30 Mart 2012

YIL 1453'den EPEY SONRA..




Yıl 1453'den epey sonra.

Fatih Sultan Mehmet Han'ın; İstanbul'un fethi süresince, askeri anlamda büyük katkı sağlayan, hem kayınpederi hemde eniştesi olan Zağnos Paşayı çok göresi gelmiş. Fatih'in askeri eğitim hocasıymış paşa aynı zamanda.

Zağnos Paşa camii ve türbesi-Balıkesir

Zağnos Paşa (isminin anlamı şahin) , fetih tamamlandıktan sonra Balıkesir'e yerleşmiş, iki kez tahttan indirildiği dönemlerde, Fatih'in yanından hiç ayrılmamış, birbirlerine Zağnos ve Mehmet diye hitap edebilecek kadar da yakın olmuşlar.


    

İşte böyle, özlem sarıp sarmalayınca Fatih'i, atına atlamış:
-Gidiyoruz! demiş mahiyetine. Hocama gidiyoruz.

Dere tepe düz gitmişler, Balıkesir'e çok yaklaşmışlar. Hava çok sıcak, atlar terlemiş, vakitte cuma vakti. Pazar yeri kurulu yolun üzerinde. Köylüler sebze, kumaş vs. kimileri ise mallarını (büyükbaş hayvanlar) satmakta. Kalabalıktan Sultanın kendisi de, askerleri de yavaşlamak zorunda kalırlar..

-burda duralım der, Fatih Sultan Mehmet,
cuma namazımızı burda kılalım, askerimizle soluklanalım, halkımızla konuşalım. 

Fatih'in kendisi de terlemiştir, susamıştır. Bakmış kadınlar peynir, yoğurt, buzlu ayran satıyorlar. 



-bacım! diye seslenmiş. Ver hele oradan buz gibi bir ayran.
-başım üstüne yiğidim der! kadın. Doldurur kupaya buz gibi ayran içine de atar 3 çöp saman (bir rivayete görede saman çöpü değil buğday tanesi atmış)

Fatih başlar içmeye, ağzına saman çöpü gelince  çok kızar.
-Bre hain kadın, sana bacım dedim, bacım olarak bir tas ayran istedim. Bilmezmisin ben Sultanım, sultanınım, padişahınım. Bu ne cürret saman atmışsın ayranıma!. Neden yaptın bunu?.

-Bilirim yiğidim, sultansın, padişahsın, der kadın. Ersin, yiğitsin, terlisin. Buz gibi ayranı dikersen kafana, içersin bir çırpıda, hastalanır yataklara düşersin. Yazık değilmi sana.
İstedim ki, saman çöpü seni duraklatsın, yudum yudum içesin ayranını. Bu arada hem terin soğur hemde yavaş yavaş serinler hasta olmazsın.

Bunu duyan Sultan Mehmet çok duygulanır, anlamadan dinlemeden kızdığı içinde utanır.
-adın ne senin bacım, der.
-Ayşe, Sultanım..

Sultan II.Mehmet pazar yerindeki halka döner:
-duyduk duymadık demeyin, bundan böyle buranın adı 'Ayşe Bacı'.
Buraya bir köy kurula. Her kim gelende, bura Ayşe Bacı Köyü biline, adı da hep böyle anıla.


ben olsaydım: adına köy kurulan değil, fatih'e ayran sunan..



Bu gün; bu yiğidin, bir çağ açıp bir çağ kapatan, kendisini yetiştiren hocalarına bağlı ve saygılı, halkını seven, koruyan, kollayan Fatih Sultan II. Mehmet'in doğum günü.

Fatih, bugün 580 yaşında. 1432 yılında 30 martta doğan Sultan II.Mehmet'in bugün 580. doğum yıldönümü.

Fatih Sultan II. Mehmet Han'ın doğum günü bugün..

Saygıyla, sevgiyle, rahmetle andığımız:
komutanlar komutanı, yiğit Mehmet'in..



Köy girişine bu hikayeyi resm edecek, rölyefe işleyecek çalışma yapılmasını istedim bir zamanlar..
Heykeltraş Sn.Cengiz Kaya rölyefin eskizlerini çizdi. Ancak malzeme ve oturtulacağı duvar için maddi destek bulamadığımızdan kaldı. Umarım böyle tarihi hikayelerimizi yaşatacak fikir ve icraatlar hayata geçirilebilir, projede kalmaz. 


28 Mart 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -14


Benim kokumla ana ol.. -14

Karşıyaka'da akşam olmuş.

Akşam oldu Karşıyaka'da. Babam geldi. Yemekler yendi bitti. Hanımlar bulaşık yıkamakla meşgul, beyler radyo başında akşam ajansını (akşam haberleri) dinliyor. Nermin ve Nesrin apartmanın önüne indiler. Sokaklarındaki çocuklar hep dışarda. Ben balkondan seyrediyorum çocukları, Karşıyaka'daki o sokağı.
Dedim ya bu gün güzel geçecek diye. Gün güzel geçti. Annem benimle hiç ilgilenmedi, buda benim işime geldi. Peynir hiç kokmuyordu. Demek ki neymiş?: peynir pişince kompartıman gibi kokmazmış. Artık peyniri hep pişirip yiyeceğim. Kek çok tatlı ve güzeldi. İçinde üzümler vardı. Hele ki; Gülseren abla, kayınvalidesinin ev hediyesi 'kek tenceresinde' pişirirse keki, kabarırda kabarırmış. Tadına da böyle doyulmazmış.

pencereli tencere:)

Aaa tencerede pencere var. Pencereli tencere:))

Komşular ne zaman gitti, babamlar ne zaman geldi, akşam yemeğinde neler yendi hatırlamıyorum.

Gülseren abla anneme anlatıyordu:
-Ah ciciannem ne zor oldu taşınma yerleşme. Birde arka odayı ikiye böldük, bir parçasına oğlanlardan biri için yatak ve küçük bir şifonyer koyduk. Odanın diğer yarısında ise dayı bey kalacakmış. Ah cicianne ah, bir Tuna'nın evine bak birde benimkine. Dayı bey de bizde. Her akşam elinde bir yığın kutu ile geliyor. Çöp mü getiriyor, meymi (içki) bilmiyorum. Herkes bana yükleniyor. Benim adam ne hanımanneme(kayınvalidesi Şadiye hanım) nede diğerlerine karşı beni koruyor. Olsun, şükür hiç olmazsa kızlar daha iyi okulda okuyacaklar....

Bıdır bıdır habire konuşuyorlar, dertleşiyorlar. 

Eee cicianne gündüz konuşamadık sen naptın, alıştın mı Behire'nin yokluğuna. Çitlenbik üzüyor mu seni.....

Benden konuşuyorlar. Gözüm sokakta oynayan çocuklarda, ben mutfak balkonunda, kulağım ise mutfaktaki dedikodularda. Anlayabildiğim kadarıyla tabii.

Annem ve ben.
  
 Aman Gülseren'ciğim sorma. Alışamadım Behire'nin yokluğuna. Gözlerim arıyor onu. Sesini, nefesini, kokusunu özledim. Yaşına basmamıştı süt anasından geldiğinde. Onu sanki ben doğurmuştum. Benim kokumla büyüdü o, onun kokusuyla da anne oldum ben.

Nasıl alışırım yokluğuna, çok zormuş kız evlendirmek, çok zoor. Geçen gün evi temizlerken bir fanilası kalmış, buldum. Kokusu vardı daha üstünde kızımın. Kokladım, ağladım. Kokladım, ağladım. 

Buna mı, ne bileyim pek alışamadım. Sidikli, inat, çirkin bişey. Ama çok akıllı, cin gibi, dikkatli, kim ne söylüyor diye kulağı açık. Cicibaban pek seviyor. Benim kanımdan, benim canımdan bu diyor. Yeğenimin kuzusu diye seviyor, kucağından indirmiyor.

Buna mı- diye isim mi olur. O kim ki?.

Bak oda sidikli, inat ve çirkinmiş. Annem; çok tuvalete girmiyorum, bazen de geceleri altımı ıslatıyorum diye çok kızıyor, çok dövüyor ama napayım çok korkuyorum. Kocaman fareler var. Tuvalette yürüyorlar. Sıçan ısıracağına altımı, annem vursun, dövsün daha iyi.

Buna mı- kim ki?. Ben değilim herhalde. Benim ismim var.

Artık çocuklar içeri giriyor. Nermin'le Nesrin'de girdi içeri. Biz de birazdan kalkacakmışız. Son vapura kalıp da telaşlanmayalım diyor babam. Azıcık uykum geldi. Ama bu gün güzel geçti. Yine vapura bineceğim. Canım babam beni cam kenarına oturtur. Yine denizi seyredeceğim.  Martıları göreceğim.

Herkesle vedalaştık, babam elimi tuttu, annemde babamın diğer yanında, yola koyulduk. Daha sokağı kıvrılır kıvrılmaz gördüm kapkara denizi. Deniz kapkara,üstünde kımıldayan ışıklar ise parlak..

Gökyüzü siyah ama ay parlak, yıldızlar parlak, deniz siyah ama üstündeki ışıklar parlak mı parlak.

İskeleye vardık. Çok uykum geldi, uyumayacağım ama denizi seyredeceğim. Babam biletleri aldı. Vapur yanaştı. Çok kalabalık değil. Bindik hemen lakin bekleyeceğiz vapurun kalkma saatini.

Cam kenarı benim, cam kenarı benim. Cam kenarına beni oturttu babam. Dışarıyı seyret, bak şu binanın üstüne ne var dedi.. Baktım, iskelenin karşısındaki sokağa, sabah çok kalabalıktı Karşıyaka Çarşı Caddesi, şimdi çok tenha. İki yanında kocaman binalar var. Bir binanın tepesinde ise ışıkları yanıp sönen bir tabela;

Soldaki binanın tepesindeki tabelayı gösterdi babam. Akşam ışıklanan tabelayı. Leyleğin yuvası..

önce kırmızı ışıklardan halkalar, halkalardan da bir gül oluşuyor. Sonra birden bire gül sizin üstünüze fırlatılıyormuş gibi, paramparça oluyor,

bana bir gül fırlat, sevginden, hasretinden, binaların tepesindeki leyleklerden...

sonra yeşil ışıklar yanıyor, bir ev paketi, bir de leylek oluşuyor. Leyleğin kanatları yanıp yanıp sönüyor. Ağzındaki paketi koyuyor sonra kayboluyor. Yazılar yazılıyor, siliniyor. Tekrar gül fırlıyor, tekrar leylek kanat çırpıyor, yazılar yazılıyor, yazgılar çiziliyor..


   
Leylek, leylek. Güzel leylek. Bankanın leyleği. Işıkların leyleği. 
-leylek ne yapıyor, dedim babama,
-evlerin bacasına senin gibi tatlı kızları bırakıyor..dedi.
Hııı.

Vapurun adı can simitlerinde yazıyordu,
-vapurun adı ne dedim.
-Dokuz Eylül.. dedi babam. 
Dokuz Eylül, nasıl yazılır öğrendim. Şimdi üç vapur adı biliyorum: Alaybey, Bergama, Dokuz Eylül.

Vapur kalktı sakince. Denizde dalga yok. Ay parlak, yıldızlar parlak, yakamozlar parlak. Işıkların adı yakamozmuş, yakamozlar parlak ve oynak.

Parlak ve oynak yakamozlar.

Ay ışığında deniz siyah, köpükler ışıklı beyaz. Ay mı güzel, gecemi bilemedim. Ay ışığındaki geceyi pek sevdim..Gecenin yakışanı ay, denizin yakışanı beyaz köpükler..

Gündüz köpükten dilek tutmaca oynayamadım. Şimdi oynayacağım kendi kendime. Nasıl oynandığını sonra anlatırım, şimdi uykum geldi.

Köpük dileğimi duydun mu?, Sadece sen duy. İşte ilk dileğim birde çok uykum geldi benim..

İşte ilk dileğim:
Leylek, yeşil ışıklı leylek, ya benimle babamı başka evin bacasına bırak,
ya da süt anneden önce ben geleyim, annem benim kokumla anne olsun...

27 Mart 2012

29'un UĞURU.. (Siz hala çok çok küçüğümsünüz).

Kraliçem..


Kış güneşini; o doğduğu gün hissettim. Buz gibi soğuk havada, insanın içini ısıtan güneşi.

Rüzgarın, yağmurun, bulutun ve soğuğun; serin ve derin yüreğimdeki hakimiyetine son veren, sıcacık bir kış güneşiydin sen.

Yılın son ayında bana hediyesin (29 Aralık)..

Gün ağarırken, sabah güneşi doğarken, seni ilk gördüğüm anda; kucağıma aldığımda, kokunu içime çektiğimde ve gül yanağını öptüğümde CENNETİ hissetim yüreğimde.

Yokluğu da, yoksunluğu da, sevgisizliği de unuttum kollarımdaki küçücük bedeninle. Sabah güneşim, herşeyim.

Anne olmuştum. Anne olmuştum. Aman yarabim ben anne olmuştum. Anne gibi anne olacak, yavrumu koruyacak, çok sevecek, uğrunda ölecektim.

Doğanın en güzel kokusunun adını verdim sana. Burcu burcu kok diye; dünyama, yuvama.

İzmir'e götürmüştüm seni. Küçücüktün küçüğüm. Konak'da Kemeraltı'nın çıkışındaki köprünün üstünde denizi görünce bağırmaya başladın: Neniz, neniz, neniiz. Daha önce hiç görmediğin, hiç bilmediğin denize seslendin, Neniz.

Bir bütün gün ağladın ben işteyken. Tak tak boncuk istiyorum diye. Kimse çözemedi ne istediğini. Sen 'tak tak boncuk' istiyordun, onlar başka şey veriyordu. Annen ne istediğini anladı, hemen verdi 'tak tak boncuk' larını (kabuklu fındık).

Kreşe gittin, kocaman kampüslü bir yerde. Yolda uğur böceklerini toplayıp kibrit kutularıyla eve getirdin, kavanozlara koydun. Çimenleri koparıp uğur böceklerini besledin. Çamlık, ormanlık kreş yolunda, rastladın uykucu bir kaplumbağaya. O da geldi bizim eve, uğurböceklerinin yanındaki başköşeye:)


Deden bir kuzu verdi sana, bir gece usulca almışsın yatağına. Sarıp sarmalamışsınız birbirinizi, sabah uyur buldum ikinizi..



Bu yaşına kadar en çok hayvanları sevdin; uğurböceği, kaplumbağa ve kuzudan sonra sırasıyla; civciv, tavuk, keçi yavrusu, tavşan, kuş, su kaplumbağası, balık, kedi, köpek  gibi hayvanlara hayatında yer verdin. İki ayaklı sürüngenler de dahil..

Büyüdün, üniversiteyi bitirince işe girdin, arabanı aldın, evlendin, değmeyenlere değer verdin. Güzeldin, akıllıydın, merhametliydin. Hayat boyu herkesi, herşeyi sevdin.



Okyanusların ötesinden annem, babam, kardeşim, köpeğim, canım evim diye seslendin.




Gündüzüm sizinle, gecem sizinle, mutsuzken bile mutluyum sizi düşününce dedin.


Güler yüzlüm, gül yüzlüm. Sabah güneşim.
 Karabiberim, badem şekerim,seni ben canımdan çok severim.. (baban ve kardeşinde çok seviyor seni büyük kuzum).



Pamuk Prensesim


Yarabbim!. Şükürler olsun sana. Ay yüzlü bir kız daha verdin bana.

Bir kış güneşi daha. Yılın ilk ayının 29'unda. 29 Ocağın öğlen sıcağında..hoşgeldin dünyaya, hoş geldin dünyamıza.

Bir kez daha çok gururluyum. Bir kez daha  çok mutluyum.

Kaymağım, minik kuzum, pamuk prensesim. İstedim ki adın zarif olsun, saygıdeğer olsun, prenses olsun, Begüm olsun..

Çok narin bir bünyen vardı. Kelebek yanında kanat çırpsa üşür hasta olurdun. Az yer, çok yemek seçerdin.

İlk çizdiğin resim: bir çöpten adam resmi.(nerdeyse iki yaşındasın ve 3-5 aydır tam cümle konuşuyorsun.)
Adamın kulağının birini boyamayı unutmuşsun dedim: 'Hayıy dedin. Untmadım. O kulağı savır, savır (sağır) '.

Bir cumartesi günü ben mesaiye gitmiştim. Sen uyanmış yatağından kalkmışsın, evden ve apartman kapısından nasıl çıktığına hala akıl erdiremiyorum ama ana caddenin ortasına oturmuş karıncaların kolunda, bacağında yürüyüşünü seyrederken görmüş komşumuz seni.  Allahcc tarafından sen caddede oturduğun süre, o işlek yoldan bir tek araç bile geçmemiş.

Apartmanın önünde oynarken bağırırdın:
-anne bu gün ye pişirdin. Tembih ettim sana;
-ayıp sorma oradan başka çocukların canı ister..dedim.
-tamam dedin.. çıktın sokağa, ablanın yanına. Bir süre sonra başladın tekrar bağırmaya:
-anne, anne kaynıyayık ile pilav yaptığını buydan sormayayım mı :) 

Dört yaşında okudun-yazdın(annen gibi) . Ablan kadar olmasada sende kedileri, köpekleri, tavşanları, kuşları sevdin.

Beş-altı yaşlarındayken bir çocuğumuz daha mı olsa ki diye konuşuyorduk babanla, ablana döndün:
-abla,abla ben başka çocuk istemiyorum, 'Miras bölünmesin' dedin.

Bütün sınıfları başarı ile geçtin. İlköğretimde okurken kendi yaşıtlarına ve lise öğrencilerine matematik dersi verdin.


Ben mühendis olacağım dedin. Mühendis oldun.  Kendi alanındakiler arasında, en yüksek puan (96) ile işe girdin.

Çok resim çektirmezsin.  Bize benzemezsin.
Prensiplerinden taviz vermezsin. 



Ojen Newyork'tan, saç tokan ve parfümün Paris'den. Avrupa'yı gezdin dolaştın, 
İspanya'daki domates festivalinde kaldı aklın.
     
Ay yüzlüm, mühendisim civanım, sana ben hayranım.
Pamuk prensesim, kaymağım, akıllı bıdığım,seni ben canımdan çok severim.. (baban ve ablanda çok seviyor seni küçük kuzum).


29 Aralık'da Burcu Burcu kokdun bana,
29 Ocak'da Prenses Begüm hoş geldi dünyamıza.

23 Mart 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER.. -13

Kaloriferli ev.. -13

Karşıyaka çarşı girişi.
Hurra, cümbür cemaat çıktık Karşıyaka vapur iskelesinden, Sahil caddesinin ortasına.
Tam karşımızdaki sokak bizim Konak'daki Kemeraltı Caddesine benziyor. Kalabalık bakımından. Annem yanındaki komşulara:
-Bundan sonra bir ayağımız Karşıyaka'da diyor. Behire burada, Gülseren burada, ahretliğim Zekiye burada, Şadiye burada..
Karşıyaka'yı sevdim dedim de neyini sevdim ki?. Neresini gördümde sevdim?. Ben galiba Karşıyaka'ya gelmek üzere yapılan bu vapur yolculuğunu sevdim, Karşıyaka'nın vapurdan görünen o güzel sahil yolunu sevdim.  

Karşıyaka sahil yolu.

Caddeye çıktık. İskeleyi arkamıza aldığımızda sol tarafımızda kalan apartmanlar; beyaz mermer girişlerinin kenarlarındaki demirlere sarılmış begonvilleri, yasemen ve sarmaşık gülleri ile çok şık görünüyorlardı. Biz sağ tarafa yöneldik.
Sağımı-solumu öğrendim. Nasılmı?: sağ omzumda iyilik melekleri olurmuş, yaramazlık yapmazsam defterlerine bu çocuk iyi diye yazarlarmış. Sol omzumdakiler kötülük melekleri. Bunlarda yaptığım yaramazlıkları yazıyorlarmış. Bu çocuk kötü, bunu cezalandıralım, cehennemde yansın.
Sol tarafımı sevmiyorum. Sol omzumu, sol gözümü, sol elimi..


İskelenin sağ tarafı.
Evet sağ taraftan, deniz kenarından yürüyoruz. Herkes çocuğunun elini tuttu. Denize düşmesinler, caddeye çıkmasınlar diye. Havanım teyze bile Nerminin elini tutuyor. Benim elimi tutan yok. Ama çok usluyum. Denize düşmüyorum, caddeye çıkmıyorum, yaramazlık yapmıyorum. Annemin yanıbaşında uslu uslu yürüyorum. Melekler bugün bana iyi çocuk diyecekler. 
En uçta caddenin kıvrımında denize doğru uzanmış boş bir alan var. O alanın karşısında tam köşede ise kocaman bir apartman. Annem apartmanı göstererek:
- Şu büyük apartmanda oturuyor Vecdi'ler. Onun köşesinde solda ki sokağa döneceğiz. Birkaç bina sonrada Gülseren'in evi.
Vecdi bey, eşi Tuna hanım, çocukları Derya ile Fahri, Vecdi beyin annesi Şadiye hanım teyze bu apartmandaki evlerinde yaşıyorlar. Nermin ve Nesrin bu apartmanın yanındaki ağacın dibinden sola kıvrılan sokakta oturuyorlardı.
Derya'ların apartmanın oradan karşıya geçtik Sokağı kıvrıldık. Birkaç bina sonra solda gri bir apartman önünde lastik oynayan birkaç kız ile bali bali oynayan yaşça biraz daha büyük iki kız vardı. Nesrin üçüncü kattaki evlerinin balkonunda misafirleri bekliyordu. Bizi görünce çığlık çığlığa bağırdı :
-Cicianne, cicianneee. İçeri doğru dönüp:
-Annee, ciciannemler geldi. Misafirler geldiii. 
Yukarı çıktık. Gülseren abla, amanda aman kimler gelmiş, hoşgeldiniz, hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz diyerek her zamanki gibi güler yüzle karşıladı bizleri. Herkese tek tek sarıldı, öptü. Çocukların başını, yanağını okşadı.
O güne dair hatıralarıma çakılan belli başlı birkaç ayrıntı dışında gün nasıl geçti, akşam nasıl oldu çok fazla şey hatırlamıyorum. Hatırladıklarım:
-Galiba vapura ilk defa bindim.
-Cam kenarına oturamasamda vapur yolculuğu çok güzel.
-Karşıyaka'yı hemen sevdim. Deniz kenarında üstünde bir yığın palmiye ağaçları ve güzel çiçeklerden girişlere sahip apartmanların olduğu geniş bir caddesi var.
-Derya'ların binasını gördüm (Derya'lar çok zengin herhalde. En güzel apartmanda onlar oturuyorlar.).
-Kek diye bişey yedim(çok güzeldi).
-Peynirli puf böreği de yedim(peynir hiç kompartıman gibi kokmuyordu).
-Kaloriferli apartman ne demekmiş gördüm sonunda(hala kalorifer neymiş anlamadım ama).
-Komşular çitlenbik eve iyice alıştı,uyum sağladı değilmi F...... hanım dediler anneme(eve alışmak ne demek ki?. Uyum sağlamak!).
-Alıştı, alıştı dedi annem. Gerçi mızmız, herşeyi yemiyor, peynir pişmemişse ağzına koymuyor. Boğazına göre olursa löp löp yutuyor. Konu komşunun evinde tuvalete giriyor evde girmiyor. Çok konuşuyor, herşeyi soruyor,...

Anladım. Ben yaramazmışım(melekler bana ceza verecek, ateşe atıp yakacaklarmış yaramaz çocukları. O zaman bende yanacağım, bende yanacağım. Ben çok yaramazmışım, mızmızmışım bende yanacağım. Korkuyorum, çok korkuyorum.).
Olsun, bu gün güzel geçiyor. Kek yedim, börek yedim, sık sık tuvalete girdim.
Akşam olacak. Babam gelecek. Aferin benim kızım çok uslu diyecek. Melekler beni çok sevecek.
./..
  

22 Mart 2012

TON FARKI...DEEPTONE'ye..

1- Kendini seviyormusun?.

eVeT,


ÇOĞUNLIKLA,

aYNaya Baktıkça...

Bence her insan kendini sever. Sevmiyorum diyen kişi bile kendini sever. Bazı ruhsal veya fiziki özelliklerini fazla sevebilirsin, bazılarınıda hiç sevmezsin. Ama kendine kombine bir bakış atarsan seviyor çıkar.
Bende seviyorum. Hem kendimi, hem kendim bildiklerimi...

2-Yapmaktan hoşlandığın şeyler nelerdir?.
O kadar çok şey var ki yapmaktan hoşlandığım (kitap okumak, manzara fotograflarına bakmak, yemek pişirmek, film izlemek, tiyatro izlemek,  baharatçı-züccaciye ve kırtasiye dükkanlarında gezinmek, denizi seyretmek, şehirler ve ülkeler arası seyahat etmek, dalından meyve veya sebze koparıp yemek, seralarda çiçekleri seyretmek, kırlarda papatyalarla birlikte olmak ve sonbaharı yaşamak..vs) saymakla bitiremem ve tercih sırası belirtemem. Ben kısaca hepsini kapsayan bir cevap vermek istiyorum; yapmaktan en hoşlandığım şey HAYAL KURMAK.

Hayal kurmak, uzaklara bakmak.


3- Nefret ettiğin şeyler nelerdir?.
 Yaradandan korkmayan gaddar insan.. Birçok şeyden hoşlandığım gibi birçok şeyden de nefret ederim. Ama en çok yaradandan korkmayan gaddar insandan nefret ederim. Bir insanda Allahcc korkusu olmaz ise kula saygısı hiç olmuyor. 

4- Hedeflerin nelerdir?.
Borçlarımı bitirip emekli olmak. Sonra zevk için çalışmak, okumak, yazmak, fotograf çekmek, tarihi-turistik yer ve mekanları gezmek, vs.. kısaca hedefim KEYFİMCE YAŞAMAK, yaşamak, yaşamak.

5-İlham aldığın kişiler kimlerdir.
Hayatın her alanında yaşayan, çalışan, üreten insana saygı duyuyorum. Bu yüzden insanların kendince yapmaya çalıştıklarınada, takdir ve beğeni ile yaklaşıyorum ki, yaratıcılıkları tükenmesin. Şevkleri kırılmasın. Bana yansıtmaya çalıştıkları ışık sönmesin. 

Tercihim empresyonistler. Çünkü bende öyleyim. Anlık izlenimciler ve ben. Etkiler ve duygular. Bir anda bin an yaşayanlar..

6-Favori şarkı, film, kitapların nelerdir.
Şarkım:
 Elimden kaçirdigim gençligimi özlerim
Ömrümün sonbaharinda,
 Hala bitirmedigim bir yarim sarkim kaldi
Ömrümün sonbaharinda
ve Hala beni dinleyen bir avuc dostum kaldi
Ömrümün sonbaharinda...

Filmim: Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler...(hiç pamuk prenses olmadım sanal dışında :((

Kitaplar: Tüm Kitaplar ( psikolojik kitap sevmem-benim kendi psikolojik iniş çıkışlarım bana yetiyor, bilim-kurgu sevmem olmayacak duaya amin demek gibi, oto-biyografiye tam inanmam. her insanın kendine ait gizleri vardır...eee bende amma tüm kitapları severmişim ha!.
Hadi bir tane söyliyeyim: Yaprak Dökümü (Ali Rıza bey)

7-Birinin yazdığı ölüm notunu bulsan ne yapardın?(öldükten sonra).
Ağlardım. Hemde çok. Ölüm ağlatır beni, seni, herkesi. Bazen aleni, bazen gizli gizli. Ölüm ağlatır, bir daha dönmeyeceğini bilmek ise acıtır canımı. 

8-Kendini bir cümle ile anlatsan bu cümle ne olurdu.
Sade ve derin ve hüzünlü ve merhametli ve herşeye aşık ve güzel ve çirkin ve zayıf ve güçlü ve yağmur ve bulut ve rüzgar ve güneş ve gökkuşağı ve yaprak ve ağaç ve sarı ve NOKTA.

Kısaca: Ben dört mevsimim.


Sevgili Deeptone; sordun bana, söyledim sana. Tonlarımız farklı, yaşamak çok tatlı..


20 Mart 2012

İŞTE O DÜNLER, GEÇMİŞTE KALAN GÜNLER..-12


Körfezin Dördüzleri.. -12



Sen bir incisin İzmir'im
Renklerden bir bulut körfezin
la la la..
Konak'tan Karşıyaka'ya
Kalkar vapurlar gün boyunca
Sen bir incisin İzmir'im
Renklerden bir bulutsun körfezim...

Ablamların el öpme yemeğinin üstünden ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bugün güzel geçecek bunu biliyorum, bunu hissediyorum. Erkenden kalktık. Birçok komşu birleşip Gülseren ablalara gideceğiz. Nermin'le Nesrin'i özledim. Gülseren ablayı özledim. Belki Vecdi Beylerde kalan Şadiye hanım teyze de gelir, onu da Derya'yı da özledim.
Komşular ikindiden sonra evlerine dönecekler, biz akşam yemeğine kalacağız. Çünkü Babamda gelecek evin erkekleri ile birlikte. 
Annem güzelce giydirdi beni. Çoğu zaman kızıyor, hırsını alamıyor, çimdikliyor fakat gezmeye giderken de özen gösteriyor tertemiz giydiriyor, saçımı tarıyor, başkalarının yanında hiç bağırmıyor bana. Aslında kızmasına da gerek yok. Şimşek gibi bakışları bana anlatması gereken şeyleri fazlasıyla anlatıyor zaten. Küçüğüm, daha çok küçüğüm ama annemin bakışlarının, ses tonunun ne demek istediğini hemen anlıyorum; otur, yerinden kalkma, etrafı karıştırma, ses çıkarma, verilenleri dökmeden ye, lafa karışma...Bütün anneler böyle. Yaramazlık yapan, söz dinlemeyen çocuğa kızılır bu çok doğal. Terbiye için şart. Şartmış!..


Kemeraltı'na çıkan sokaklarda yürüyoruz konu-komşu, çoluk-çocuk. Peraja ve Aktaş kolonyalarının satıldığı o mis kokulu binanın önünden geçiyoruz.



Gizli çiçek, tütün, beyaz zambak, altındamlası, yasemen, limon... Birçok koku birbirine karışmış, birinin kokusu diğerini bastırmış.

Komşulardan biri: hadi çabuk yürüyün hanımlar vapuru kaçırmayalım diye ikaz edince, Kemeraltı'nın kalabalığına karışıverdik bir anda. Birbirimizi göz hapsinde tutarak tabiki.. 


Vapur yanaşmak üzere, bizimse çok az kaldı iskeleye varmamıza. Kemeraltı'nın çıkışındayız. O yanaşana kadar karşıdan karşıya geçeriz. Bir kişi erken gidip hepimize bilet almış. İskelenin binme bölümünün kapıları açıldığında tam kadro iskeledeyiz, yetiştik.. Vapura bindik, ikinci mevkide yerlerimizi aldık.


Alaybey nazlı nazlı demir aldı. Halatlar çözüldü. Herkes yerleşme telaşında. İyi yerleri de kapma. Cam kenarı benim, cam kenarı benim. Cam kenarlarının hiçbiri benim değil, çocukları için kapan annelerin. Benim değil.
Sağlık olsun. Bende başka zaman otururum cam kenarına. Annem bana cam kenarını ayırır, yada dışarda otururuz kimbilir.
Biz hareket ettik, BERGAMA yanaşmak üzere.



Pasaport'a uğradı bizim Alaybey. Pasaport; birçok vapur ve teknenin yan yana bağlandığı bir liman ve yolcu iskelesi. Pasaport'tan hareket edince biletçi dolaşmaya başladı. Çünkü başka uğrayacağı iskele olmayacak. Herkesin biletine bakıyor, gidiş dönüş biletlerinin ortalarını elindeki aletle delip geri veriyor, tek gidiş biletlerini ise yırtıp atıyor.


Okuma yazma bilen çocuklardan duyuyorum vapur adlarını. Alaybey bindiğimiz vapurun adı. Biz kalkarken gelen Bergama. Bergama'nın ismine; Sur, Efes ve Selçuk vapurları ile birlikte  'Körfez Dördüzleri'nden denirmiş. Ayrıca Bayraklı, Dokuz Eylül ve Karşıyaka vapurlarıda varmış.
Hepsinin adını aklıma yazdım. Her vapura bindiğimde adını soracağım anneme, babama veya herhangi birine. Böylece vapur isimleri nasıl yazılır öğreneceğim, bir  dahada kimseye sormadan okuyacağım.


Yolu yarıladık. Denizi, denizi, deniz yolunu yarıladık. Konak-Karşıyaka arasında tam ortasındayız Körfezin. Deniz çok muhteşem görünüyor. Taa kıyıda martılar, daha orta kısımda karabataklar. Köpükler bembeyaz ve köpükten dilek tutmaca oynuyor çocuklar. Bende biraz daha büyüyünce oynarım.
Köpük tutmaca ha; bende içimden tutayım dileklerimi, kendi kendime.
Aaa oldumu ya, oldumu şimdi. Daha hiç dilek tutamadan geldik Karşıyaka'ya. Boşver bidaha ki sefere oynarım bende..
Vapur yanaşırken çok sallanıyor. Iııı korktum. Halatları attı biletçi, iskelede görevli biri yakaladı. Kocaman halat bağlama demirlerine geçirdi. Herkes ayakta, sırayla iniliyormuş. 


Karşıyaka'dayız.
Buraya daha önce geldikmi?, vapura daha önce bindimmi? bilmiyorum. Hatırlamıyorum. 
Ama Karşıyaka'yı sevdim hemen. Vapuru sevdim. Martıları sevdim.Mavi-beyaz gökyüzünü sevdim. Dalgaları da sevdim, bembeyaz köpükleri de.
Bu gün güzel geçecek, biliyorum. Hissediyorum. 
Ben sevmeyi de biliyorum,
Sevilmek de istiyorum...   

18 Mart 2012

KINANA KURBANIM, GÜCÜNE HAYRAN. BİZ DOĞMADAN ÖNCE YAZILDI BU DESTAN..


Zile'li Kınalı Ali..

Üsteğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyor, nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü. Merakla
-adın ne senin evladım? der. Çocuk
-Ali diye cevap verir.
-Nerelisin?. Ali:
-Tokat Zile'denim der.
-Peki evladım bu kafanın hali ne?. 
-anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım der.
-Neden? der komutan.
-bilmiyorum komutanım der Ali.
-Peki gidebilirsin Kınali Ali der. O günden sonra herkes ona Kınali Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali'nin okuma yazması yoktur, arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadasları yazar: "sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burda çok iyiyim beni merak etmeyin'' diye başlar. Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar, köydekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Merak etmemelerini, kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır. Gururla mektubu bitirtir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına not düşer, (Ali'nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardir) 'anacağım kafama kına yaktın komutanlarım ve arkadaslarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmet'e de yakma onlada dalga geçmesinler ellerinden öptüm' diye bitirir. Aradan zaman gecer. İngilizler kati netice almak icin tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşerler. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış onların sayılarıda epey azalmıştı Gelibolu düşmek üzereydi kınalı Ali'nin komutanıda olayı görüp yerinde duramıyordu. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildi. Komutanlarının bu düşünceli halini gören ve durumun vehametini bilen Kınalı Ali ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. Kınalı Ali'nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer. Kınalı Ali'nin ailesine yazdığı mektubun cevabı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler (bu mektubun aslı Çanakkale müzesinde sergilenmektedir).Babası 'oğlum Ali nasılsın iyimisin gözlerinden öperim selam ederim öküzü sattık paranın yarısını sana yarısınıda cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum, artık zahireyede fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorumda siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin der köyü akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir. Ali ananında sana diyeceği var. Anası anlatır: ` oğlum Ali yazmışsın kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşimede yakma demişsin kardeşine de yaktım komutanlarına ve arkadaşlarına söyle senle dalga geçmesinler bizde üç şeye kına yakarlar:
1-gelinlik kıza, gitsin ailesine erine, çocuklarına kurban olsun diye.
2-kurbanlık koça, ALLAH'a kurban olsun diye.
3-askere giden yiğitlerimize, vatana kurban olsun diye. Gözlerinden öper selam ederim ALLAH'a emanet olun.
Mektubu okuyan Ali'nin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktaydılar..
Kınana kurban olayım.

Havran'lı Seyit Onbaşı.
Bir yanda şehitler, bir yanda gaziler... Havran'lı Seyit Ali halen hayattadır; gözünü açtığında etrafa bakınır ve silah arkadaşlarının cesetleriyle karşılaşır. Fakat heyhat: Topların kullanılamaz durumda olduğunu görür, Havran'lı Seyit Ali. Vinç tertibatı da parçalanmıştır. O esnada çalışabilir vaziyetteki topa yönelmek zorunda kalır.Yerdeki mermiyi, birkaç basamak merdivenden yukarı çıkarmalıdır    üstelik. Cephaneciler, 'Bunu kaldıramazsın' desede, itiraz eder 'Siz verin, haydi çabuk!' silah arkadaşı Ali'den, mermiyi sırtına alması için yardım ister.'Ya Allah' diyerek, namluya yerleştiriverir topu. Kemikleri çatırdar, dizleri çözülür, ama hissedecek durumda değildir acıyı. Hedefini tespit eder ve nişanını alır. 275 kg ağırlığındaki top mermisi, 'batırılamaz' denilen İngiliz Kraliyet gemisinin dümen tertibatına isabet eder. Boğazın kanlı sularına gömülür gemi. Bu duruma binaen, onbaşı rütbesi layık görülür, Seyit Ali'ye...

Ne madalya, ne rütbe, ne de maaş için mücadele etmiştir bu efsanevi adam.

Harbin sona ermesiyle memleketine dönen Seyit Onbaşı, bundan sonraki günlerini köyünde geçirmiştir.Odun kömürü yaparak Havran”a pazara götürür,geçimini öyle temin edermiş.Daha sonraki yıllarda Havran’da Hacı Osmanoğullarının zeytinyağı fabrikasında hamallık yapmıştır.1939 yılında zatürreye yakalanmış ve Aralık ayında köyünde vefat etmiştir.

Nur içinde yatın hepiniz. Çanakkale geçilmezdi, sizde zaten geçirmediniz...

                                                 





Not: Lütfen yiğitlerimizi +1 butonu ile google taşırmısınız. Sonsuza kadar gurur duyuyoruz sizlerle..