. Gittik aldık Burdur'dan. Baktık, besledik büyüttük. Evlat oldu bize. Şimdi epeyce büyüdü Behire. Bizde gün gün yaşlanıyoruz. Yarın bir gün evlenir gider. Yaşlılık günlerimizde kim açacak kapımızı. Bir çocuk daha büyütebileydik ya..

Babaannem: 

*ağam, üzme sen kendini, benim Saadet gelin yine yüklü. Ben daha öncekini de (amcamın ortanca oğlunu da vermek istemiş) sana   vermek istedim veremedim, olmadı, ayrılmadı anasından.. Bu kez doğum olur olmaz en kısa zamanda veriveririz bebeyi sana. Bunu da sen büyütürsün. Hem halis kendi kanın, kendi soyun. Ne olacak burada köy yerinde büyüyecek de. Gelinin var daha 3-5 çocuğu nasılsa..Kız olursa yingemin adını koyarım sevsin, benimsesin diye, erkek olursa ağam sen koy adını. 

Kanından bir canın olsun. Sizi ana bilsin, baba bilsin.          
Büyük dayı, yani babam. İlk baba diye bildiğim, sonradan ikinci babam olduğunu öğrendiğim canım babam.. 

*Olmaz demiş büyük dayı. Çok iyi olurdu ama olmaz. Daha öncekinde de dediydim sana gelinin rızası olmadan, kendi isteği ile gönlü ile vermeden asla olmaz, almam. İstediği her zaman gelirler görürler ama, yine de rızası şart.

Ben konuşurum demiş babaannem. Niye olmayacakmış. Sütten kesilince ben sana haber salarım ağam, gelir alırsın yada bizden biri getirir.

Bu hikaye böyle başlamış.
Anam beni doğurmuş..
Babaannem evlerin kralı. Emrinin üstüne söz olmaz. Anneme: 
*Gelin bebeyi çabuk palazlandır, ağama virecem demiş. Yingemin adını koydum, ağama virecem..

Annem, önce adıma karşı koymuş. Tabii ki sadece kendi kendine. Anamın içinden geçen başka, konan isim ve nüfusa yazdırılan isim başka..

Sonra başlamış emzirmeye. Her ağladıkça dayamış göğsünü ağzıma. İstemiş ki emme bağımlısı olayım. İstemiş ki taa kocaman olana kadar emeyim. Ne kadar büyük olursam, o kadar bağlanırım ona. Ne kadar büyük olursam alamazlar beni ondan. Ben gitmek istemem. Kendi karşı koyamasa da, bebesi karşı koyar cadı kaynanaya.

Ne zaman sorsa kaynanası, emiyo daha demiş. Kesilmiyor bir türlü. Hiç bir şey yemiyor, emiyor.

Arada çok şiddetli hastalık geçirmişim. Şimdinin havalesi, o zamanların çok fena 'Alavlanması'.. Aşırı ateşten günlerce kendimden geçmişim. O günlerden kalan iz bir  gözümdeki 'Şehla'lık.

Büyük dayı ve diğer kızını ilk kez gördüğümde, hem beni almaya hemde akrabalardan birinin düğününe gelmişler. Annem nerede, Melih nerede, burası neresi, kimin evi diye kendime sorduğum sorular aslında yanlış zaman dilimi. Hafızada kalmış zamansız anılar. İlk anılarım. Başka anlarla eklemeye çalıştığım, lakin hiçbir yere tam oturtamadığım ilk anılarım..

Bu ilk anının görüntüleri ile daha sonraki anıların kelimelerini yapıştırmışım birbirine. Hiç kimse bu ilk anıda:
*Ah guzum, alıştı mı dayı dememiş aslında. Dedim ya, anlık görüntülere, sesler montajlamış hafızam..

Bu ilk karşılaşmada beni alıp götürmemiş büyük dayım. Sonradan babam olan dayım. Kıyamamış. Gelinde emziriyor zaten..

Aradan aylar geçmiş. Belkide yıl. Bu arada babaannem kalp krizi geçirmiş. Tulumbanın başına yığılmış kalmış..Benim başı örtülü yaşlı bir kadın, kehribar gözlü, hazel gözlü diye hatırladığım o cevval yaşlı kadın, bana ağamın kuzusu diyen kadın tulumbanın başına yığılmış kalmış..

İçeriye taşımışlar onu. Kısa bir süre yatmış. Ölmeden öncede vasiyetini diyecek kadar:
*bebeyi sütten kesin, ağama verin..

Babaannemin cenazesi için gelen büyük dayı hiç bir şey demeden dönmüş İzmir'e. Bakmış gelin hala emziriyor. Kıyamamış. Hiçbir şey dememiş. Bu iş kaldı galiba diyerek dönmüş gitmiş evine..  

Üç beş ay sonra ise babam, anamın vasiyeti var demiş. Anamın vasiyetini yerine getireceğim. Beni sütten kestirmiş. 

Benim anam, bana örtülü teyze olmuş, kendisi şapkalı amca..

Koca dayıya haber salmış:
*Dayı, çocuğu sütten kestik, Mukaddes abla ile gönderiyorum.

Önce Allahcc'a, sonra sana emanet..


Netten..
        
Sahip olduğum birkaç resimden .. 




Not: Yan Sütunda 'Yüreriğimin Sayfaları'ında 1. bölümden itibaren HATIRALARIN AYAK İZİ yer almaktadır.

17 Ocak 2013

GAFLARI SEVDİREN ADAM ÖLDÜ.../ mü?.. MAALESEF EVET:(






Mehmet Ali BİRAND vefat etti...

Gafları sevdiren adam..
Tüm sevenlerine baş sağlığı dilerim..

Yazmıştım, bir çok gazete ve televizyonun son dakika flaş haberlerine dayanarak..

Oğlu Umur, iki dakika önce hayır babam ölmedi, halen yoğun bakımda hepiniz dua edin dedi..

Umarım ölmemiştir, 
Umarım iyileşir..
Umarım daha uzun yıllar, dil sürçmeleri ile gafları ile bizleri gülümsetir..

Desem de..
Olmadı maalesef:(

Güler yüzlü, güldüren sözlü bu usta öldü.. En son hazırladığı Belgeseli tanıtırken, bir zamanlar bizden farklı düşünenleri hiç anlamamışız, onlara karşı duyarsız kalmışız, umursamaz kalmışız ben dahil diyebilecek kadar öz eleştiriye açık, babacan, sevimli, hassas, hayatı seven usta..

Başta ailesi, 
Cemre'si, 
Umur'u, 
Minik torunu ve
Tüm sevenleri yasta..
Huzur içinde uyusun. Nur içinde...
Allahcc rahmet eylesin..

15 Ocak 2013

ISPANAK, BENİ BENİMLE BIRAK..



YOĞURTLU ISPANAK PÜRESİ..



Kolay, çok kolay bir salata, meze. Yada nasıl adlandırırsanız..

Tarif bile denemez. O kadar basit ki..

Arzu ettiğimiz kadar ayıklanmış ve yıkanmış ıspanağın sap ve yaprak kısımlarını ayıralım. Bol tuzlu suda önce sap kısımlarını yumuşayıncaya kadar haşlayalım. Daha sonra yapraklarını da ekleyip, 5-10 dakika daha  haşlamaya devam edelim.

Haşlama işlemi bitince iyice süzülmesini sağlayalım.

Bıçak yardımı ile kıyalım ve alabildiği kadar süzme yoğurt, 1 kaşık mayonez, tuz, karabiber ve birkaç damla zeytin yağı ile tatlandıralım.

Sonra yemeye doyamayalım..

Afiyet olsun hepinize.:)) 



Not: Ne zaman ıspanak yıkasam aklıma gelir, paylaşmadan edemeyeceğim:)
Bir gün ıspanak yıkıyorum. Kaç su yıkadı isem, kayınvalidem arkamdan eşime fısıldıyor:
*birde tabanca sık bari. Daha kolay ölsün.:)))

11 Ocak 2013

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -39



Puzzle'da boşluklar var (iki).. -39


Lake District fotoğrafları-Dripta ROY

Burada hayata dair bir eksik var.
Mesela kuşlar eksik, kanat çırpışlar da.

İnsanlar eksik, vücut ısısı da.
Yürek çarpıntısı da..

Aşk eksik. Aşıklar ve onları yaşatan duygular da..

Hatıralarımda ki eksikler gibi. Puzzle'daki boşluklar gibi..

Sonradan hatırladığım birçok anıyı yerine yerleştirmekte zorlanıyorum. Hatırladığım şeylerin sırasını da belki şaşırıyorum..

Zira ablam evlendi, doğum yaptı, eniştemden ayrıldı bile. 
Örtülü teyze ile şapkalı amcanın, bir sabah bize yaptıkları ziyaret ile çok mutlu oldum. Onlar gitti buruldum..
Kartpostaldan kule yapmayı öğrendim, hatta bir akşam vakti çocukça bir saflıkla ablam ile annemi, babama şikayet ettim.

Tüm bunları düzenli hatırladığımı düşünürken, ayak izlerini dikkatle takip ettiğimi zannederken, bazen sırasını şaşırmış bir anı karşıma dikiliveriyor. 

Şimdi ben bu anıyı nereye yerleştireceğim, bu hangi zamanda olmuştu nasıl bileceğim?..

Sorular, sorular..Tam yerine uymayan onlarca cevaplar..
**

Bir görüntü. Ablamın üzerinde kahverengi, jarse bir pantolon. Hiç beğenmedim. Gömleğinin rengini ise  hatırlamıyorum. Sadece krem rengi motif motif örülmüş bir yelek kalmış hafızamda.. Kaküllerini yandan ayırmış. Hava soğuk. Bir çorba içiyoruz. Çok acı. Ama güzel..Yanında hamur var. Sokak bizim sokağımız değil. Şehir; bizim şehir hiç değil.

Burası neresi..Çok kalabalık. Konuşma tarzları farklı bir yığın insan. Gelen geçen kafamı okşuyor. Annem yok burada. Annem neden yok?, Melih neden yok?. Ne zaman geldik. Ne zaman gideceğiz. 

Niye, neden, nasıl?. Muamma bin tane durum. Daha garibi ne oldu da ben burayı hatırlıyorum şimdi..Burada unutamayacağım bir şey olmuş ki, hafızamda soğuk kış gününün buğusu yüzmekte.. 


   
*Ah guzumm.

Herkes bana ah guzum diyor.

*Alıştı mı dayı?. 

Neye alışacağım yahu?. Ah guzumm ne?. demek..

Ablamlar düğüne gideceklermiş. Bu kaldığımız evde çok çocuk var. Biri çok yaramaz. Benden büyük. Adı Yaşar..Öfff:( bende gitmek istiyorum düğüne götürmüyorlar..

Başka bir yerde, yine başka bir evdeyiz.. Ne ara geldik bu eve. Burada örtülü bir teyze var. Çok sevdim. Oda beni sevdi. Bir yığın çocuk da burada var. Nereye gitsem çocuk kaynıyor.. Bu teyze bana sarılıp sarılıp ağlıyor. Karşı evin kapısından girince sol tarafta bir tulumba. Her yerde toz var, çamur var, çakıl taşları var. Kavak ağaçları uzanıyor tulumbanın etrafında. Kel kalmış, çoğu yapraklarını dökmüş. Tek tük dökülmeyen yaprağı ise nazlı nazlı sallanıyor.. Dallarına sıkı sıkı sarılıyorlar..

Benim şimdi hayata sarılmaya çalıştığım gibi..

Örtülü teyzenin evi ile bu ev arasında sürekli bir gidip gelme var.



Bu evde de bir örtülü teyze var. O benim sevdiğim teyzeden daha yaşlı. Başımı okşadı..Tulumbanın yanındaki duvarda bir seki var. 
*Şeker ister misin, ağamın kuzusu dedi.
İsterim tabii. Sekiye uzandı teneke bir kutu aldı. Bir tanesi pembe-beyaz çizgileri olan halkalı şeker ile içi cam gibi saydam sarı akide şeker çıkardı..






Bana şekerleri uzattı. Yüzüme baktı..Kehribar gözlüydü. Yada hazel..
*Seni ağama virecem...

Ve düştü.
Tulumbanın başına yığıldı..
Öldü.
Galiba öldü..

Başka hiçbir şey hatırlamıyorum. Kim bu kadın..

Hayır, hayır bak şimdi hatırladım. O kadın babaannem.

Kalabalık..
Örtülü teyze bana sarıldı. Ağlıyor. Ağlıyor. Ağlıyor..

*Virmemmm. Kimselere virmemm. Hem onu öldürürüm, hem kendimi. Bebemi virmem. Emiyo daha zaten..Virmemm.




Örtülü teyze ağlıyor. Koyun gibi kokuyor..

Bebesi emiyo. Kimseye vermezzz.

O; anaç bir koyun her halde, bebesi emen bir kuzu..




  

09 Ocak 2013

HAMDIM, PİŞTİM, YENDİM bittim:)


DOĞUMUNDAN ÖLÜMÜNE KADAR BİR SEBZELİ LAZANYA   öyküsü:)).










Lazanyanın yapılış öyküsü kısaca:

Lazanyayı ben az haşlıyorum. Gerek yok diyorlar ama, haşlıyorum işte..

İçine cips inceliğinde doğranmış kabak ve havuç, ince doğranmış mantar, kırmızı biber, yeşil biber, ıspanak yaprağı, yarım ay dilimli soğan, domates, bir kaç diş sarımsak, çok az tuz, karabiber, pul biberden oluşan sebzeleri, az beyaz ve kaşar peyniri karışımını, birde muskat rendelemeyi ihmal etmediğiniz beşamel sosu kat kat döşeyelim.

190 derece fırında ilk 30 dakikadan sonra en üstüne kaşar peyniri serpip bir 30 dakika daha pişirelim.

Sonuç afiyetle yemekte...

Not: Bu kadar güzel bir lazanya niye cam tabakta servis ediliyor diyebilirsiniz:) ve haklısınız. Kral sofralarına layık tadı ile bohemya porselenlerinin içinde servis yapılmayı hak ediyor bu lazanya. Ama kocam cam tabak seviyor, ben napayım:((

Haydi!! hemen mutfağa, Lazanya yapmaya...   

02 Ocak 2013

ÜZGÜNÜM :((




Üzgünüm..
Bazılarınızı bir buçuk haftadır okuyamadım. Güzelim yazılarınızı, hikayelerinizi, şiirlerinizi, lezzetli tariflerinizi, yüreğinizden satırlarınıza aksettirdiklerinizi okuyamadım.

Üzgünüm,
Yorumlarınızı cevaplayamadım, yeni yayın paylaşamadım..

Üzgünüm; hatırların ayak izlerinin anlatılmasında bile mesafe uzadıkça uzadı.. İzleri takip etmek biliyorum azıcık zorlaştı:(

Yeni yılınızı bile tam kutlayamadım, üzgünüm. Hepinize mutlu, sağlıklı, huzur ve hayır dolu, bereketli bir yıl dilemekte geciktim..

Üzgünüm..

Bazen günlük hayatın akışı o kadar şiddetli ve seri olur ki, kendinize ayırabileceğiniz zaman, hatta an kalmaz elinizde..

Bir haftalık daha ayrılığa ihtiyacım var..
Bir süre daha özleyeceğim hepinizi..
Belki döndüğümde (inşallah, hayırlısı ile) yine çok sık yazamayacağım, çok seri okuyamayacağım, yorumlayamayacağım ancak aranızda olacağım..

Dualarım, sevgilerim, özlemlerimle hepinize güzel zamanlar diliyorum..

Ve bir hafta daha izin istiyorum:)



Bu günlükte benden bu kadar, beni özleyin anacım bayyyy... Olacak O Kadar Televizyonu-Spikeriniz Nebalet:))